Bunca Pislik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Salı
Medenî Batı ülkelerinde bir idareci veya politikacının küçük bir suçu bile onun siyasî ve idarî hayatının sona ermesine sebep olmaktadır. Meselâ, ABD’de adalet bakanı yapılmak istenen bir zatın, vaktiyle sigortasız kaçak hizmetçi çalıştırmış olması onun bu bakanlığına mâni olmuştur. Bizzat sorumlu olmasa bile bir skandal, bir yolsuzluk, bir başbakanın, bir bakanın, bir eyalet valisinin kariyerinin bitmesine yol açabilmektedir. Amerika’da bürokratların ve politikacıların kıymetli hediye kabul etmelerine kanun izin vermemektedir. Basireti bağlanıp da, değeri kanunun tanımış olduğu sınırı aşan bir hediyeyi kabul edenin vay haline.
Bizde durum tam tersinedir. Birtakım büyük adamların yakınları, yeğenleri, kardeşleri, bacanakları, dostları birtakım kirli işler çeviriyor, suçlar işliyor, büyük soygunlar yapıyor ve bunlara kimse mâni olamıyor. Yüksek mevkilere çıkmış adamın biri bir bankayı soydu, bitirdi, iflâsına yol açtı. Sonunda ne oldu? Adam yine izzet ü ikbal ile keyif sürüyor. Ona kimse elini süremez.
Emeklilik yaşını uzatmak istiyorlar. Memurlar feryat ediyor, “Bizi mezarda mı emekli edeceksiniz?” diye ağlıyorlar. Asiller bu durumda iken vekillerin emekliliği iki sene içinde gerçekleşiveriyor. Evet sadece iki sene. Yâni iki sene milletvekilliği yapan talihli ve şanslı kişi, en yükseğinden emekli maaşı alıyor.
Bizim hukukumuza göre, fâhişelik yapan bir kadına “or….) demek hakarettir, suçtur. Diyen ceza görür. İşte bunun gibi, büyük hırsızlara, iri dolandırıcılara, yüksek soygunculara da hırsız, haydut, talancı demek suçtur. Mahkemeye verirler, yüksek tazminatlar alırlar.
Birkaç ay önce bir devlet memuru korkunç bir ifşaatta bulundu ve bazı büyük bürokratların uyuşturucu mafyası ile birlikte çalıştıklarını iddia etti. Etti de ne oldu? Adamın başına gelmedik kalmadı. Şu anda hayatı bile tehlikededir.
Türkiye’de genel, şiddetli, yoğun, her yeri sarmış, kural haline gelmiş bir kokuşma var. Sistem son derece kirlenmiştir. Peki böyle bir yapı ayakta durabilir mi? Bu sorunun cevabını zaman gösterecektir. Bunca kirlilik, pislik, zulüm ve adaletsizlik dolayısıyla büyük bir çöküntü olursa, enkazın altında kalmamanızı niyaz ederim.
Haçlı seferleri sırasındaki Ortadoğu tarihini; Anadolu’daki beylikler devrini; Orta Asya’daki hanlıklar zamanını incelerseniz fitnelerin, fesatların, nifak ve şikakın, entrikaların, Müslüman beyliklerin, hükümdarlıkların birbirleriyle mücadelesinin karmaşıklığı karşısında şaşar kalırsınız. Bir sürü bey, prens, hükümdar, atabek, sergerde, vali, kumandan, mâceraperest dünya saltanatı için didişir, çırpınır, çatışır durur. Kimi başarılı olur, kimisi öldürülür, zindana düşer, zillet içinde sürünür. Bu bölünmüşlüğün, bu tavaif-i mülûkun, bu iç çatışmaların asıl faturasını İslâm ve Müslümanlar ödemiştir. Asırlar boyunca milyonlarca Müslüman kırılmış, felâket içinde kalmış, helâk olmuştur. Gerçi bu kargaşa devrinde de ilim, irfan, sanat faaliyetleri durmuş değildir. Ama olması gerekenin onda biri olabilmiştir. Çünkü İslâm dünyasında üniter bir hiyerarşi kalmamış, emniyet ve âsâyiş bozulmuş, ilme ve bayındırlığa harcanması gereken büyük meblâğlar iç savaşlarda israf edilmiş, hebâ olmuştur.
Şimdi İslâm dünyasında da, Türkiye içinde de böyle bir durum var. Müslüman kesimde irili ufaklı binlerce baron saltanat sürüyor. Bunlar doların milyonu ile gelirler elde ediyor, harcamalar yapıyor. Lâkin bu paralarla ilim, irfan, kültür, sanat; vasıflı, güçlü, üstün Müslüman yetiştirmek; gerçek din hizmeti yapmak, tebliğ, dâvet ve irşad faaliyetlerini yürütmek gibi zarurî ve önemli şeyler yapılmıyor.
Bu memlekette kemmiyet, kelle sayısı itibarıyla Müslümanlar çoğunluktadır. Lâkin keyfiyet, ağırlık, güç itibarıyla varlıkları çok zayıftır. Meselâ barolar genellikle İslâm’a karşı olan güçlerin elindedir. Peki, Müslümanlar çoğunluktur da barolar niçin onların elinde ve kontrolunda değildir? Bunun sebepleri nelerdir? Çünkü Müslümanlar parçalanmıştır. Çünkü Müslümanlar siyaset, kültür, sosyal faaliyetler açısından marjinalleşmiştir. Elli seneden beri köylü, gecekondulu, taşralı, varoşlu zihniyet bütün gücünü hâfız ve hoca yetiştirmeye, Kur’ân kursu açmaya, İmam-Hatip mekteplerinin ve İlâhiyat Fakülteleri’nin sayılarını çoğaltmaya harcamıştır. Böyle bir strateji sonunda da Müslümanlar bugünkü perişan duruma düşmüştür. Birtakım yalancılar ve ahmaklar durup dinlenmeden “Bizi Masonlar, ateistler, dinsizler batırdı” diye gülünç bir tazallüm (zulme uğramışlık), bahane, şikayet edebiyatı ile meşguller. Bunların hepsi yalandır, asılsızdır. İslâm dâvâsını dolaylı şekilde baltalayanlar sahte islâmcılar, ahmak dindarlardır. Bu devirde bu ülke hâfızlarla, hocalarla, ilâhiyatçılarla kurtarılamaz. İslâm hayat dinidir. En önemli temel müesseseler hangileriyse Müslümanların o branşlarda güçlü, üstün, vasıflı, azimli, iradeli, ahlâklı, faziletli elemanlar yetiştirmeleri, bunlardan güçlü kadrolar kurmaları gerekir. İslâm dâvâsına hâfız, hoca, ilâhiyatçı değil; büyük ve güçlü aydınlar, güçlü medyacılar, güçlü hukukçular, güçlü siyaset adamları, güçlü eğitimciler, güçlü sanatkârlar, güçlü işadamları gereklidir. Bunlar olmazsa hayat savaşı, hayat müsabakası (yarışması) kazanılamaz.
Din baronları içinde öyle adamlar vardır ki, taraftarlarından ve halktan topladıkları paralarla Karun gibi zengin olmuşlardır. Bir elleri yağda, bir elleri balda yaşamaktadırlar. Mâlik veya zilyed olarak trilyonlara, katrilyonlara hükmetmektedirler. Onların dertleri kendi saltanatlarıdır. Onlar İslâm için değil, kendi cemaatleri ve meşrebleri için çalışmaktadırlar. 11 Ağustos 1999