Pazartesi

 

1. Yüz milyonlarca dolarlık servetlere sahip bir takım İslâmcılar; kendilerinin, karılarının, kızlarının kıyafetleri için yurt dışına gidip, astronomik ücretler ödeyerek elbise, palto, gömlek, manto, tayyör, eşarp satın almasını bilirler ama Türkiye’de, ehil ve uzman kişilerin idaresinde bir “Tesettür ve Millî Giyim Kuşam Enstitüsü” veya vakfı kurarak; daha sanatlı, daha kaliteli, daha estetik, daha millî bir erkek ve kadın kıyafeti ortaya koymak için gayret göstermezler, teşebbüse geçmezler. Onların gündeminde böyle bir konu ve madde de yoktur.

2. Yüz milyar, iki yüz milyar, bazen bir trilyon para toplayarak yeni bir cami yaptırtmayı bilirler ama bu caminin projesini ehil, uzman, vasıflı bir mimara vermeyi akıl edemezler. Topladıkları para ile sanatlı, güzel, estetik boyutu olan bir mâbet binası ortaya çıkacağına, korkunç ve berbat bir beton yapı ortaya çıkar. Sonra bakar bakar da, ne güzel oldu derler.

3. Bir kedi bile, sobaya fazla yaklaşıp yanınca bir daha ondan uzak durmayı bilir. Birtakım zekâ özürlüler ise, yüz kere, bin kere yanlış işler yapsalar, yansalar, yine aynı hatâları işlemeye devam ederler. Onlarda ibret almak, maziden ders çıkarmak yeteneği yoktur.

4. Birtakım din sömürücüsü, mukaddesat rantçısı sahtekârlar tarafından defalarca soyulmalarına, tokatlanmalarına, dolandırılmalarına rağmen yine de onları desteklemeye, onlara para vermeye devam ederler.

5. Sıkıntı, baskı, eziyet gördükleri zaman ah vah ederler, ağlarlar, şikâyetçi olurlar. Sonra sıkıntılar azalır, hava biraz düzelir. Bizimkiler hemen sıcağı görmüş ekmek hamuru gibi yayılıp yan gelip yatarlar. Eski çektiklerini hiç mi hiç hatırlamazlar. Çünkü onlarda hâfıza yoktur.

6. Lüks otomobili benzinciye çeker ve “depo dolsun” derler. Bir depo benzine yüz milyon lira vermek onlara hiç ağır gelmez. Haftada bir kaç kere depo doldurtanlar vardır. Lâkin bir sanat eserine; bir hüsn-i hat levhasına, bir çiçekli ebruya, bir resme yüz milyon veremezler. Çünkü onların gözünde ve gönlünde sanat eserinin; benzin, yemek, elbise, kat kaloriferi, cep telefonu kadar kadr ü kymeti yoktur. Onlar bu halleriyle maganda oğlu maganda, zonta oğlu zontadırlar da kendilerini adam sanırlar.

7. Ramazanda ve diğer zamanlarda iftar ve başka ziyafetler verirler. Bazen yüzlerce misafir davet ederler, su gibi para harcarlar. Ancak sofralarına, ziyafetlerine bir tek fakir bile çağırmazlar. Sanki Müslüman değil de, Hindistan’daki Brahman kastına mensup Mecusilerdir.

8. Onların aylık bütçelerinin gider kısmında yiyecek, içecek, mesken, giyim kuşam, yolculuk, otomobil, gezip tozma için fasıllar bulunur; lâkin sanat, kültür, kitap, kitap cildi, geleneksel sanat eşyası, vasıflı tüketim için ne bir fasıl vardır, ne de para.

9. Dindar geçinirler, İslâmcı geçinirler, biz Müslümanız diye böbürlenirler, başkalarına tepeden bakarlar, küçük dağları ben yarattım zihniyetine sahiptirler, kasılıp tafralanırlar ama Ezan-ı Muhammedî okununca camiye gidip de Müslümanlarla birlikte namaz kılmaya akılları ermez. Sanki farz namazları cemaatle kılmak vazifesi fakir, marjinal, yaşlı, alt tabaka halkın vazifesidir. Bu beylerimiz karılar gibi münferiden namaz kılarlar, yahut alaca bulaca edâ ederler yâni bir kılar bir kılmazlar veyahut hiç kılmazlar. Din rantı yemeye gelince aç kurt gibidirler, önde koşarlar.

10. Yüksek tabakadan, çok zengin, nüfuzlu, ünlü ve anlı şanlı hiçbir Müslüman aile oğullarından birini din hizmetlisi, meselâ imam, müftü, vaiz, din muallimi olarak yetiştirmez. Onların ciğerpareleri bilgisayar mühendisi, işletmeci, iktisatçı gibi bol para getiren, itibarlı mesleklere ve ihtisaslara yönelir; fakir ve yoksul zümrenin çocuklarını din hizmetlerine yönlendirirler.

11. Baronlarına, hazretlerine, hocalarına, hocaefendilerine, şeyhlerine, efendilerine dil uzatılınca arslanlar gibi kükrer, yanardağlar gibi lav ve ateş püskürtür, denizler gibi dalgalanırlar ama Resûlullah Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakaret edilince pek sesleri çıkmaz. Bunlar ne biçim Müslümandır?

12. Kimisi Resûl-i Kibriya Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz’in ism-i şerifleri zikredilince salavat getirir, lâkin hayat tarzına ve ahlâka gelince, Allah’ın biz Müslümanlara en güzel örnek ve model olarak göndermiş olduğu o yüce zatın yaptıklarının, Sünnetinin tam zıddını uygularlar ve sergilerler. Nemrud ve Firavunlar gibi çok lüks, çok şaşaalı, çok aşırı müzeyyen meskenlerde oturur, çok pahalı binitlere kurulur, Neron’un sofrasından bile daha zengin sofralara oturup tıkınırlar.

13. İslâm dini, Kur’ân ve Sünnet, kutsal Şeriat emanetlerin ehline layık olanlara verilmesini emreder ama onlar dinimizin bu temel emrini hatırlarına bile getirmezler. Emanetleri yakınlarına, hemşehrilerine, tanıdıklarına, yâranlarına, kendi partisinden ve cemaatinden olanlara, eş ve dostlarına, avanelerine dağıtırlar. Emanete ehil ve layık değilmiş… Sakıncası yoktur, çünkü o adam bizdendir, bizim partiye bunca yıl destek vermiştir. Yahu bu adamlar nasıl Müslümandır?

14. Niceleri vardır ki, bir şey söylerlerse yalan söylerler; kendilerine bir emanet verilirse ona hıyanet ederler; vaad ederlerse sözlerini tutmazlar; düşmanlık ve husumet konusunda da pek aşırı, pek ileri giderler, meşreb farklılıkları yüzünden din ve iman kardeşlerine hasm-ı can kesilirler. Bu adamlar, bu dört sıfatın münâfıklık alâmeti olduğunu bilmezler mi?

15. Yalan da olsa övgülere bayılırlar; doğru ve haklı da olsa tenkit ve uyarılardan nefret ederler.

16. Bazıları vardır ki, kendilerini Peygamberler gibi ismet sıfatıyla sıfatlı sanırlar ve hiç hatâ işlemediklerine, yanlış yapmadıklarına, yanılmadıklarına inanırlar. En doğru, en haklı bir uyarı ve tenkit yöneltilince analarına söğülmüş gibi feveran ederler.

17. Peygamber Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz “Onların dinleri para, kıbleleri karıdır” hadîs-i şerifi ile kimleri kasd etmiş olduğunu düşünmezler. Ömürlerini para, zenginlik, servet, mal toplamakla ziyan ederler. Yüz trilyonları olsa, bin trilyon olsun isterler. Geberinceye kadar para ve mal iddihar ederler; bunları İsviçre bankalarında, başka ülkelerdeki gizli hesaplarda saklarlar. Topladıklarının çoğu haramdır, şâibelidir. Umurlarında bile değildir. Dinihüm dinarühüm, kıbletühüm nisaühüm… 31 Aralık 2002