Bunlar Belâ Değil mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Pazar
Biri bana serzeniştebulunuyor, “Yıllardan beri felâket habercisi gibisin. Başımıza şöyle belâlar geliyor, böyle musibetler geliyor diye yazıp duruyorsun, dediklerin çıkmadı” diyor.
Bu zat galiba yanardağların patlayıp üzerimize ateşli lavlar akıtmasını, göğün tepemize yıkılmasını, yerin ayaklarımızın altından kayıp göçmesini belâ ve felâket sanıyor. Peki ben de ona soruyorum:Şu milletin başına gelen bunca sıkıntı, dert, haksızlık hep birer belâ ve musibet değil midir?
İnsanlar düşünceleri, inançları, görüşleri yüzünden mahkemelere veriliyor, hapislere atılıyor. Başını örten dindar kız öğrenciler üniversitelere sokulmuyor, tahsil hakları engelleniyor, milletvekili seçilen başörtülü bir hanım Meclis’e sokulmadı, yemin ettirilmedi, vatandaşlıktan atıldı. Müslümanlar bu ülkenin hakikî sahipleri olmalarına ve sayıca çoğunlukta bulunmalarına rağmen ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci muamelesi görüyorlar. Din konusunda iki belâ var: Bir yandan ateistlerin, sapık ideolojilerin, din düşmanlarının baskı ve eziyetleri; öbüryandan, dine hizmet edeceğiz diye ortaya çıkmış birtakım zekâ özürlülerin, ruh hastalarının, yetersiz adamların, hilekârların, sömürücülerin, hâinlerin tahribatı. Ümmet-i Muhammed sanki örs ile çekiç arasında kalmıştır.
Bu saydıklarım Müslümanlar için büyük belâlalar ve musibetler değil midir? Gafiller, câhiller, keyflerinden ve şahsî çıkarlarından başka bir şey düşünmeyenler bunları belâ olarak kabul etmiyorlar, daha büyük, daha ağır belâlar mı bekliyorlar?
Kendi ülkende kendi dinine, kendi inançlarına, kendi kimliğine göre yaşayamıyorsun.Müslüman bir kız İngiltere’de başörtüsüyle ilkokullara, liselere, üniversitelere gidebiliyorlar da, Türkiye’de niçin gidemiyor? Masonlara, Sabataycılara, solculara, ateistlere hürriyet ve demokrasi var da, Müslümanlara niçin o kadar yok?
Güç sahibi kişiler Müslüman çoğunluğa şöyle diyor: Elbette din ve inanç hürriyeti vardır. İşte camiler açık, işte ezan da okunuyor, gidin namazınızı kılın, karışan var mı?
Zavallı milyonlarca Müslüman, kendilerine lütfedilen bu kadarcık bir hürriyetten bile yararlanamıyor. Vakit namazlarında İstanbul’da Sultan Ahmed Camii’ne gidiyorsunuz, cemaat bir saf bile değil.
Günlük beş vakit namazı cemaatle kılmakta bu kadar acz, tembellik, ihmal gösteren islâmî kesimin başındaki adamlar Ümmet-i Muhammed’e “Bize bol para verin, bizi alkışlayın, bizi destekleyin, bizi öğün; biz İslâm nizamını kuracağız, biz Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz” diye propaganda yapıyorlar. Ezan okununca camiye gitmekten âciz bu tembel ve ünahkâr Müslümanlar mı bu büyük işleri yapacaklar?
Hem din hürriyeti demek, sadece namaz kılmak serbestliği midir? Din hürriyetinin olduğu yerde Müslümanların devletten bağımsız olarak eğitim faaliyetleri yapmaları serbest olmalıdır. Hiçbir vatandaş, inançlarına göre bir hayat sürmekten alınkonulmamalıdır. Bizdeki İslâm düşmanları İsrail’e hayrandırlar. Oradaki din hürriyetini görmüyorlar mı? Ortodoks dindar Yahudiler geniş bir hürriyete sahiptir. Onların mahallelerine çalışan belediye otobüslerinden kadınlarla erkeklerin yerleri ayrıdır. İsrail’de Yahudi Şeriat’ı hâkimdir. O ülkede domuz beslemek, domuz eti satmak yasaktır. Bizde ise, lâiklik adına, medeniyet adına dışarıdan binlerce ton parça halinde domuz eti getirtilip bu millete yediriliyor.
Türkiye’de bir sürü vahim kötülük cereyan ederken bazı İslâmcılar ve Müslümanlar keyif içindeler. Maşaallah gelirleri iyi, işleri tıkırındadır. Güzel meskenler vardır, içleri pahalı eşya ile dayalı döşelidir. Lüks otomobillere binerler.Pahalı lokantalarda yemek yerler. Vakko’lardan, Beymen’lerden giyinirler. Fazla yemekten, iyi beslenmekten dolayı semirmişlerdir.Bir elleri yağda, bir elleri baldadır. Aylık gelirleri milyarlar ölçülen bu adamların memleketin, halkın, Müslümanların haline acıdıkları yoktur. Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır. Gurur, kibir, israf, gaflet, umursamazlık, bana dokunmayan yılan bin yaşasın havası içindedirler. Vakıfları, dernekleri, loncaları, grupları vardrır. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlar, her tarafta gülücükler sunarlar.
Eski Müslümanlar, dinin en ufak bir hükmünün zedelenmesine bile râzı olmazlarmış. Şimdiki sahte İslâmcılar, yalancı sofular bunca tahribat karşısında kıllarını kıpırdatmıyor. Bazen sadece lâfla bir iki inilti ve homurtu, sonra yine bildiklerini okuyorlar.
Bugünkü zulümleri, kötülükleri, münkerleri, dine yapılan hakaretleri normal karşılamak, bunlara tepki göstermemek, yasal hudutlar içinde müdafaada bulunmamak bence çok büyük bir sapıklık ve alçaklıktır.
Müslüman yığınlar ne İslâm’ı, ne de gerçekleri doğru dürüst biliyor. Öyle adamlar var ki, aslında ve gerçekte dine ve Ümmet’e en büyük zararı verdikleri halde el üzerinde tutuluyor. Kütlelerin yalanlara, boş efsanelere ihtiyacı vardır.
Son otuz-kırk yıl içinde İslâm’ı yüceltmek, Müslümanları kurtarmak için birkaç düzine adam zuhur etti. Müslümanlar kurtuldu mu? Bu kişiler Müslümanlardan muazzam miktarda kurtuluş akçesi topladılar. Kimisi Karun gibi zengin oldu. Lakin beklenen, özlenen kurtuluş bir türlü elde edilemedi.
Dine gerçekten hizmet eden hakikî ulemayı, meşâyihi (kaç kişi kaldılar?) tenzih eder, ellerinden öperim. Ferasetli, uyanık, sâlihMüslümanlara da hürmet ve selâm ederim. Benim tenkit ettiklerim bunlar değil, tezgâhçı din baronları ve baronları ve onların bendeleridir. Böyleleri tezgahlarını kurmuşlardır, “ablar akar, dolablar döner” paralar toplanır, yağcılıklar ve övgüler gırla gider ve yüce İslâm dâvâsı mıncıklanır durur. Müslümanlar para vermeye devam etmeliymiş, kurtuluş ve zafer yakınmış… Çıkmaz ayın son çarşambasına mı? 26 Temmuz 1999