Bunlar Ne Biçim Gazetecidir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
CumartesiBir yer’lerden susma parası alıyor, menfaatleniyor ve birtakım hırsızlıkların, haksızlıkların, yolsuzlukların üzerine gitmiyor, bunları tenkit etmiyor, kamuoyunu uyandırmıyor. Müslüman bir ülkede, Müslüman bir halk içinde yaşıyor, o ülkenin ve halkın ekmeğini tuzunu yiyor ve İslâm’a militan, fanatik aşırı bir şekilde saldırıyor.
Kalemini ve vicdanını ayda on, yirmi, otuz bin dolar karşılığında kiralıyor. Gizli Yahudi olan değersiz bir kimse için övgüler düzüyor, onu göklere çıkartıyor, meşhur ediyor, şişirdikçe şişiriyor; buna mukabil Müslüman ve Türk olduğu için bu memleketin gerçek değerlerine üvey evlât muamelesi yapıyor.
Demokrasi, insan hakları diye bağırıyor çağırıyor ve Müslüman çoğunluğa bunları layık görmüyor. Cinsel sapıkların ve sevici kadınların haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini korumak için canla başla çalışıyor; aynı şeyi Müslümanların dinî dernek kurmak, tekke ve zaviye açarak tasavvufî faaliyette bulunmak hakları için yapmıyor, aksine bu hakların aleyhinde bulunuyor.
Birtakım yolsuzlar önüne birkaç yağlı kemik atıyor, bunların hatırı için yolsuzların pisliklerini örtbas ediyor, bunlarla ilgili yayın yapmıyor. Devlete vergi ödeyen, vatanî hizmet yapan dindarların da vatandaş olduğunu düşünmüyor, onları tehdit, tehlike ve iç-düşman olarak görüyor.
Bir şarkıcı, türkücü, manken, sporcu vefat veya intihar ettiği zaman birinci sayfadan büyük çapta ve gürültülü yayın yapıyor; meşhur bir din âlimi, tarikat şeyhi, fikir adamı, milliyetçi şahsiyet vefat edince ya hiç yayın yapmıyor, yahut iç sayfaların birinde tek sütuna birkaç satırlık küçük bir haberle geçiştiriyor.
Türkiye’den küçük, imkânsız, çapsız Güney Kore bizim ülkemize cayır cayır otomobil ihraç ediyor, başta gemi inşası olmak üzere sanayi ve üretim harikaları meydana getiriyor; Türkiye ise o ülkeye bir tek otomobil satamıyor ve bizimki bu korkunç rezaleti bir satır yazı ile olsun dile getirmiyor.
İstanbul Üniversitesi’ndeki profesör, anıtsal ana kapının üzerindeki dev Türkçe kitabeyi okuyamıyor, ülkenin binde 999’u, 1928’den önce basılmış kitaplardan, sanki bunlar Çinceymiş gibi bir şey anlamıyor ve bizimki bu rezalet, garabet, cehalet karşısında
nutukları atmaktan utanmıyor.
Sık sık, ülkemizde sosyal adalet olmadığından, gelir dağılımının son derece adaletsiz ve hakkaniyetsiz olduğundan bahs ediyor ve bu konu ile ilgili haberleri ve yazıları hazırlayıp gazeteye verdikten sonra bir adamın 200 milyon liraya yiyip içtiği lüks lokantalarda tıkınıyor.
Sahte ve yapay bir gündemle halkı devamlı olarak aldatıyor, oyalıyor, afyonluyor, uyuşturuyor, sersemletiyor. Bunları bedava mı yapıyor? Hiç yapar mı? O günahını bile bedavaya satmaz.
Başı sıkışınca
diyerek taqiyye yapıyor, içinden Müslümanlara ve Türklere
diyor. Atatürkçü geçiniyor, Atatürk’ün hatırasına toz kondurmuyor. Bir yandan da Atatürk karşıtı, Atatürk zamanında ağır hapse mahkûm olmuş, onbeş sene hapiste yatmış, Kemalist rejimin baş muhalifi Kızıl şair Nazım Hikmet’e övgüler düzüyor.
Bile bile, kasıtlı olarak lâikliği din düşmanlığı gibi gösteriyor. Bütün yayın faaliyetlerinde ülkenin, halkın, devletin menfaatlerini gözardı ediyor, mutlu ve putlu bir azınlığın oligarşik hakimiyet ve saltanatının ayakta kalması için çalışıp çabalıyor.
Eşitlik ilkesini savunuyor ama kendi mensubu bulunduğu Pembeler cemaat ve lobisinin Türklerden ve Müslümanlardan
olduğuna inanıyor.
Fransa dahil bütün medenî, demokrat, ileri, dengeli, hukuklu ülkelerin üniversitelerinde başörtüsü serbest olduğu halde, o Türkiye’deki hukuk ve demokrasi dışı yasağı destekliyor.
Son birkaç yıl içinde ülkenin her yerinde yapılan yeni kiliseleri, restore edilen Hıristiyan tapınaklarını görmezlikten geliyor, bunlara ses çıkartmıyor da Göztepe’de bir parkın bir yerine cami yapılacak diye ortalığı velveleye veriyor, kızılca kıyamet kopartıyor.
Bazı Anadolu şehirlerinde oruç tutmayan vatandaşların, oruç tutanları üzmemek için açıkta yemek yememelerini, su içmemelerini lâikliğe aykırı bir hareket, gericilerin ilericiler üzerinde bir baskısı gibi görüyor; bunu toplumsal barışın, anlayışın, birbirine saygı göstermenin bir tezahürü olarak görmekten kaçınıyor.
Devletin, üzerinde TC’li resmî antet bulunan vesikalarla birtakım bedbaht kadınlara fuhuş yapma izni vermesini bir çeşit kölelik olarak görmüyor, böyle bir şeyi kadın haklarının ve haysiyetlerinin ağır ve vahim bir ihlâli olarak telâkki etmiyor; buna karşılık Müslüman kadın ve kızların başlarını örtmelerini, çarşaf veya bol elbise giymelerini amansızca ve alabildiğine tenkit edip yeriyor.
Bir Marksistin, bir Farmasonun, bir Pembenin, bir ateistin fikir, görüş, tenkit, ifade hürriyeti kısıtlanınca, “Türkiye’de düşünce hürriyeti ihlâl ediliyor…” diye bağırıyor ama aynı şey bir Müslümanın, tarihî devamlılık taraftarı bir vatandaşın başına gelince ya hiç ilgi göstermiyor, yahut pek cılız bir tepki sergiliyor.
Lâiklik demokrasinin, insan haklarının, hukuk devletinin vazgeçilmez ana şartıdır derken, bu değerlerin anavatanı olan İngiltere’de dinle devletin aynı olmadığını, orada hükümdarın aynı zamanda Anglikan Kilisesi’nin başı olduğunu, Büyük Britanya’da her sabah bütün okullarda bütün öğrencilerin okul şapeline (kilisesine) giderek âyin ve ibadet yapmak mecburiyetinde olduklarını düşünmüyor.
İran’ın nükleer enerji üretmesi, ileride atom bombası yapması son derece sakıncalıdır diye yazılar yazıyor ama İsrail’in nükleer silâhlara sahip olmasını, şu anda elinde bütün dünyayı vurabilecek 200 atom silâhı ve füzesi bulunmasını barış ve insanlık için tehlikeli bulmuyor.
Yaz tatillerinde oniki yaşından küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi verilmesinin doğru olmadığını savunuyor ama okullarda uyuşturucu ile tanışma yaşının 11’e kadar düşmesi faciası onu pek ilgilendirmiyor, bu konuda yayın yapmıyor, yazı kaleme almıyor.
Kendisi Müslüman olmadığı, alnı bütün ömrü boyunca yalancıktan da olsa bir kere bile secdeye gelmediği halde Dinde reform yapılmasını istiyor, buna mukabil Türkiye’de miadını doldurmuş sistemde reform ve değişiklik yapılmasını kesinlikle kabul etmiyor, statükonun muhafaza edilmesini istiyor.
Yukarıda anlattığım gazeteciler, medyacılar nasıl adamlar ve kadınlardır?
Böylelerinin medya etiğine ahlâkına uydukları söylenebilir mi?
Böylelerinin vatansever oldukları iddia edilebilir mi?
Böyle gazetecilerle bu memleket, bu halk, bu devlet ayakta durabilir mi?
Her meslekte bir vazife ahlâkı ve disiplini olduğu gibi medyacılıkta da vardır. Bu adamlar ve kadınlar bu ahlâkı ve disiplini ayaklar altına almışlardır.
Gazeteci, mesleğini icra ederken âdil ve insaflı olmak zorundadır. Kendisi dinsiz de olsa, dindar vatandaşların inanç, inandıkları gibi yaşamak haklarına, düşünce, görüş, tenkit hürriyetlerine saygı duymakla mükellef (yükümlü) değil midir gazeteci?
İyi, namuslu, şerefli, haysiyetli bir gazeteci, görüş ve inançlarına katılmadığı vatandaşların da düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olduklarını kabul eder ve bu hakları savunur. Filozof ne demiş? Sizin fikir ve görüşlerinizi paylaşmıyorum ama bunları ifade hürriyetinizi sonuna kadar savunacağım…
Bir gazetecinin Sabataycı kökenli olması, ona ülke çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara düşmanlık etmesine, onları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi gibi görmesine hak tanır mı?
Türkiye’nin on kadar büyük problemi vardır. Bunlardan biri de (Belki de birincisi) medyadaki çarpıklık ve çarpıklardır. Maalesef büyük medyamızda vahim bir tekelleşme, kartelleşme, anormallik görülmektedir. Bu sağlıksız ve dengesiz durum ülkenin, halkın, devletin varlığını tehlikeye koyacak dereceye gelmiştir. 23 Ekim 2005