Büyük Adamlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Çarşamba
Birtakım sıra dışı, farklı, müstesna insanlar vardır. Bunlar tek başlarına büyük işler, büyük hizmetler yapmışlardır. Keşke bu gibi kimselerden yüz kadarının hayat hikâyelerini, yaptıklarını, başarıları bir kitapta toplansa, okuyanlar ibret ve ders alsalar.
Bunlardan birkaç tanesinin ismini vermek istiyorum:
Bu zat mülkiye mezunu emekli bir bürokrattı. Tek başına, yok denecek kadar az maddi imkânlarla büyük bir kültür hizmeti yapmıştır. 1928’e kadar İslâm-Kur’ân yazısıyla basılmış kitapların kataloğunu hazırlamış ve bastırtmıştır. Nasıl çalıştığını görmüştüm. Kütüphanelerdeki kitapları tarıyor, sahafları dolaşıyor, kütüphanesi olan kitap meraklılarından bilgi alıyordu. Böylece büyük bir bibliyografya hazırlamıştır. Kendisini İsmail Özdoğan Beyin Enderun kitabevinde, Sahaflardaki Necati Beyin dükkânında görürdüm
diye sorar, kendisine gösterilen, çoğu küçük broşürlerden ibaret tomarı, arkalıksız küçük bir sandalyeye oturarak incelemeye başlardı. Notlarını cebinden çıkartıp küçük kağıtlara yazardı. Emekli maaşından arttırdığı paralarla, “Özege Kataloğu” denilen bibliyografya kitabını bastırtmaya muvaffak olmuştur. Kısa boylu, zayıf, naif, ihtiyar bir zattı. Ben ondaki azmi, sabrı, fedakarlığı başka kimselerde görmedim. Sadece katalog hazırlamakla kalmamış, Osmanlıca kitaplardan müteşekkil, belki de en zengin koleksiyonu meydana getirip, sonra geçiminden keserek biriktirdiği bu kitapları vakfetmiştir.
Seyfettin Beyin tek başına, kimseden maddî yardım görmeksizin yaptığı bu hizmeti devlet, başka kuruluşlar yapamazdı. Böyle işler aşk, şevk, heyecan, merak, ahlâk, fazilet, yüksek karakter, garazsız ve ivazsız, çalışmak gibi hasletlerin bulunmasını gerektirir.
O bir politikacıydı ama bildiğimiz politikacılardan değildi. Kendisini seçim bölgesinin vekili olarak değil, bütün Türkiye’nin vekili olarak görürdü. Büyük yorgunluklara, zahmetlere, masraflara katlanarak üç bin köyü dolaşmıştı. Devletin ve milletin kendisine vermiş olduğu maaşı ve yollukları, onların hizmetinde kat kat fazlasıyla harcamıştı. Kafasının içi, çantası, çekmecesi ülkeye, halka, devlete faydalı olacak dosyalarla doluydu. Milletin ve devletin desteğiyle, bursuyla okumuş, yetişmişti. Üzerinde, Türkiye’nin tuz ve ekmek hakkı olduğunu çok iyi biliyordu. Ölünceye kadar samimiyetle, ihlasla, canla başla hizmet etmiştir.
Bu zat İstanbul Şehremaneti Mektupçusu (Belediye Genel Sekreteri) idi. İlim, irfan, kültür aşığı bir zattı. Kırk dört adet kitabı vardır, bunlardan beş ciltlik Türkiye Maarif Tarihi adlı büyük kitap bile isminin hayırla anılmasına yeter. Bu zat da, sınırlı imkanlar içinde harikalar meydana getirmiştir. Bir yandan memuriyet yapıyor, bir yandan eski kitapları, vesikaları inceleyerek eser yazıyordu. Şu anda Türkiye’de Osman Nuri Bey gibi bir adam bulmak mümkün değildir. Bilgili, kültürlü insan vardır, çalışıp eser vermez… Kiminin ilmi vardır, uzmanlığı vardır; bu bilgi ve uzmanlık seviyesinde ahlâkı, karakteri, azmi, ihlası yoktur. Osman Nuri Beyin hizmet verdiği yıllarda bugünkü maddî imkan bolluğu yoktu. Düşünüyorum da, bugünün geniş, engin imkanları içinde birkaç Osman Nuri Bey bulunsa ortaya ne harikalar çıkar.
Bu kadın 1911’de, o zaman Osmanlı İmparatorluğu hudutları içinde bulunan Arnavutluk’ta doğmuştur. Katolik rahibesi olmuş, dünyaya sırt çevirmiş, kendini birtakım insanî hizmetlere vakfetmiştir. Hindistan’ın Kalküta şehrinde evi barkı olmayan, sokaklarda yatıp kalkan, sonunda sokaklarda can veren fakirlerin, cüzzamlıların imdadına koşmuştur.
Bu hizmetleri dolayısıyla Nobel kazanmıştır. Nobel armağanı üç yüz küsur bin dolardır. Bu paradan da, bir kuruş bile kendisine ayırmamış, hizmetlere vermiştir. Bakıyorum da, Türkiye’de Rahibe Tereza gibi bir kadın göremiyorum…
Bu zat hekimdi, müzisyendi, filozoftu, Protestan misyoneriydi. Şan, şöhret, servet sahibi olmuştu. Sonunda ne yaptı biliyor musunuz? Afrika’nın Gabon ülkesindeki Lambarane şehrinde bir cüzzam hastanesi kurdu ve bir Avrupalı için yaşamaya hiç de müsait olmayan bir iklimde, zor şartlar altında acı çeken insanların hizmetine koştu, ömrünü öyle harcadı. Bu zat da, Nobel kazanmıştır.
Sıradan insanlar birtakım zor hizmetleri yapamazlar. Zamanımızda bazı işlerin, hizmetlerin yapılması için birinci şart olarak para bulunması isteniliyor. Ne kadar yanlış bir düşünce.
Türkiye’mizde birtakım önemli iş ve hizmetler için ortaya büyük paralar konuyor, sonunda ne oluyor, bu paralar yeniliyor, harcanıyor, bitiriliyor ve hizmetler, işler yapılmamış oluyor.
Kim söylemişse çok doğru söylemiş: Bir işin yapılmasını istemiyorsanız, bir işi savsaklamak istiyorsanız onu bir heyete havale ediniz…
Diyelim ki, bir konuda bir şeyler yapılacak… Önce bu iş için para, tahsisat bulunuyor. Diyelim ki, bir milyon dolar bulundu…
Sonra bu hizmeti yapacak insanların listesi çıkartılıyor… Bunlar bir araya getirilmeye çalışılıyor.
Listeye dahil olmayan, kendilerine müracaat edilmeyen birtakım adamlar da, paranın kokusunu alır almaz, o işin etrafında pervaneler gibi dönmeye, tavaf etmeye başlıyor…
Bazen yemekli toplantılar yapılıyor… Tatlısıyla, tuzlusuyla tıka basa yeniliyor, içiliyor, yemekten sonra çaylar, kahveler, sigaralar… Bir müzakere oluyor ki sormayın. Aylıklar, ücretler, telif ücretleri, hakk-ı huzurlar, yolluklar ödenmeye başlıyor. Aradan yıllar geçiyor, havanlarda sular dövülüyor,
nutukları çekiliyor. Dosyalar hazırlanıyor, raporlar veriliyor… Netice?… Dağ fare doğuruyor.
Her ülkede birtakım işleri, hizmetleri yapacak, yürütecek çok kaliteli insanlar yetiştiriliyor, bunların sayılarının çok olması gerekmez. Kaç kişi lazımsa o kadar adam yeterlidir.
Türkiye kendisine azimle, sabırla, samimiyetle, ihlasla, feragatle, fedakârlıkla, idealist bir zihniyetle hizmet edecek eleman yetiştiremiyor. Tek tük, nadir istisnalar var, onlar kuralı bozmaz.
Birtakım işler, hizmetler, misyonlar donuk, sönük, ufuksuz, çapsız adamlar ve ekiplerle yapılamaz.
Bazı makamlara, mevkilere birtakım adamlar getiriliyor. Bizim partidenmiş, çok temiz ve inançlı bir kardeşimizmiş… Bunlar hizmet etmek, başarılı olmak için yeterli şartlar değildir.
Sıradan insanların, onlara hasta veya deli diyecekleri insanlar bulunmalıdır. Bu gibi kimseleri yetiştiremeyen toplumlar kısır toplumlardır. 22 Temmuz 2004