GHANDİ’nin hizmet etmek için politikaya, milletvekilliğine, dokunulmazlığa, mala, servete ihtiyacı yoktu. Biri beline sarılı diğeri omuzuna atılı iki peştemal, elinde baston makamında bir sopa, yalınayak başı kabak, ülkesi ve ideali için çalışırdı. Ghandi para kullanmazdı. Para istemez, para kazanmaz, paraya bakmazdı. Onun Vinoba isimli bir yardımcısı vardı. Otuz yıldan fazla bir müddet zarfında eline para almamış, para görünce gözlerini kapamıştı.

Nobel kazanan rahibe Tereza’ın da parayla işi yoktu. Nobel’den kazandığı 375 bin doları, Kalküta’daki fakirler için kurduğu hayır müessesesine vermişti.

Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Selahaddin Eyyubî, hayata gözlerini yumduğunda on kadar ülkenin sultanıydı. Sultanıydı ama şahsî malından, terekesinden cenazesini kaldıracak kadar para çıkmamıştı da masrafları yakınları, dostları yapmıştı. Selahaddin, işte bu yüzden büyük bir insan, büyük bir Müslümandı.

Sultan Üçüncü Murad, büyük veli Üftade hazretlerini ziyaret etmek için Bursa’ya gelmiş, sohbet esnasında kendisinden iki ricada bulunmuştu. Biri, “Beni oğulluğa kabul buyurunuz” demişti. Bu isteği kabul edilmişti. İkincisi, “Dervişleriniz için harcanmak için tekkenize üç köyün gelirini bağlamak istiyorum” idi ki, Üftade hazretleri bütün ısrarlara rağmen bu isteği kabul etmemişti. Mâneviyat sultanlarının paraya ihtiyacı yoktur.

Monla-yı Rûm Mevlânâ Celâlüddin Rumî hazretleri iftarlarda sadece bir yudum su içerek günlerce oruç tutardı. Hiçbir zaman on lokmadan fazla yememiştir. Yediğinde hasta olurdu. Ehlullah Efendilerimiz mübah olan şeylerde bile iktisatla hareket ederlerdi.

Para, nefis, riyaset, makam, mevki İslâmî hizmetler için en tehlikeli şeylerdir.

Irkçı rejimin, bir adadaki korkunç hapishanesinde tam yirmisekiz yıl hapis yatan Nelson Mandela, zindanda da büyük adamdı.

Büyük adamlar idam sehpalarında da büyüktür, güzeldir.

Büyük adamlar dünya nimetleri, makam mevki, riyaset, mal ve para için zalimlere takiye yapmazlar. İmamı Azam Ebû Hanife, kendisine teklif edilen Bağdat kadılığını kabul etmediği için yaşlı zamanında hapse atılmış, işkence görmüştür.

Büyük fıkıh imamlarından Ahmed ibn Hanbel hazretleri, Kur’an’ın “mahluk olduğu” yolundaki sapık inancı kabul etmediği için kırbaçlanmıştır.

Büyük din âlimi İmamı Serahsî, Mebsut Şerhi isimli ölümsüz eserini zalimler tarafından atıldığı zindanda telif etmiştir.

İmam Gazalî hazretleri, Nizamiye üniversitesindeki parlak tedris hayatını bırakmış, inzivaya çekilmişti. İki sene müddetle Şam’da Emeviyye camiinin minarelerinden birindeki küçük odada yatıp kalkmış, yatsı namazından sonra abdest yerlerini temizlemişti.

Belh hükümdarı İbrahim bin Edhem, dünya padişahlığını bıraktıktan sonra mâneviyat sultanı olmuştu. Meskeni olmadığı için soğuk gecelerde hamam külhanlarında yatardı. Ekmek alacak parası yoktu, bir parça kuru ekmek bulunca yer, bulamayınca şükrederdi.

Hasbeten lillah (sırf Allah rızası için) İslâmî hizmet yapmak için paraya, makama, riyasete ihtiyaç yoktur. Hakikî ve muhlis hizmetkârlar mahlukata değil, Halik’a (Yaratan’a) dönüktür.

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri yakın tarihimizdeki o büyük fütuhatı parasız, malsız, makamsız, riyasetsiz yapmıştır.

Ehlullah efendilerimiz “Riyaset hırsı, cinsî şehvetten üç yüz altmış defa daha şiddetlidir” buyurmuşlardır.

Servet, şan şöhret, riyaset ateşi cehennem ateşlerinden bir ateştir. İçinde bulunduğu adamı yakar, etrafındakileri yakar, ülkeyi yakar, Müslümanları yakar.

Tağut’un, Nemrud’un, Firavun’un, Neron’un metodlarıyla İslâm’a hizmet edilmez. Gerçek hizmet, Muhammed aleyhissalatü vesselamın sünneti ve ilkeleriyle olur.

Hizmet için bize çok para lazım diyerek yola çıkan ve efsanevî miktarlarda kara, kirli, necis servetler elde eden adamlar, bir müddet için bir miktar halkı kandırsalar bile bütün insanları ilelebed kandıramazlar, tarihi yanıltamazlar.

İslâm ribayı, rüşveti, irtikabı, ihtilası, hırsızlığın her türlüsünü, hortumlamayı, gayr-i meşru şekilde yüzde on komisyon almayı, bire yapılacak şeyi ikiye yaptırıp fazlasını üleşmeyi, adam kayırmayı, emanete hıyanet etmeyi, saçı bitmedik yetimlerin haklarına tecavüz etmeyi yasak ve haram kılmıştır. Bu büyük servetleri edinenler hem dünyada hem de âhirette rezil ü rüsvay olacaklardır.

Şirretliği ve cerbezeyi bıraksınlar. Hayır, onları tenkit edenler ne kâfir olur, ne münafık. Asıl münafıklar onlardır. Çünkü söylerlerse yalan söylerler, kendilerine bir emanet verilirse o emanete hıyanet ederler, vaad ettiklerinde de sözlerinden dönerler. Resûl-i Kibriya böyleleri için onlar münafıktır diyor.

Bir dinsizin, bir müşrikin, Tağutların peşine düşmüş bir sapığın yamukluk yapmasına şaşılmaz ama “Ben İslâm’a hizmet için ortaya çıkıyorum” diyen bir adamın yamukluğuna tahammül edilmez.

Resulullah’ın, Ashab-ı güzinin, Ehl-i Beyt’in, Sâlih Seleflerin, Evliyaullah’ın metodlarına zıt metodlarla ne İslâmî hizmet olur, ne de dinî bir faaliyet.

Nemrud ve Firavun metodlarıyla hizmete kalkışanlar sapıktır. Onları destekleyenler de şaşkındır.

Miskin ve fakir Müslümanlar sürünürken zekatları hükmî şahsiyetler adına toplayanlara ne demeli? Şeriat ve fıkıh böyle bir şeye izin veriyor mu?

Dinleri imanları para olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan, riyaset ve servet için her haltı yiyen insanlar büyük Müslüman olabilir mi? Şayet imanları varsa onlar moloz Müslümandır. İslâm’ı ve Müslümanları temsil etmek onların nesine gerek. Bir kenara çekilsinler, yiyebilirlerse biriktirdikleri kanunî servetleri yesinler. 24 Ağustos 2001