Cuma

Şu Türkiye’de kaç ateist vardır acaba.

Bin kişide biri böyle olsa, yekûn olarak

72 bin ateist

eder.

Geri kalanı Sünnî Müslüman olsun, Alevî Müslüman olsun, Hıristiyan veya Yahudi olsun hepsi Allah’a inanır.

Peki hal böyle iken, bu ülkenin en birinci kuvveti olan

medyada ateistlerin çoğunlukta olması normal midir, anormal mi?

Halkın binde 999’u Allah’a, bir dine inanıyor, lâkin birinci gücü kontrol edenler inanmıyorlar.

Böyle bir ülkede sosyal barış,

millî uzlaşma, huzur

olur mu? Olmaz! Çünkü ortada çok anormal bir durum vardır.

Ülkenin çok önemli siyasî ve bürokratik kuruluşlarından biri olan Dışişleri Bakanlığı’nı ele alalım.

Bu ülkede ne kadar Pembe var?

Bilemediniz bir iki milyon.

Genel nüfus içinde nisbetleri

yüzde bir

civarındadır. Gelgelelim,

Dışişleri Bakanlığı’nın yüksek makamlarını onlar işgal ediyor. Bu da anormal değil midir?

Birtakım temel kuruluşlarda, önemli köşebaşlarında böyle garip anormallikler müşahede edilmektedir. Türkiye’de bu yüzden bitmez tükenmez, müzmin bir çekişme ve kavga vardır. Millet Mersin’e gitmek istiyor,

“Birileri” tersine gitmek istiyor…

Bu memlekette ne kadar Yahudi var?

Resmî rakam

25 bindir

ama gerçekte sayıları daha azdır. Biz yine 25 bin diyelim. Genel nüfusa nisbetle üç binde bir. Peki Türkiye’nin büyük finansını, büyük ticaretini ithalat ihracatını, para işlerini kimler idare ediyor? Onlar… Bu tablo da büyük bir anormalliği sergilemektedir.

Üniversitelerde de buna benzer bir durum görülüyor. Bir referandum yapsanız, millete sorsanız bugünkü pürüzlü, krizli meseleler çok kolay halledilir. Lâkin birtakım egemen azınlıklar diretip duruyorlar.

Okullarda, barolarda, üniversitelerde başörtüsü meselesi halkoyuna sunulsa ne netice çıkar? Halkın büyük, ezici çoğunluğu

“Bırakın herkes istediği kıyafetle okusun, mesleğini icra etsin…”

demez mi? Medenî ve demokratik dünyaya bakınız. Onların hepsinde, Müslüman kızlar başları örtülü oldukları halde yüksek tahsil yapabiliyor. Sadece üniversitelerde değil, ilkokuldan liseye kadar bütün okullarda da

(Nâdir istisnalar dışında)

başörtüsü serbesttir. Bizde ise okullarda, üniversitelerde şiddetle yasaktır. Bizde Müslüman bir avukat hanım, başörtülü olarak mesleğini icra edemez.

İş o raddelere vardırıldı ki,

çocuğunun diploma töreninde bulunmak üzere Balıkesir’den Erzurum’a gelen zavallı bir anne, başıörtülü olduğu için tören salonuna sokulmadı.

Bu kadar insafsızlık olur mu?

Türkiye’de başları örtülü olduğu için okuyamayan birkaç yüz kızımız Avusturya’ya gittiler, orada okuyorlar. Avusturya teokratik bir devlet değil, demokratik bir rejimle idare ediliyor. Orada Müslümanların tesettürüne, başörtüsüne karışılmıyor.

Birtakım Pembeler, ateistler Fransa’da başörtüsü yasaklandı diye bir sürü şamata yaptılar, yaygara koparttılar.

Halbuki oradaki bütün üniversitelerde, yüksek okullarda, Katolik liselerinde, özel okullarda başörtüsü serbesttir.

Yasak sadece resmî liselerdedir.

Bunlar ne yalancı adamlar…

Bizde din ile siyasî sistem arasında hep kavga var. Bütün medenî, ileri, demokratik ülkelerde din ile devlet barışıktır, uzlaşma içindedir. Doğru olan da bu değil midir? Din evrensel bir değerdir. Devletin onunla barışık olması gerekmez mi?Gelgelelim, bizdeki anormaller böyle bir şey istemiyorlar.

Peşin peşin konuşanlar da var.

“Başörtüsü konusunda referandum yapılsa, halk serbest bırakılsın dese, Meclis kanun çıkartsa, yine geçerli olmaz…”

diyorlar. Allah Allah…

Bütün medenî dünyada serbest… Bizim halkımız da serbest olmasını istiyor…Lâkin birtakım egemen azınlıklar izin vermiyor.

Peki tutarlı gerekçeleri var mıdır? Yoktur yoktur yoktur…

Peki ülkemizdeki bu anormallikler nasıl giderilecektir? Bu konudaki görüşlerimi, çare ve çözümlerimi, tekliflerimi maddeler halinde arz ediyorum:

Birinci madde:

Büyük medyadaki anormallikler mutlaka giderilmelidir. Ezici çoğunluğu teşkil eden

Müslümanlar ülkenin en büyük, en tesirli, en tirajlı, en güvenilir günlük gazetesine, yine en büyük ve tesirli haftalık dergisine, bunlara paralel olarak en güçlü televizyon kanalına sahip olmalıdır.

Dikkat buyurunuz: Gazete

hem yüksek tirajlı olacak, hem de çok tesirli ve güvenilir olacak.

Meselâ günde bir milyon satacak, büyük ağırlığı ve etkisi olacak. Dergi

haftada en az 250 bin satmalı ve ses getirmelidir. Televizyon kanalı da ülkenin birinci kanalı olmalıdır.

Müslümanlar böyle bir medyaya sahip olmazlarsa bugün olduğu gibi nal toplamaktan kurtulamazlar. Medyada birinci ve en güçlü sen değilsen, seçimlerde yüzde doksan oy alsan bile gerçek iktidar olamazsın. Böyle bir medyaya sahip olmak için dünyanın en büyük üniversitelerinde tahsil görmüş, beş altı yabancı dil bilen; kültür, aksiyon, estetik, şahsiyet bakımından karşıtlarından çok üstün elemanlar yetiştirilmesi gerekir. Bu devirde Müslüman gazetesi çıkartmak yanlıştır. Türkiye’nin bütünü için gazete, dergi çıkartacaksın ve birinci sen olacaksın. Biz ise, Müslüman gazetesi, dergisi çıkartmaktan geçtim; cemaat, hizip, fırka, tarikat yayın organı çıkartıyoruz.

İkinci madde:

Müslümanlar

en zeki, en karakterli, en ahlâklı ve faziletli, en istidatlı, en kabiliyetli, en cevherli çocuklarını edebiyat, lisan, eğitim, güzel sanatlar, mimarlık, iletişim, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal kültür branşlarında yetiştirmelidir.

Türkiye üniversiteleri bugünkü durumlarıyla bu sahalarda yeterli eleman yetiştiremez.

Böyle çocuklarımızı Avrupa, Amerika, Japonya üniversitelerinde, sıkı bir denetim altında okutmalıyız.

Gerekirse bir tek süper eleman için milyonlarca dolar harcamalıyız. Bu para birtakım din baronlarında mevcuttur.

Kendilerine yatırım yapılan gençlerin en ufak bir ihmallerine, en ufak bir sapmalarına bile hoşgörü göstermemeliyiz.

Böyle hizmetlerde ufak bir ihmal büyük bir ihanet sayılır.

Üçüncü madde:

Müslümanların bu hallere düşmelerinin büyük ve ana sebeplerinden biri de

yakın tarihimizdeki korkunç din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığıdır.

Müslümanlar bu din sömürüsünü önlemedikleri müddetçe zilletten, esaretten, rezaletten, hakaretten, ezilmekten, sürünmekten kurtulamayacaklardır. Yakın tarihimizde islâmî hizmetler ve faaliyetler için yüz milyarlarca dolar toplandı ve harcandı. Bu muazzam rakamın kaçta kaçı gerektiği şekilde ve hasbeten lillah harcanmıştır?

Dördüncü madde:

Plansız, programsız, stratejisiz, hesapsız kitapsız ne hizmet olur, ne de ciddî bir faaliyet.

Müslümanların, birkaç ehliyetli uzman bularak kendilerine

Ümmet çapında bir plan ve program yaptırmaları, bir strateji hazırlamaları

gerekmektedir

. Derme çatma reçetelerle, ucuz kurtuluş reçeteleriyle bu kadar olur.

Beşinci madde:

İslâm dininde Ümmet işlerinin

istişare

(danışma)

ile görülmesi farzdır. Kimlerle istişare edilecek?

Ehil, mu’temen, güvenilir, ihtisas, görüş, ufuk sahibi kimselerle.

Altıncı madde:

Müslümanların içine ajanlar, casuslar, provokatörler, manipülatörler sokulmuştur. Müslümanlar

“Böl, parçala ve hükm et”

kuralı gereğince bin parçaya, hizbe, cemaate ayrılmıştır.

Mutlaka Ümmet birliği sağlanmalıdır.

Ümmet birliğinin olmadığı yerde çeşitliliklerin kıymeti olmaz. Önce birlik olacak, sonra müsbet çeşitliliğe ruhsat verilebilir.

Yedinci madde:

Son yirmi yıl içinde Avrupa’daki Türkiyelilerden toplanan paralarla çok hizmetler, çok faaliyetler yapılabilirdi.

Hattâ bu paraların bir kısmı ile yerli-millî otomobil fabrikaları, uçak fabrikası bile kurulabilirdi. Ne oldu bu paralar?

Lütfen beni fazla konuşturmayın…

Sekizinci madde:

Memleket yanıyor, memleket batıyor, memleket sessizce işgal ediliyor. Büyük ve korkunç bir yangın var. Sosyal ve kültürel yapımız zelzelelerle çatırdıyor. Bizi biz yapan, bizi ayakta tutan temel değerlerimiz yıkılıyor. Rahşan Ecevit’in bile

“Din elden gidiyor!”

diye haykırdığı bir devirde yaşıyoruz. Ve böyle genel ve korkunç bir yangın içinde birtakım rezil, sefil, alçak, münafık, hain herifler şahsî menfaat, rant, ikbal, prestij, nefsanî ihtiraslar peşinde koşuyor. Nemrud ve Firavun gibi lüks ve ihtişam içinde yaşıyor.

Şeytandan aldıkları

“Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır”

fetvası ile haram yiyorlar, saçı bitmedik yetimlerin haklarını gasb ediyorlar. Müslümanlar bu haşaratı destekledikleri, onların yalan ve dolanlarına kandıkları müddetçe kurtulamayacaklardır. Kurtulmak bir yana daha beter olacaklardır.

“Müslümana her şeyin en iyisi layıktır”

diyen herifler ve karılar niçin hizmetin, faaliyetin, en iyisini yapmıyorlar? 16 Temmuz 2005