Büyük Bir Velînin Kabrine Yapılan Saygısızlık
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 28 Aralık 2018
Cuma
Ahmed Kuddusî hazretleri Anadolu’da zuhur etmiş büyük velilerdendir. 1769 yılında Niğde’nin Bor kazasında (ilçesinde) doğmuş, 1849’da aynı şehirde vefat etmiştir. Pederi de alim ve veli idi. Medresede okudu, şer’î ilimleri tahsil etti. Tarikat ve tasavvuf terbiyesi aldı, kâmil (olgun) bir insan oldu. 1807-10 tarihindeki Osmanlı Rus savaşına katıldı, bizzat cihad etti. Hicaz’a gitti, Mekke’de Hira, Medine’de Uhud dağında inzivaya çekildi.
Kendileri Şeriat-i garra-i Ahmediye’ye sımsıkı bağlı idi. Zühd ve takva sahibi idi. Zarurî ihtiyaçları dışında dünyaya ve zenginliklerine arka çevirmişti. İnsanlara imanı, İslâm’ı, Şeriatı, Peygamber sünnetini öğretmek için ömrü boyunca muhlisen lillah Allah için ihlasla çalışmış, nice kimsenin hidayetine ve ebedî saadetine vesile olmuştur. Onun öğütlerini dinleyen kimseler ebedî saadet yolunu bilmiş ve bulmuşlardır. Divan’ı meşhurdur, başka faydalı ve değerli eserleri de vardır.
Yakın tarihimizde bu zatın Bor’un içindeki tarihî kabristanda bulunan ve halkın ziyaretgahı olan kabr-i şerifi zalimler tarafından (diğer bütün kabirlerle birlikte) açtırılmış ve şehir dışına nakl edilmiştir.Bu nakle halk karşı çıkmış ise de devrin kaymakamı, belediye başkanı ve jandarma kumandanı halkı dinlememişler, bu mübarek zatın kabrine karşı edeb ve hürmet dışı laflar etmişlerdi. Kabr-i şerifi halktan kimse yıkmaya ve başka yere nakl etmeye razı olmayınca hapishaneden getirilen mahkumlara açtırmışlardır. Bu esnada öfkeli bir bürokrat (sıfatını, rütbesini yazmıyorum) velinin kabir taşına tekme vurarak “Kazın!..” diye emir vermiş ve anında yere düşerek “Beni kurtarın beni kurtarın…” diye bağırarak can vermiştir.
Kabri açılıp, kefenli ceset görüldüğünde, kefenin bembeyaz durduğu müşahede edilmiştir. Kabirden dışarıya çok güzel bir koku yayılmıştır.
Hava sıcak olduğu ve gök açık bulunduğu halde, semada aniden bulutlar görülmüş, yağmur çiselemiş, serinlik ve ferahlık hasıl olmuştur.
Ahmed Kuddusi hazretlerinin naaşı yeni bir kefene sarılarak şehir dışındaki yeni kabristana nakl edilmiştir.
Yeri gelmişken Kuddusî hazretlerinin divanından bir şiiri aşağıya alıyorum:
Cem’ eyleme bu cîfe-i murdarı, ölüm var,
Kenz etme sakın dirhem ü dinarı, ölüm var.
Şeddad ile Nemrud’u ölüm neyledi fikr et,
Mahvoldu kamu asker ü cahları, ölüm var.
Karun ile Fir’avnı düşün var ise aklın
Kurtaramadı kenzleri anları, ölüm var.
Zikr eylese çok ölümü insan uyanır heman,
Der nefsine hiç işleme isyanı ölüm var.
Kuddusî-i miskin sözünü tut, sana der ki:
Hakk(ı) isteyelim, neydelim ağyarı, ölüm var.
Maalesef yakın tarihimizde binlerce tarihî İslâm kabristanı yok edilmiş, düzlenmiş, içlerindeki büyük velilerin, ulemanın, salihlerin mezarları silinip gitmiştir.
İslâm fıkhı, değil İslâm kabristanlarının, Müslümanların koruması ve zimmeti altında bulunan Ehl-i Kitabın kabristanlarının bile yok edilmesine izin vermez.
1923’te Lausanne andlaşması ile ülkemizde İngiliz kabristanları, İstanbul’daki ve bazı şehirlerimizdeki Rum ve Ermeni mezarlıkları korunma altına alınmış idi, lakin maalesef İslâm kabristanları korunmamıştır.
Yakın yıllara kadar Karacaahmet, Eyüb Sultan gibi tarihî kabristanlar büyük ölçüde tahrip edilmiştir.Bazı gözde yerlerde bir kabir on bin, yirmi bin dolara, hattâ daha fazlaya satılmıştır. Ecdadımızın kabir taşları kırılıp atılmıştır. Karacaahmet Mezarlığı’nda atılmış, kırılmış tarihî mezar taşları toprağın altına gömülmüştür.
İslâm kabristanlarına, Müslüman mezarlarına yapılan bu zulümlerin failleri, bu yolla büyük paralar vuranlar lanetli kişilerdir.
Yakın tarihimizde Müslümanlara ve İslâm kültürüne yapılan zulümleri unutmayalım. Ölülerimizi rahmetle analım, zalimleri kınayalım.
Bir Haram Para Zenginine Açık Mektup
Evet senin servetin doların milyarını aştı ve sen hâlâ daha zengin, çok zengin, en zengin, zepzengin olmak için çırpınıyorsun.
Senin servetin bundan sonra gelecek yedi kuşak torununa tosununa yeter de artar ama sen mal, para, servet ihtirasını hâlâ gemleyemiyorsun.
Gemlemek bir tarafa her geçen gün daha azgınlaşıyorsun.
Be adam nereye götüreceksin bunca parayı, malı, serveti?
Bilmiyorsun, anlamıyorsun, lakin sen yokuş aşağı frensiz bir iniş içindesin.
Sen paraşütsüz düşüyorsun.
Bu kadar malın, paranın, servetin hesabını nasıl tutuyorsun? Bir insan beyni buna tahammül edebilir mi?
Para para para!.. En sonunda birkaç metrelik beyaz bir kefen bezine sarılıp toprağa konulacaksın.
Bilge kişiler ihtiyaçlarını, masraflarını, servetlerini çoğaltmaz. Sende zerre kadar bilgelik yok.
Senin servetin helal midir, ak mıdır, şeffaf mıdır?
Karapara ile şimdiye kadar kim âbad olmuş ki, sen olacaksın…
“Nereden buldun bu korkunç serveti?” sorusuna cevap verebilir misin?
Yarın ahirette Hesap Günü’nde Mahkeme-i Kübra’da hesaba çekileceğini bilmiyor musun? Müslümanım diyorsun, İslâm’ın haram kazancı yasak kılmış olduğunu niçin düşünmüyorsun?
Riba yasaktır, haramdır, ateştir.
Rüşvet, irtikâb haramdır yasaktır.
Nüfuz ticareti yasaktır haramdır.
İhalelere fesat karıştırmak yasaktır haramdır.
Saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemek haramdır.
Fakir halkın hukukuna el uzatmak haramdır.
Helalin hesabının, haramın azabının olduğunu ne zaman anlayacaksın?
Peygamber “Rüşvet alan da veren de Cehennem ateşindedir” buyurmuştur, haberin yok mu?
İnsan Cehennem’deki ateşinin odununu dünyadan götürürmüş. Sen Cehennem’e ne çok odun gönderiyorsun.
Senin bu gidişin nereyedir? Cennet’e mi Cehennem’e mi?
Bunca haram ile senin yatacak yerin yok.
Bu yazım Müslümanlara hitap ediyor. Kafirler okumasa da olur. Canları isterse okusunlar. Şimdi sadede gelelim: Biz Müslümanların ezelde Elest Bezmi’nde Allah ile yapılmış bir ahd ü misakımız vardır. Bizlere soruldu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Biz ne cevap vermiştik? Kur’ân haber veriyor “Kalu Belâ= Evet Sen elbette bizim Rabbimizsin.”
Biz bu dünyada çok şükür bu ahd ü misakımızı hatırladık, kalp ile tasdik, lisan ile ikrar ederek mü’min olduk.
Lakin son zamanlarda büyük sayıda Müslüman bu ahd ü misaka zıt işler yapıyor. İman ediyor ama onun gereklerini hayata uygulamıyor.
Türkiye’nin şu Müslüman çoğunluğuna bakalım:
Günlük beş vakit namaz terk edilmiş.
Namaz kılan azınlık, cemaati terk etmiş.
Emr-i mâruf ve nehy-i münkeryapılmaz olmuş.
Peygamberimizin Sünnet-i seniyyesine uyulmuyor.
Bir kısmı küfre götüren son derece vahim bid’atler yaygın hale gelmiş. Aldıran yok.
Fısk ve fücur mütecâsiren ve mütecâhiren (cesurca, küstahça, açık bir şekilde) işlenir olmuş.
İslâm şeriatının yasaklamış olduğu her türlü kebair (büyük günah) yaygın şekilde işleniyor.
Riba bütün toplumu istilâ etmiş.
İçki seller gibi, kumar yaygın, lotaryacılık normal bir şey olmuş.
Tesettür gitmiş hicab ve hayâ yerlerde sürünüyor.
Toplum bir bina ve zina toplumu olmuş.
Para, din iman haline gelmiş.
Ayaklar baş, başlar ayak olmuş.
Müslümanların beytülmali yağmaya verilmiş.
On milyonlarca Müslüman, kâfirleri öylesine taklid eder hale gelmiş ki, onlar sıçan deliğine girseler Müslümanlar da girecek.
İrtidat (dinden çıkış) yaygın ve kütlevî hale gelmiş.
Kötülüklerin, fıskların, günah ve isyanların hangi birini sayayım?
Medreseler kapatıldığı için icazetli ulema sayısı çok azalmış.
Toplum yeteri kadar uyarılmıyor.
Bu gidişatın sonu felakettir.
Böyle bir toplum nurlu ufuklara değil, karanlık ufuklara koşar.
Zelzeleler… Su baskınları… Yangınlar… Adam öldürmeler… Hırsızlık, eşkiyalık…
Anarşi, kaos, savaş…
Kuraklık, açlık, pahalılık…
Yularını şeytana veren bir toplum iflah olmaz.
Târik-i salat ve cemaat olan Müslüman bir toplum necat bulmaz.
Parayı din gibi seven Müslümanlar iyi Müslüman mıdır kötü Müslüman mı?
Hem Allah’a iman ettik diyoruz, hem O’nun emirlerini yerine getirmiyoruz, yasaklarından kaçınmıyoruz.
Hem Kur’ân bizim kitabımız ve düsturumuzdur diyoruz, hem de ona uymuyoruz.
Hem Peygamber’e (salat ve selam olsun O’na) iman ettik diyoruz, hem O’nun Sünnetine yapışmıyoruz, yolundan ve izinden gitmiyoruz.
Hem Müslümanız diyoruz, hem de lüks, israf, gösteriş, aşırı tüketim, gurur, kibir içinde yaşıyoruz.
Lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks dekorasyon, lüks binitler, lüks giysiler bizi sarhoş etmiş. Peygamber ve Ashabı, ondan sonra gelen takvalı ve iyi Müslümanlar nasıl yaşamışlar, umurumuzda bile değil.
Nice Müslüman Tağut’u, harbî kafirleri destekliyor.
Cuma ezanı okunduktan sonra büyük şehrin sokaklarına, çarşılarına, meydanlarına, dükkanlarına, nakil vasıtalarına bakınız. Sanki bayram gibi. Hani Cuma ezanı okununca iş güç ticaret bırakılıp camiye gidilecekti…
İslâm dini kadar gıybeti şiddetle yasaklayan başka bir din var mı?.. Şu dünyada bir kısım (yüzde kaç?) Müslümanlar kadar gıybet yapan, gıybeti seven var mı?
Din bize başımıza bir İmam, bir Emîr, bir Reis seçin diyor.Bizim bu emirden haberimiz bile yok.
Birtakım dâl ve mudil kimseler “Yahudilik de hak dindir, Nasranilik de hak dindir. Halen üç hak İbrahimî din vardır. Bunların bağlıları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir” diyor. İtiraz eden kaç kişi çıkıyor?
Sevgili Müslümanlar, muhterem Müslümanlar!…
Durumumuz iyi değildir, gidişimiz iyiye değildir. Gafleti bırakalım, hayallerle, boş tesellilerle yatıp uyumayalım.
İslâm aksiyon (amel) dinidir. En kolayı olan beş vakit namazdan ve bunları cemaatle kılmaktan başlayalım.
Kardeşler arasındaki tefrikalara, nifak ve şikaka son verelim.
Ahlâkı fesada uğramış bir toplum iflas olmaz. Ahlâkımızı Kur’ân’a, Sünnete, Sâlih Seleflere uygun hale getirelim.
Başımıza sâlih, muttaki ve ehliyetli bir İmam seçmek gerektiğine dair yoğun bir propaganda yapalım.
İçimizdeki münafıkları, ajanları, casusları, Haçlı ve Siyonist uşaklarını, facirleri, fasıkları, mürtedleri, şeytanları kusalım, dışlayalım.
Ümmet içinde doğruluğu, dürüstlüğü, emaneti, istikameti hakim kılalım.
Kullardan değil Allah’tan korkalım.
Haram yemeyelim ve yedirtmeyelim. Haram yiyenleri zalimleri, fasıkları asla desteklemeyelim.
İslâm’a, Şeriat’a, Kur’ân’a, Sünnet’e, Salih seleflere uymaz ve kendimizi toparlamazsak geleceğimiz çok karanlıktır.
Camilerde Müslümanların sünnet ve nafile namaz kılmalarını engellemek bir zulüm değil midir? “SayınMüslümanlar cumanın iki rekat farzını kıldıktan sonra sakın başka namaz kılmayın” demek yanlış değil midir?.. Elbette zulümdür ve yanlıştır.
Yazıklar olsun ki, bazı taşra şehirlerimizde böyle zulümler ve yanlışlar sergileniyor.
Türkiye halkının ezici ekseriyeti Hanefî ve Şafiî mezheplerine/fıkıhlarına bağlıdır.
Hanefî Müslümanlar için en güvenilir, muteber, sahih ilmihal/fıkıh kitabı merhum ÖmerNasuhi Bilmen hazretlerinin telif ve tasnif ettiği “Büyük İslâm İlmihali”dir. Bu muhterem zat, Halifelik zamanında Fatih sahn medresesinde okumuş, imtihan vermiş ve geçerli bir icazet almıştır. Kendisi bir bakıma Hatemü’l-fukahadır.
Bakınız Büyük İslâm İlmihali’nde Cuma namazından sonra kılınan namazlar nasıl anlatılıyor:
“Cumanın iki rekat farzı cemaatle cehren edâ olunur. Bu farzdan sonra da yine öğlenin ilk dört rek’at sünneti gibi cumanın son dört rek’at sünneti kılınır. Bundan sonra da Zuhr-i âhir adıyla dört rek’at daha namaz kılınır ki; buna dair ileride malumat verilecektir. Bunu müteakip de sünnet-i vakit niyetiyle tam sabah namazının sünneti gibi iki rek’at namaz daha kılınır.” (Büyük İslâm İlmihali, 1985 baskısı, s.161)
Şimdi birtakım adamlar kalkmışlar, “Hayır cumadan sonra namaz kılınmayacaktır” diye diretiyor.
Böyle bir diretme Müslümanların din, ibadet, vicdan hürriyetine vurulan bir darbedir.
İnsan Allah’a ibadetle emr edilmiştir. Namaz ibadetin, kulluğun başıdır. Farz, vacib, sünnet mutlaka kılınmalıdır. Bunlardan başka nafile (tatavvu) namaz kılmak da çok iyi bir şeydir.
Cuma namazından sonra dört rekat zuhr-i âhir namaz kılmak lazımdır. Çünkü zamanımızda İmam-ı Kebir veya Emîrü’l-mü’minîn yoktur, onlardan beratlı ve icazetli Cuma imamları ve hatibleri yoktur. Zuhr-i âhiri kılmakta yarar vardır.
Sultan Abdülhamid zamanında bu namaz kılınmasa da olabilirdi, bu devirde mutlaka kılınmalıdır.
Son gerçek Halife Sultan Abdülhamid’tir. Ondan sonraki Halifeler sûrî halifedir. Çünkü güç ve iktidar onların elinde değil, bir kısım Dönme, Farmason, dinsiz olanJön Türk şakilerinin elindeydi.
Farz olsun, Sünnet olsun, nafile olsun namaz nurdur.
Müslümanları, beytullah olan camilerin içinde namaz kılmaktan men etmek, “kılmayın, kılınması gereksizdir” gibi sözler sarfetmek ne büyük bir beyinsizlik ve insafsızlıktır.
Bu zulmü kimler yapıyor?
Kendilerini Selefî olarak tanıtan, aslında Vehhabî olanlar yapıyor.
Tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan müftülüğe bile ehil olmadıkları halde müctehidlik taslayanlar yapıyor.
Dinde reform, yenilik, değişiklik isteyenler yapıyor.
Tarihselciler yapıyor.
Aklı başında bir ehl-i sünnet hocası kesinlikle böyle saçmalıklar yapmaz.
Sevgili Müslümanlar!.. Cuma namazının farzından sonra, Büyük İslâm İlmihali’nde yazılı olan zuhr-i âhir namazını mutlaka kılınız. Sünnetleri kılamasanız bile onu terk etmeyiniz.
Camilerde cumanın farzından sonra namaz kıldırmamak isteyen zalimlerle yasal sınırlar içinde mücadele ediniz.
YaRabbi!.. Ne günlere kaldık…Eskiden dinsizler, kâfirler namazı engellemek istiyorlardı, şimdi bu zulmü birtakım Müslümanlar yapıyor.
Cuma namazından sonra sünnet ve zuhr-i âhir namazlarını kılmayanları kılmaya teşvik edeceklerine, kılmamaya teşvik ediyorlar. Hattâ kılmamaları hususunda zorluyorlar. Allah’ım bize akıl ve fikir ver.
1. PKK’yı Kürtler kurmadı. Ermenistan’ın, Kripto Ermenilerin, İsrail ve ABD’nin yardım ve desteğiyle kuruldu.
2. Bir ara, sözde PKK ile mücadele etmesi için islâmî bir Kürt teşkilâtı kurdurdular, sonra vakti gelince onu kan içinde boğdular.
3. PKK ile Ergenekon arasında çok yakın bağlar vardır.
4. PKK’yı kurduttular… Bitirtmediler…Sürdürdüler…
5. PKK’nın gölgesinde ve tozu dumanı içinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu, silâh ve ticareti ve kaçakçılığı yaptılar.
6. Öcalan onların adamı idi. Onu kullandılar. Hareketin başına onu geçirdiler.
7. PKK terörü esnasında öldürülen 30 bin kişiyi (rakam doğru mudur?) hepsini PKK öldürmemiştir.
8. Kuzey Irak’taki büyük ve güçlü Kürt aşiretleri Türkiye’den yanaydı. İsrail’in, Haçlıların, Siyonist ve emperyalistlerin yönlendirmesi ile o aşiretlerle birlikte hareket etmediler,
bugünkü hale getirdiler. Onlara devlet başkanı muamelesi yaptılar.
9. Güneydoğudaki Kürt kökenli halkı devletten soğutmak için her habaseti yaptılar.
10. Binlerce Kürt köyünü boşalttılar, bağlarını bahçelerini tahrip ettiler, halkını perişan vaziyette sürdüler.
11. Kürtlere düşman muamelesi yaptılar, kimine insan pisliği yedirdiler.
12. Kürt köylüleri dinlerine bağlı idiler. Türklerle Kürtler din kardeşliği bağı ile barış içinde yaşıyordu. Oralardaki medreseleri, tekkeleri söndürdüler, dindarlığı baltaladılar, ateizm ve fısk tohumları ektiler. 20 Ekim 2008