Pazartesi

 

Yer gök değişim diye bağırıyor. Geç kalmayın, geç kalmayın, bir an önce köklü değişimler yapın; milleti, vatanı, devleti kurtarın diyorlar. Her büyük rezalet, her skandal, her efsanevî soygun, her Susurluk kazası, her banka boşaltılması değişimin zarurî, elzem olduğunu haykırıyor. Lakin kulaklar sağır, bu sesleri duymuyor; gözler görmüyor, vicdanlar mühürlenmiş.

Temellerine kadar çatlamış, sarsılmış, yana yatmış binayı kurtarmak, aynen muhafaza etmek için uğraşıp duruyorlar. Bu bina bitmiştir. Büyük tâmirat, köklü değişim, tepeden tırnağa restorasyon gerektiğini anlamıyorlar.

60 sene önce Başbakan Doktor Refik Saydam ne demişti? “Biz de A’dan Z’ye kadar her şey bozuktur” diye açıkça beyan etmemiş miydi? Bu, mutlak, komple bir bozukluktur. Ufak tefek tamiratla, boya badana ile bunca bozukluk düzeltilmez.

Önce sistem değişecek, yeni bir anayasa yapılacak, resmî ideolojiye veda edilecek. Her şey özelleştiriliyor da resmî ideoloji niçin özelleştirilmesin? Rusya’da hâlâ komünistler ve Komünist Partisi var. Lakin komünizm devletin resmî ideoloisi değil. Özelleştirilmiş, isteyen inanır, bağlanır, istemeyen kabul etmez. Artık orada devletin, milletin, ülkenin, hukukun, gerçeğin üzerinde bir ideoloji hakimiyeti yok.

İspanya’da da Frankizm özelleştirildi. Orada şimdi tam bir demokrasi var, hukukun üstünlüğü prensibi var, temel ve evrensel insan haklarına riayet ve saygı var.

Sistem ve Anayasa değişikliğinden sonra ilk iş eğitimi millî kimliğe ve tarihî devamlılığa göre ayarlamak ve çağ seviyesinde vasıflı, güçlü, üstün, kültürlü, ahlaklı Türkiyeli aydınlar yetiştirmek üzere harekete geçmektir. İngiltere, Fransa, Kanada, Singapur, Japonya, Güney Kore ve başka ileri, akıllı, medenî, başarılı ülkelerin eğitim sistemleri gibi bizde de kemmiyet (sayı çokluğu) ikinci plana atılmalı, bütün güç keyfiyet üstünlüğüne verilmelidir. Okullardan, liselerden mezun olmak çok ama çok zorlaştırılmalıdır. Liselere bitirme ve bakalorya imtihanları konulmalıdır.

Türkiyelilerin millî kimlikleri üzerindeki bütün ipotekler, baskılar, vesayetler, antidemokratik hükümler, zâlimane yasaklar kaldırılmalıdır. Öncelikle lisan ve tarih üzerindeki kısıtlamalar, yalanlar sona erdirilmelidir.

Anadolu ve Trakya topraklarında bir Türkiye varsa, Türkler varsa, Türk devleti varsa bu varoluşun ana sebebi İslâm’dır. İslâm dini ve Müslümanlar üzerindeki bütün yasaklara, kısıtlamalara, baskılara, zorlamalara son verilmelidir.

Türkiye Müslümanları en az ABD Müslümanları (Orada şimdi 15 milyon Müslüman yaşıyor), İngiltere Müslümanları (Orada da milyonlarca Müslüman var), Kanada’da, Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar kadar hür olmalıdır. Halkın çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlar kendi öz vatanlarında güven içinde, korkusuzca yaşayabilmeli; din ve inanç hürriyeti konusunda hiçbir baskı ve zulme mâruz kalmamalı, inançlarına göre bir hayat yaşayabilmelidirler.

Şu memlekette bilemediniz on onbeş bin kadar Farmason var. Onlar da, dört ayrı teşkilata ayrılmış. Bu onbeş bin Farmason bu ülkede hür, serbest, serazad, güvenli, müreffeh, korkusuz bir şekilde yaşayabiliyor da on milyonlarca Müslüman Türkiyeli niçin yaşayamıyor? Bugünkü durum anormal değil midir?

Bu memlekette en fazla bir kaç yüzbin Sabataycı, yani iki kimlikli bir cemaat vardır. Zahirde Türk ve Müslüman görünürler, gerçekte ise Museviliğin Sabatay Sevi tarikatına mensupturlar. Bazılarının gizli Yahudi isimleri vardır. Üsküdar Bülbülderesi’nde kendilerine mahsus özel mezarlıkları vardır. Başhahamları, hahamları, sinagogları vardır. Bu cemaat ülkemizde büyük bir hürriyet ve emniyet içinde yaşayabiliyor da Müslümanlar niçin yaşayamıyor? Şimdiye kadar dinî inançları, iki kimlikliliği yüzünden bir Sabataycının ağır cezaya verildiğini, tutuklandığını, hapishanelerde çile çektiğini duydunuz mu?

Evet soruyorum, bu memlekette yaşayan on milyonlarca Müslümanın on bin Farmason, birkaç yüz bin kadar Sabataycı kadar hakkı, haysiyeti, hürriyeti, güvenliği yok mudur?

Ülkemizde maalesef genel bir kokuşma, tefessüh, çöküş, dağılış, çözülüş müşahade edilmektedir. Temel müesseseler dejenere olmuştur. Devlet bütçesi vatanın ve milletin yararına olan işler için kullanılmamakta, hırsızlara ve hortumlayıcılara peşkeş çekilmektedir. Her konuda, her sahada tehlike çanları çalmaktadır. Ziraat, hayvancılık, balıkçılık can çekişiyor. Sanayimiz korkunç bir dar boğaza girmiştir.

Alçak, rezil, namussuz, şerefsiz partizanlar devletin imkanlarını arpalık gibi kullana kullana bugünkü iflasa, bitişe sebebiyet vermişlerdir. İhtiyacın üç misli memur alınmış ve bütçe bunların maaşlarını ödeyemez hale gelmiştir. Sosyal Sigortalar, Emekli Sandığı hakkında ilgili bakanın feryatlarına kulak veriniz. O müesseseleri nasıl batırmışlar, bitirmişler.

Herif koskoca bankayı kasıtlı, şuurlu şekilde soyuyor, boşaltıyor ve kendisine hiç kimse bir şey yapamıyor. İsim vererek yazsam beni mahkemeye verir ve çıramı yakar.

Medyaya akseden skandallar, pislikler, büyük hırsızlıklar, hortumlamalar buzdağının yüzde biri bile değildir.

Emanete hıyanet, ehliyetsizlik, liyakatsizlik, partizanlık, yalan, soygun, talan, hortumlama… Bir ülke, bir halk, bir devlet bu kadar suikasta tahammül edemez. Tedbir alınmaz, köklü ve büyük değişiklikler yapılmazsa ip bir yerden incelecek ve kopacaktır.

Ülkede bunca kötülük varken birtakım kimselerin ve zümrelerin hâlâ İslâm ile, Müslümanlar ile uğraşması akıl kârı mıdır? Başörtüsü takıyormuş, örtü siyasal bir simgeymiş, bu yüzden üniversiteye giremezmiş. Yok canım!.. Bir kere başörtüsü siyasî bir sembol değil, dinî bir kıyafettir. Tesettür, İslâm’ın temel farzlarındandır. ABD, Kanada, İngiltere, İsveç, Avusturalya devletleri başörtülü kızların okullara ve üniversitelere girmelerine engel olmuyorlar da Türkiye’de niçin olunuyor? İngiltere’de yedi sekiz yaşındaki Müslüman kızlar bile, aileleri isterse başörtüsü ile ilkokula gitmektedir. Orada bunu herkes çok tabiî görüyor.

“Madem ki, öyle inanıyorlar, elbette başları örtülü olarak okuyacaklar” deniliyor.

İsviçre’nin bir kantonunda kadınların oy verme hakkı yoktur. Kaç defa halk oylaması yapılmış ve reddedilmiştir. Bu yüzden İsviçre geri bir ülke midir? Türkiye’yi bugünkü perişan hale getiren kişiler, zümreler ve zihniyet tarihin yüce divanında yargılanacaktır. 25 Temmuz 2000