Perşembe

 

İsteklerim ve tenkitlerim basit görünebilir. Ancak bunlar çok temel istekler ve ihtiyaçlardır. Bir ülkede bu değerler olmazsa orada yaşanmaz.

Birinci olarak hürriyet lâzımdır. Türkiye’de hürriyet yok mu? Var ama çoğunluğu teşkil eden Müslümanların hürriyetleri kısıtlıdır, sık sık ve vahim şekilde ihlâle uğramaktadır.Bu ülkedeki dindar vatandaşların, en az dinsizler kadar hürriyete sahip olmaları gerekir. Elimizi vicdanımıza (vicdanımız varsa) koyarak şu soruya cevap verelim: Bu ülkede dindar Müslümanların Masonlar, Sabataistler, ateistler, resmî ideoloji (veya resmî din) mensupları kadar hürriyeti var mıdır? Yoktur yoktur yoktur. Niçin? Çünkü hiçbir Mason veya Sabataycı kendi inançlarından dolayı baskıya uğramamaktadır. Müslümanlara ise inançları dolayısıyla baskılar yapılmaktadır. Masonun “Mason Locası” (yani tekkesi) açması ve burada âyin yapması serbesttir ama Müslümanın tasavvuf tekkesi açması yasaktır. Çocuklara Masonik, Sabataist ilke ve inançların öğretilmesi tamamen, yüzde yüz serbesttir ama Müslümanların tepesinde, din ve Kur’ân kursu açmak, ders vermek konusunda Demokles kılıçları sallanmaktadır. Bu memlekette Müslüman vatandaşların, kendi millî ve kültür kimliklerini korumak, yaşatmak, sürdürmek konusunda da yeterli hürriyetleri yoktur. Türkiye’nin bin yıl kullanmış olduğu millî yazı halen yasaktır. Bu yazı ile gazete, dergi, kitap çıkartmak yasaktır. Bu yazı okullarda öğretilmemektedir. Bu yasak yüzünden toplum millî hafızasını kaybetmiş, yabancılaşmıştır. Yeni nesiller dedelerinin, atalarının mezar taşlarını okuyamaz hale getirilmiştir. Rezalet o hadde varmıştır ki, İstanbul’da üniversitenin tarihî kapısının üzerindeki Türkçe kitabeyi, orada ders veren nice profesör okuyamamaktadır.Neymiş, “Eski yazı…” imiş. Be adamlar, yazı yazıdır, yazının eskisi yenisi olmaz. Bir millet, bir devlet, bir ülke bir yazıyı bin sene kullanmışsa, yeni nesillerin de onu okuyabilmesi gerekmez mi? Dünyada hangi medenî, ileri, demokrat, kalkınmış, insan hakları ilkelerine saygılı, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı ülkesinde eski-yeni yazı meselesi vardır? Batı’ya bizden çok geç açılan, medeniyet ve ilerleme yarışında bizi kısa zamanda geçen ve dünyanın en fazla kalkınmış ve zengin on ülkesi içine giren Japonya, kendi zor ve çetrefil millî yazısını niçin muhafaza etti?Zor bir yazıya sahip olmak, çetrefil bir alfabe ile yazıp okumak ilerlemeye, kalkınmaya, eğitime, üniversiteye engel değilmiş meğer…

İkinci olarak, bir ülkeye, bir topluma mutlaka güvenlik lazımdır. Ne güvenliği? Can güvenliği, mal güvenliği, ırz ve nesep güvenliği, din ve inanç güvenliği… Bugün Türkiye’de bu güvenlikler tehdit altındadır. Meselâ mal güvenliğini ele alalım. Mal derken sadece gayr-i menkulleri kasd etmiyorum. Geniş mânâsıyla para da mal kavramı içinde mütalaa edilir. Bu memlekette uzun yıllardan beri müzmin ve yüksek enflasyon ile vatandaşın parası ile oynanmıştır. Müzmin ve yüksek enflasyon bir nevi (tür) hırsızlıktır. Son yirmibeş-otuz yıl içinde, büyük hırsızlar, enflasyonla yüz milyarlarca dolar çalmışlardır. Ellerini vatandaşın cebine, kasasına sokmamışlardır ama malı çeşitli spekülasyonlarla, modern dalaverelerle götürmüşlerdir. Yüksek ve müzmin enflasyon sadece iktisat ve finansımızı çökertmekle kalmamış, bütün toplumsal yapımızı tahrip etmiştir. Günümüzde enflasyon azalmıştır ama vaktiyle açmış olduğu yaralar sarılmamıştır. Dehşet verici bir kokuşma bataklığı içindeyiz. Eskiden hırsızlar, fesatçılar açık veriyorlar, bazıları yakalanıyorlardı. Şimdi çok tedbirli, çok ihtiyatlı hareket ediyorlar. Birtakım medyacıları susturmuşlardır. İhalelere fesat karıştırmalar, soygunlar, hortumlamalar, haksızlıklar, götürmeler, apartmalar sessiz sedasız, çok usturuplu şekilde yapılmaktadır. Bunların olduğu bir ülke hastadır. Hem de ağır hasta…

Anayasamızda seyahat hürriyeti garanti altına alınmıştır ama realitede böyle midir? İstanbul’da yaşayan bir vatandaş gidip de Tunceli veya Hakkari yaylalarından birinde beş-on günlük bir tatil yapabilir mi? Kesinlikle yapamaz. Böyle bir şeye hem devlet kuvvetleri, hem de teröristler izin vermez. Demek ki, ülkenin bir kısmında can güvenliği, seyahat güvenliği yoktur. Bu memleketi bu hale kimler getirmiştir? Herhalde Norveçliler veya Kosta Rikalılar getirmedi. Bu ülkeyi bugünkü hale Türkiye’nin politikacıları, büyük bürokratları, büyük medyası, üniversiteleri, millî (aslında gayr-i millî) eğitimi, resmî ideoloji denilen heyulâ getirmiştir.

Üçüncü olarak güçlü, vasıflı, üstün bir eğitim sistemi gereklidir. Eğitimi güçlü, vasıflı, üstün olmayan bir ülke ve toplum intihar ediyor demektir. Bugün Türkiye’de sağcısı da solcusu da, şucusu da bucusu da eğitim sistemimizin iflâs etmiş olduğu gerçeğini kabulde ittifak etmiş bulunuyor. Eğitimimiz, okullarımız yeni nesilleri güçlü, vasıflı, üstün bir şekilde yetiştiremiyor. Okullarımızda gençliğe yeterli miktarda bilgi-kültür, ahlâk-karakter, sanat-estetik verilemiyor. Türk eğitim sistemi yeni nesillere yazılı-edebî zengin Türkçeyi bile okutup öğretemiyor (Birkaç yüz kelimelik konuşulan sokak Türkçesini kasd etmiyorum). Eğitimimiz gençlere güçlü ve doğru bir tarih kültürü veremiyor. Doğru dürüst beşerî ve iktisadî coğrafya okutamıyor. Yabancı dil öğretemiyor. Psikolojik, mantık, ahlâk (felsefenin bir dalı olarak), metafizik, estetik kültürü veremiyor. Eğitimimiz genç nesillere millî kimlik, millî kültür, millî kişilik aşılayamıyor. Her şeyi bırakmışlar, resmî ideolojiyi ayakta tutmak için çırpınıyorlar. Böyle bir eğitim sistemi ile Türkiye daha nereye kadar gidebilir? Medyada zaman zaman eğitim sistemini tenkit eden sesler duyuluyor ama bunları dinleyen yok. Bir ülke düşünün ki, orada Türkçe büyük ölçüde anadildir, resmî dildir ve orada bu dil yazılı, edebî, zengin şekilde öğretilememektedir. Orada, bundan yetmiş, seksen, yüz sene önce yazılmış roman, hikâye, şiir, hatıra kitapları okunup anlaşılamamaktadır.Sadece bu olumsuzluk bile son derece vahim bir eksiklik değil midir? Geleceğimizi tehdit eden büyük bir tehlike değil midir?

Türkiye’nin bağımsızlığı her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Vaktiyle 1930’lu yıllarda Amerikan misyonerlerinin Bursa’da bir kız koleji vardı. Misyonerlerin tesiriyle burada iki Türk kızı Hıristiyan olunca, kolej o zamanın devrimci iktidarı tarafından kapatılmıştı. Bir de bugünkü duruma bakınız. Mevcut iktidar yurdun heryerinde cayır cayır kiliseler, manastırlar yaptırmaktadır. Anadolu’da binlerce Hıristiyan merkezi açılmıştır. Her yıl on milyonlarca Teslis broşürü dağıtılmaktadır. Tamir ve restore edilen eski kilise ve manastırların masraflarının yarısını Türkiye kendi bütçesinden karşılamaktadır. Bu konuda işler o kadar çığırından çıkmıştır ki, bundan birkaç ay önce Rahşan Ecevit bile “Din elden gidiyor!..” diye feryat etti. Düşününüz bir kere, Rahşan hanım din elden gidiyor diye bağırmak zorunda kalıyor… Artık Türkiye’nin durumunu anlayınız. Hani vaktiyle, Bekri Mustafa mahalleye imam olmuş, bir gün camiye bir cenaze getirmişler, Bekri namazını kıldırmış, sonra tabuta yaklaşıp kısık sesle bir şeyler söylemiş. Ne dedin ölüye diye sormuşlar. “Âhirette dünyanın halini sorarlarsa, Bekri Mustafa mahalle camiine imam oldu dersiniz, gerisini anlarlar…” dedim demiş.

Türkiye’ye, bir idare şekli, bir idare tekniği olarak demokrasi de lazımdır. Bugün bizde demokrasi var mıdır? Göstermelik olarak vardır ama gerçek demokrasi yoktur. Demokrasi olsaydı, başörtüsü krizi yıllardan beri sürer miydi? Dünyanın hangi medenî, demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş ülkesinde başörtüsü yasağı ve krizi vardır? “Fransa’da vardır!” mı diyecekler. Hayır yalan söylüyorlar. Fransa’da bütün üniversitelerde ve yüksek okullarda, bütün özel liselerde, bütün Katolik liselerinde başörtüsü serbesttir. Orada sadece resmî liselerde, böyle bir yasak vardır ve bu da insan haklarına, hukuka, demokrasiye aykırıdır. Türkiye’de gerçek ve tam bir demokrasi olmadığının bin türlü delili vardır. Başörtüsü yasağı bunlardan biridir ve yeterlidir.

Yakın tarihimizde birtakım büyük belediyeler korkunç şekilde soyulmuş, hortumlanmıştır. “İşe” sıfırdan başlayıp beş on sene içinde doların milyarı ile servet sahibi olanlar görülmüştür. Soyulan belediyeler değil, Türkiye’dir. Maalesef birtakım ahlâksız ve şerefsiz sahte İslâmcılar da malı götürmüşlerdir. Saçı bitmedik yetimlerin hakkı yenmiştir, milletin ve ülkenin hakkı yenmiştir. Bu hırsızlıkların üzerine gidildi mi?

Maalesef bu ülkede birçok temel değer yitirilmiş vaziyettedir. Bu değerlerin olmadığı bir sosyal ortamda yaşamak çok zordur.

Çeteleşen, mafyalaşan birtakım büyük medya organları halkı uyandıracak yerde, kitleleri afyonlamak, sersemletmek, uyuşturmak, düşünemez hale getirmek için yayın yapıyor. Futbol konusunda büyük günlük gazeteler yayınlanıyor da, ahlâk ve fazilet konusunda yayın yapılıyor mu? 19 Ağustos 2005