Büyük Konuşanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Çapımızı, boyumuzu, iktidarımızı, gücümüzü aşan işleri yapacağımızı söylüyoruz. Dolayısıyla yalan söylüyoruz, Müslümanları aldatıyoruz. Ne diyoruz? Biz Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz diyoruz. Bu ne kendini bilmezliktir. Biz bu halimizle Asr-ı Saâdet’i nasıl geri getirebiliriz? Yeterli ilim yok, irfan yok, ahlâk yok, karakter yok, hikmet yok, güç yok, maddiyat yok, mâneviyat yok, yok oğlu yok, sonra da kalkmışız ne büyük lâflar ediyoruz. Günde, bu ülkenin yetmiş küsur bin camiinden beş kere Ezan-ı Muhammedî okunuyor ve bizler Allah’ın yaptırttığı bu dâvete uyup da, Hâliqımıza kulluk, Peygamber Efendimize ümmetlik yapmak üzere camilere gidip de cemaatle namaz kılmaktan âciz Müslümanlarız, sonra da kalkmış Asr-ı Saâdet’i geri getirmekten söz ediyoruz.
Müslümanlar sözlerinin erleriyseler önce yapabilecekleri kolay şeyleri yerine getirsinler. Namaz kılsınlar, hür ve mukim erkekler cemaate katılsınlar, ilme ve irfana râgıb olsunlar, ahlâk ve karakterlerini islah etsinler, birbirlerini sevsinler, birbirlerine yardımcı olsunlar, işlerini ehil kimselere danışarak yapsınlar, birleşsinler, planlı ve programlı çalışsınlar, gecekondu zihniyetini bırakıp şehirli-medenî Müslümanlar olsunlar. Birtakım sahte kahramanlar İmam-Hatipleri nasıl da kolayca terkediverdiler. Bu kadar vefasızlık olur mu? Başörtüsü konusunda bir sürü yaygaradan başka ne yapılıyor? Bir Müslüman zulme uğrayınca, öteki Müslümanlar o zulmün acısını yüreklerinde hissedip de topluca hareket edebiliyorlar mı? Elimizdeki bütün yasal imkânları kullanarak, gasbedilmek istenilen hürriyetlerimizi savunabiliyor muyuz? İmanlı ve dindar oldukları için binlerce, onbinlerce memur işinden atılıyor, mevkiinden aşağı indiriliyor, yerinden sürülüp mahrumiyet bölgelerine gönderiliyor, aşağılanıyor, horlanıyor, haksızlığa mâruz kalıyor da biz bunca fenalıkları gereği gibi protesto edebiliyor muyuz? Bazılarında hâlâ kuduz bir mal ve cah hırsı, hâlâ ün ve alkış şehveti, hâlâ benlik ihtirası, hâlâ din rantı yeme iştihası var. Bu kahrolasıca adamların verdiği zararı kâfir veremez bu Ümmet’e.
Ankara’daki kocaman bir zat “Laiklik dinsizlik değildir. Türkiye’de Müslümanlara hiç zulmedilmemiştir. Camiler açıktır, isteyen herkes namaz kılmaktadır. Tam bir din hürriyeti vardır” meâlinde laflar etmiş. Milletin gözüne baka baka böyle sözleri nasıl söyleyebiliyorlar? Bu memlekette, namaz kıldığı, dindar olduğu, hanımı başını örttüğü için bazı memurlar işinden atılmaktadır. Millet çocuklarını inançlı ve dindar yetiştirmek istiyor. Rejim ise buna karşı çıkıyor. 30’lu yıllarda İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla binlerce hoca, şeyh, dindar vatandaş asılmış, zindanlarda süründürülmüştür. Ben çocukluğumda görmüşümdür, ülkedeki camilerin dörtte üçü kapatılmıştı. Bizim ilçede sekiz cami vardı, ikisi açıktı ötekiler depo, askerî bina olarak kullanılıyordu. Meşhur Sultanahmet Camii bile 40’lı yıllarda bir ara kapatılmıştı. Bugün Türkiye’de dindar çoğunluğa karşı ağır baskılar, tehditler, sindirmeler yapılmaktadır. ABD’de, İngiltere’de, İsveç’te dindar Müslüman kızlar okullara ve üniversitelere başörtüsü ile gidebiliyorlar da, bizde niçin gidemiyorlar? “Kıyafet tüzüğü” varmış… Bahanedir bunlar. Müslüman vatandaşların temel hak ve hürriyetleri, inandıkları gibi yaşamak hakları öyle uyduruk, anti-demokratik, baskıcı tüzüklerle sınırlandırılabilir mi? Böyle sınırlandırmalar demokrasiye, laikliğe, insan haklarına uygun sayılabilir mi? Bir sistem bitmiştir. Baskıyla, zorbalıkla, sindirmekle, tehditle, zulümle yaşatılması, devam ettirilmesi mümkün değildir. Bu memlekete de bir gün tam demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, evrensel insan hakları, kuşa çevrilmemiş bir din ve inanç hürriyeti, inananların inandıkları gibi yaşama hakkı gelecektir. 21 Eylül 1998 Pazartesi