Pazartesi

 

İmanla şereflenmemiş bütün insanların, Müslümanlar üzerinde hakları vardır. Onlar için hak olan, Müslümanlar için zarurî bir vazifedir. Nedir bu hak? Müslümanların onları en uygun, en güzel, akıllarının ve kültürlerinin gerektirdiği şekilde hidayete, İslâm’a çağırmalarıdır.

Müslümanlar bu vazifeyi yerine getirmezlerse büyük vebal altında kalırlar, sorumlu ve suçlu olurlar.

Bütün insanlık Hazret-i Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın ümmetidir. İman etmiş, Müslüman olmuş olanlar “Ümmet-i icâbet”tir, henüz iman getirmemiş olanlar “ümmet-i dâvet”tir.

Ümmet-i icabet, Ümmet-i daveti uygun ve güzel şekilde çağırmakla vazifelidir. Müslümanların alimleri, hocaları, şeyhleri, mürşidleri, ziyalıları, temsilcileri bu vazifeyi bihakkın yerine getirmezlerse yarın Rûz-i Mahşer’de Mahkeme-i Kübra’da bunun hesabını vereceklerdir. Nasıl vereceklerdir?

– Ulan pis kâfir, Müslüman olsana be!…

Böyle davet olmaz. Bu davet değil, anti-dâvettir.

Müslümanlar, gayr-i müslimleri, onların akıllarını, kültürlerini, zihniyetlerini, iz’anlarını hesaba katarak davet etmelidir.

Yarın ilahî büyük mahkemede nice dinsiz gözyaşları içinde Müslümanlardan davacı olacaktır.

“Bunlar bizi, bizim anlayacağımız şekilde imana, İslâm’a, Kur’ân’a, Hz. Muhammed’in nurlu yoluna, kurtuluşa çağırmadılar…”

diyeceklerdir.

Bugün Türkiye’de çok güçlü, çok zengin, çok imkânlı kodaman Müslümanlar bulunmaktadır. Bunların bazısının serveti milyarlarca dolardır. Etraflarında ordular kadar adamları, bağlıları, taraftarları vardır. Davet sorumluluğu büyük ölçüde bu kodamanlara aittir.

İlmihal kitabı yayınlamakla, Yâsin cüzü basmakla, cemaatçilik yapmakla insanları imana ve İslâm’a çağırmak arasında bir bağ yoktur. Temsilci, vazifeli Müslümanlar davet etmekle mükelleftir. Hidayet verip vermemek Allah’ın bileceği bir iştir.

İstanbul’da Bağdat caddesi halkı, bir gecekondu halkı gibi davet edilmez. Kültür ve zihniyet farklılıkları vardır. Köyde, varoşlarda, gecekondu mahallesinde, taşrada geçerli olan bir metod ve üslup zengin mahallesinde geçerli olmayabilir, başarısızlığa uğrar.

İnsanların da diyapazon gibi notaları vardır, rezonansları vardır. Şu koskoca, tantanalı cemaate bakınız. Milyarlarca dolarla oynuyorlar ama halkı, gençliği, yüksek tabakayı imana ve İslâm’a çekmek için gerektiği gibi çalışıyorlar mı?

Tutturmuşlar bir

“Efendi Hazretleri…”

edebiyatı, gece gündüz

“Efendi, Efendi, Efendi…”

diye sayıklayıp duruyorlar. Yüce İslâm dininde böyle edebiyatların kıymeti yoktur. Birtakım cemaatler halkı ve gençliği cemaate davet ediyor. Asıl davet ise:

– İmana,

– İslâm’a,

– Kur’ân’a,

– Hz. Peygamber’e ve Sünnetine,

– Şeriata ve fıkha,

– Ahlâk ve faziletedir.

Gerçek Efendi Hazretleri kimdir?.. Halkı ve gençliği, yukarıda saydığım değer, hedef ve gayelere çağıran kimsedir. Merhum Bediüzzaman hazretleri böyle çağırmış, böyle davet etmişti. Adam Nakşî geçiniyor, yahut Kadirî veya Rufaî ve halkı Nakşiliğe, Kadiriliğe, Rufailiğe çağırıyor. Yanlıştır… İslâm’a, İmana, Kur’ân’a, Sünnet’e, Şeriat’a çağırması gerekir.

İslâm toplumu içinde cemaatler, tarikatler, meşrebler, gruplar, ekoller olabilir ama cemaatçilik, tarikatçılık, meşrebçilik, grupçuluk, hizipçilik yapılamaz. Bütün Müslümanların şu veya bu tarikata, meşrebe, cemaate girmelerini istemek, bunun için çalışıp çabalamak… Bu, ne kadar saçma bir şeydir!

Bütünü parça içine sıkıştırmaya uğraşandan daha ahmak kim olabilir? Halkı, gençliği, irşada ihtiyacı olanları aydınlatmak, nurlandırmak için çok kaliteli kitapçıklar, broşürler, yayınlar çıkartılıp da milyonlarca nüsha niçin dağıtılmıyor?

Misyonerler yirmiye yakın Türkçe lehçe ile kitap, broşür çıkartıyor ve bunları milyonlarca adet dağıtıyor. Biz niçin böyle çalışmıyoruz? Bu Ümmetin, Türkçeyi merhum Ahmed Cevdet Paşa ayarında iyi yazan, aklı ve zekası keskin, kültürü ve ilmi yeterli bir kâtibi ve edibi yok mu ki, faydalı, değerli, kalıcı risaleler yayınlanamıyor?

Her sene Ramazan ayı gelir geçer ve Müslümanlar bu mübarek, bu feyizli ayda bir davet seferberliği yapamazlar. Soruyorum: Bu kadar çok sayıda kitap basılıyor da, niçin faydalı broşür basılmıyor? Cevabını ben vereyim: Broşürde rant yoktur da onun için.

Dinî broşürlerle servet edinmek, köşeyi dönmek, voli vurmak kabil olsaydı rantçılar birbirini çiğneyerek dinî küçük broşürler çıkartırlardı.

Bundan dokuz asır önce

İmamı Gazalî hazretleri Eyyühe’l-veled

adıyla küçük bir risale kaleme almış, hâlâ okunuyor, hâlâ insanlara yararlı oluyor.

Hattâ bu risaleyi Birleşmiş Milletlerin UNESCO teşkilatı Arapça aslı ile birlikte Fransızcaya, İngilizceye, İspanyolcaya tercüme ettirip bastırttı. Almancasını meşhur tarihçi Hammer yapmış…

Zamanımızda bu gibi çok faydalı, çok değerli, kalıcı broşürleri yazacak Gazalîler yok mudur Türkiye’de? Müslümanların halkı ve gençliği coşturacak büyük şairleri yok mudur bu devirde?

Büyük mürşidler, büyük şairler, büyük davetçiler hizmetleri karşılığında para, ücret almazlar. Mehmed Akif İstiklal Marşı’nı yazdığı zaman kışta kıyamette palto alacak parası yoktu ama ücret kabul etmedi. Namına tahakkuk ettirilen ücreti bir fakire sadaka olarak verdi.

İslâm’ı sevdirecek fevkalade bir broşür yazana telif ücreti olarak 100 bin dolar verilecek dense, acaba bu yüksek para ile böyle bir broşür yazdırılabilir mi? Yazdırılamaz. Böyle işler parasız, ücretsiz, menfaatsiz yapılır.

Evet, Mahkeme-i Kübra’da, dünyada iken gereği gibi uyarılmamış, irşad edilmemiş, hakka çağrılmamış bedbahtlar Müslümanların ileri gelenlerinden davacı olacaklardır. Bırakın Türkiye Müslümanlarını, bizler Portekiz’in ücra bir köyündeki Pedro’yu bile gereği gibi, onun aklına ve kültürüne uygun bir şekilde davet etmezsek, yine mes’ul olacağız.

“Efendi hazretleri çok büyükmüş…”

Büyük olsaydı gerçekten, var gücüyle imansız kalmış bedbahtları hidayete çağırırdı. Efendi hazretleri uçuyormuş yüksek semalarda… Ona söyleyin, yere insin, ayaklarını sağlam şekilde zemine bassın. Âdem Oğullarının Seyyidi Muhammed aleyhissalatü vesselam bir kere mi’raca çıkmıştı. Gökten yere inmeyen bu efendi hazretleri kendini ne sanıyor?

Gereği gibi çağrılsalar bile halkın ve gençliğin tamamı iman etmez, doğru yola girmez, ancak bir kısmı kurtuluşa ve necata erebilir. Biz, işte bu bir kısım halk ve gençliği kurtarmak için yoğun bir davet seferberliği yapmalıyız. Kalitesiz, ruhsuz, derinliği olmayan dinî metinler yazmakla iş bitmez. Yüksek dâvet ve irşad yüksek edebiyatla, yüksek ilim ve kültürle, yüksek ahlâk ve faziletle ve ihlasla yapılır.

Korkunç bir irtidat (dinden çıkış) cereyanı var. Bu cereyanın karşısında bir

Ebûbekir Sıddık

yok. Bizim rahat ve konforsever Müslüman kodamanlar keyfe mâ yeşa zevk ü sefa içinde ömür sürüyorlar. Halkın ve gençliğin bir kısmı ebedî şakavet yollarında korkunç bir helâke sürükleniyor, bizimkilerin umurlarında bile değil. Cuma günü camiye biraz geç gidin ve yollara, sokaklara, caddelere, meydanlara, nakil vasıtalarına, lokanta ve dükkanlara bakın. Dinden kopmuş yığınla insan göreceksiniz. Bu memlekette gereği gibi bir davet ve irşad seferberliği yapılmış olsaydı, bu insanların bir kısmı camiye gelecek, Allah’a kulluk edecek, ebedî saadetini kurtarmış olacaktı. Bırak şu dinsizleri ve gafilleri!…Hayır hayır, yanılıyorsun, asıl gafil böyle diyendir. 28 Mart 2006