Salı

Câhilliğin dayanılmaz bir cazibesi (çekiciliği) vardır. Çünkü câhillik kolaydır. Adam, bilmesi gereken bir yığın bilgiyi bilmiyor. Bunları öğrenmek için bir hocadan ders alması veya bir kitaptaki bilgileri iyice okuyup öğrenmesi gerekiyor. Bunları yapmak ise zor. Ne yapacak? Câhillik yolunda yürüyecek.

İş hayatına fakir başlayıp kısa zamanda zengin olan bir takım câhil kimseler biliyoruz. Bunlar zengin olunca, ellerine para geçince câhilliklerini gidermek için bir şey yapıyorlar mı? Yapmıyorlar. Halbuki, para gücüyle bilgi nurlarıyla aydınlanabilirler, câhilliklerini izale edebilirler.

Okulların dışında birtakım kurslar, dershaneler var. Bunlarda neler öğreniliyor?

-Üniversiteye hazırlama kursları-dershaneleri var.

-Bilgisayar dersleri veriliyor.

-Body building, vücut geliştirme kursları.

-İngilizce ve başka dil öğreten kurslar.

-Dans ve çalgı kursları bile mevcut.

-Yoga, meditasyon kursları varmış.

Bunların yanında bir de bilgi ve kültür ve sanat verme kursları açılsa ne iyi olur.

Medenî ve ileri ülkelerin liselerinde bir gence yeterli genel kültür veriliyor. Bazı Avrupa ülkelerinin liseleri, mezun ettikleri gençlere iki yabancı dili, onlarla kitap okuyacak, konuşacak, mektup yazacak derecede öğretiyor. Fransa liselerinde okunan tarih, coğrafya ve felsefe kitaplarını inceledim. Son derece yüksek, fevkalâde bilgilerle dolu. Böyle kitaplardan birinde Singapur mini-devleti hakkında sayfalarca mâlûmat vardı.

Bir tarih ders kitabında İslâm ile ilgili bölüm 40 sayfadan fazlaydı ve orada İmamı Mâverdî’nin Ahkâm-ı Sultaniyesinden bile bahs ediliyordu.

Fransa’da okutulan iki ciltlik felsefe kitabındaki bilgiler, bizdeki üniversitelerin felsefe bölümlerinde bile okutulup öğretilemiyor.

Bizim eğitimimiz genç nesillere yeterli genel kültür veremediğine göre açığı, noksanı nasıl kapatacağız? Adam yüksek tahsil yapmış, uzun yıllar boyunca İslâm İslâm demiş, namaz kılmış, kendisini dindar olarak göstermiş ama

“Din nedir?”

konusunda ipe sapa gelir, doğru dürüst bir yazı kaleme alamıyor.

Türkiye’de gerçekten koyu bir cehalet karanlığı hüküm sürüyor. Okul ve üniversite sayısı çoğaldıkça karanlıklar artıyor. Birtakım Marksistlerin, ataistlerin, Sabataycıların aydınlık felsefelerine kanmayınız.

Peki, ülkemizde bilgi yok mudur, gerçekler yazılmamış mıdır? Vardır, yazılmıştır, ortadadır ama bunlar, insanların kafalarında yerleşmedikçe bir bakıma yok demektir. Bilgilerin, kitaplarda yazılı olması ile cehalet ortadan kalkmaz. Bu bilgilerin mutlaka kafalara ve gönüllere girmesi gerekir.

Bilgi, bir kere okumakla da öğrenilmez.

Bilgilenmenin, aydınlanmanın şartları vardır:

(1) Ehli bir hocadan veya üstaddan ders alacak.

(2) Elinde konu ile ilgili değerli ve faydalı bir kitap olacak.

(3) İğne ile kuyu kazarcasına ders çalışacak, belleyecek, öğrenmek için neler yapılması gerekiyorsa yapacak.

(4) Dersler bitince imtihan (sınav) verecek, imtihanı kazanacak ve o dersin diplomasını veya icazetini alacak.

Bunun dışındaki metodlar pek verimli değildir. Bizde yapılan şudur. Bir konuda bir kitap çıkartılır. Meraklı insanlar onu alır, okur veya okumazlar…Okusalar bile o kitaptaki bilgileri gerçekten öğrenmiş olmazlar. Böylece kitaplar çoğaldıkça bilgisizlik ve cehalet de çoğalır.

Bizdeki resmî eğitim aydınlatmak, bilgilendirmek, kültür vermek için çalışmaz. Belli bir ideolojiyi, birtakım mitleri genç nesillerin kafalarına koymak için çalışır. Peki, bugünkü cahilliği, karanlıkları bir nebze olsun izale etmek (gidermek) için neler yapılabilir?

Bu konudaki fikirlerimi de sıralayayım:

(A) Zarurî ve faydalı bilgiler çok küçük, fakat çok kaliteli broşürler şeklinde ortaya konulacaktır. Meselâ 16 sayfalık bir broşüre; arabaşlıklar, çerçeve içinde önemli cümleler ve özetler konulmak suretiyle, okuyanların dikkatlerini çekecek, kolay öğrenmelerini sağlayacak bir şekilde ve üslûpta konulacaktır. Öyle ki, metni okumasa, başlıkları okusa yine bir fikir edinecek ve aydınlanmış olacaktır. Böyle broşürler merhum

Ahmed Cevdet Paşa’nın

üslûbu ile yazılmalıdır.

(B) Zarurî ve faydalı bilgiler levhalar şeklinde de insanlara arz edilebilir. Bir örnek vereyim: Sağlık konusunda on temel kural ve gerçek 25’e 35 ebadında (boyutlarında) bir kağıda büyük harflerle bastırılır; bu levha camlatılır ve görünecek yerlere asılır. İnsanlar bunu kolaylıkla okurlar ve anlarlar. Zaten böyle bir levha dikkat ve meraklarını çeker. Her konuda böyle faydalı levhalar hazırlanabilir. Camilere dinî ve ahlâkî levhalar konur. Lokantalara sağlıklı yaşamak için nasıl beslenilmesini anlatan levhalar konur. Toplu nakil vasıtalarına iyi insan, iyi vatandaş, iyi Türkiyeli olmak için ne gibi görgü ve ahlâk kurallarına riayet edilmesi gerektiğini anlatan levhalar asılır.

(C) Gazetelere ve dergilere küçük veya orta boyda ilânlar konulur. Meselâ:

“Halkımızın dikkatine…”

diye başlayan çok kısa, çok düzgün ve çok vasıflı bir metin. Bu metinde herkesin bilmesi gereken bilgiler bulunur. Halka bunlar öğretilir, yasal sınırlar içinde birtakım eylemler yapılması, harekete geçilmesi tavsiye edilir (öğüdü verilir).

(Ç) Kartpostal ile de kısa bilgiler yayılabilir, öğretilebilir. İki yapraklı tebrik kartı gibi bir şey bastırılır. Bunun üç sayfasına çok önemli ve hayatî bilgiler çok güzel ve cazip bir üslûp ile yazılır. Vatandaşlar bunları alır, boş sayfasına birkaç satır hal hatır yazısı yazar ve postayla tanıdıklarına postalar. Böylece bilgiler öğrenilmiş, yayılmış olur.

Maalesef toplumumuz o kadar pasif bir hale gelmiş veya getirilmiş ki, bu gibi güzel, iyi, doğru, hayırlı hizmet ve faaliyetleri bile yapamıyor.

Câhil veya daha hafif tabirle bilgisi ve kültürü yeterli olmayan bir kimse zengin olunca kendisine hoca tutarak veya kitap okuyarak cehlini gidermeye çalışıyor mu? Heyhat!.. Böyle kimseler zenginleşince ne yaparlar? Lüks bir otomobil alırlar ve pahalı bir arabaya sahip olmayı bir

“statü”

sanırlar. Fakirken Fatih’te oturuyorsa zengin bir muhite taşınırlar. Bağdat Mağdat caddesi, filân site, filân köşkler… Eski emektar karısını boşayıp veya kenara itip onun yerine genç ve fıkırdak karı alanları da gördük. Sonra, zengin oldu ya, gelsin lüks restoranlar ve kebap evleri.

Câhil biri zengin olmuş ve evine bir kütüphane yaptırmış…Siz böyle bir şey duydunuz mu hiç?

Mekteplerimizin durumu beni dehşete düşürüyor. Geçenlerde İmam-Hatip mezunu, halen üniversiteye giden bir gence Gürcistan’dan bahs ettim.

“Nerede o ülke?”

diye sormaz mı? Lise mezunu bir Türkiyeli Gürcistan’ı bilmesin, olacak şey değil. O ülke ile sınır komşusuyuz. Ülkemizde hayli Gürcü kökenli vatandaşımız, din kardeşimiz var ve bizim gencimiz bu memleketin nerede olduğunu bilmiyor. Eskiden, daha ortaokulda yabancı ülkelerin mevkilerini, başkentlerini, belli başlı özelliklerini öğretirlerdi.

Öğrenilmesi gerekenler sadece genel kültür bilgileri değildir. Müslümanların dinlerini de öğrenmesi gereklidir. Ne kadar? Yeteri kadar. Herkes âlim olsun, allâme olsun, din bilgini olsun demiyoruz. Ne kadar bilmesi gerekliyse o kadar bilsin diyoruz.

Adam namaz kılıyor ve istibrayı (küçük su döktükten sonra temizlenmeyi) bilmiyor. Bu bilgisizlik yüzünden abdesti bozuluyor, kıldığı namaz sahih olmuyor. Ayıp ve yazık değil mi?

Doktor, mühendis, veteriner, işletmeci Müslümanlara

“Din nedir?”

konusunda iki sayfalık bir kompozisyon yazınız denilse, ortaya nasıl bir netice çıkar? Kaç kişi bu konuda tatminkâr, kaliteli, not alabilecek bir kompozisyon yazabilir? 15 Şubat 2006