Salı

 

Diyelim ki, caminin içi boyanacak… Ne yapılması gerekir? En uygun rengin seçilmesi gerekmez mi? Lakin biz böyle yapmıyoruz. Genellikle en uygunsuz, en zevksiz, en sanatsız rengi ve boyayı seçip binayı berbat ediyoruz. Niçin?.. Cehalet duvarına çarpıyoruz. Birtakım adamlar, cami derneğinin idaresi bizdedir. Biz açık yeşil, koyu yeşil, pembe, eflâtun, mor istiyoruz diyorlar ve dediklerini yapıyorlar. Efendiler bir renk kültürü vardır. Biz Müslümanız diye herşeyi ille de koyu türbe yeşiline boyamak gerekmez… Laf anlatamıyorsunuz.

Geçenlerde küçük bir camiye gittim. Pencerelerin üst tarafları ciğer kırmızısı, yeşil, mavi camlarla donatılmıştı. Çok ilkeldi, çok cahilceydi, çok cırtlaktı… Üzüldüm. Keşke bir bilene, uzmanına sorulsaydı da, oralara küçük, sanatlı, zevkli vitraylar yapılmış olsaydı.

Diyelim ki, zengin bir hanım tesettür kıyafetine bürünecek. O da genellikle kendi kafasına, kendi zevklerine göre yapıyor bu işi. Sonunda ne oluyor? Ortaya rüküş bir kıyafet çıkıyor. Bilenlere, uzmanlara, sanat boyutu olan kimselere sorulmuş, danışılmış olsaydı; herkesin takdir edeceği sanatlı, estetik bir kıyafete bürünülmüş olurdu.

Evlerimizi de döşeyemiyoruz. Parası olan herkes, aynı miktarda kültürü, zevki, uzmanlığı olduğunu sanıyor. Uçaklar ses duvarını aşabiliyor ama biz Müslümanlar cehalet duvarını bir türlü aşamıyoruz.

İmkânlı birisi cep telefonu alırken ne yapıyor?.. En gösterişlisini, en lüksünü, ille de en pahalısını alıyor. Sormuyor kendi kendine: Benim cep telefonu konusunda ihtiyacım nedir?

Gösteriş hırsı, câhillik, hava atma ahmaklığı damarlarımıza girmiş. Behey cahil, behey nâdan (bilmez), behey nâbekâr!.. Lüks cep telefonu bir adama zerre kadar kıymet kazandırmaz. Diyelim ki, adam pezevenktir ve dünyanın en pahalı, en lüks, en acayip, en sofistike telefonunu satın almıştır. Bu telefon onu pezevenklikten kurtarır mı?

Yahut sıradan bir vatandaştır. Pahalı, lüks, bin marifetli telefon onun insanî rütbesini yükseltir mi? Cahiller işte bu basit meseleyi anlayamıyorlar. Kuş beyinli herifler ve karılar telefonun, otomobilin, ev eşyasının, giyim kuşamın, ayakkabının, yemeğin kendilerini yücelteceğini sanıyorlar. Ya Rabbî!… Bunlar ne kadar aptalca kuruntulardır.Bunlar ne iblisâne vesveselerdir.

İnsanı yücelten, ona değer kazandıran, onun rütbesini yükselten, onu faziletli kılan değerler telefon, otomobil, lüks elbise, lüks yemek değildir. Bu değerlerin bazısını sayayım:

Birincisi: Faydalı bilgidir, ilimdir, irfandır.

İkincisi: Hikmettir, yeni Türkçe ile bilgeliktir.

Üçüncüsü: Yüksek ahlâktır.

Dördüncüsü: Yüksek karakterdir.

Beşincisi: Hayır hasenat yapmaktır.

Altıncısı: Kimseye zarar vermemektir. Kimseyi eliyle ve diliyle yaralamamak, üzmemektir.

Yedincisi: İyi insan, iyi vatandaş, iyi komşu, iyi Müslüman olmaktır.

Sekizincisi: Zengin de olsa kanaatli yaşamak, israftan kaçınmak, saçıp savurmamaktır.

Dokuzuncusu: Mürüvvetli olmaktır.

Onuncusu: Fütüvvet ahlâkına sahip olmaktır.

Onbirincisi: Haram yememektir.

Onikincisi: Adaletli olmak, âdil şahitlik yapmak, insanları aldatmamaktır.

Onüçüncüsü: (Müslümanlar için söylüyorum) Beş vakit namaz kılmak, hür ve mukim erkekler mümkün olduğu kadar günlük farz namazları cemaatle kılmaktır.

Ondördüncüsü: (Yine Müslümanlar için) Elinden geldiği, gücünün yettiği nisbette emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır.

Onbeşincisi: Komşusu açken, kendisi tok yatmamaktır.

Onaltıncısı: İyi kalpli, güleryüzlü, cömert olmaktır.

Onyedincisi: Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimet ve nafakaların bir kısmını, ihtiyaç sahibi olanlara dağıtmaktır.

Onsekizincisi: Gururdan, kibirden, gösterişten, büyüklenmekten uzak durmak; mütevâzı, alçak gönüllü olmaktır.

Ondokuzuncusu: Haksızlıkları en uygun ve münâsip şekilde protesto etmek, zulmün karşısında dilsiz şeytanlar gibi susmamaktır.

Yirmincisi: İnsanların gizli ayıplarını araştırmamaktır.

Yirmibirincisi: Allah’ı Rab ve İlah olarak, Peygamberi önder, rehber, model ve örnek olarak kabul etmek, onların emirlerine, yasaklarına, öğütlerine uymaktır.

Soruyorum: Biz Müslümanlar bu yazdığım maddelere, otomobil, cep telefonu, bulaşık makinası, Euro ve Dolar, lüks meskenler ve yazlıklar, fâhir libaslar kadar önem veriyor muyuz?

Kendimizi hür Müslümanlar olarak görüyoruz ama aslında yularlarımızı şeytanların eline vermişiz de haberimiz yok. Dar, tehlikeli bir boğazdan geçerken ne yapılır? Kılavuz bir kaptan bulunur, geminin dümeni ve idaresi ona verilir. Şu dünya hayatı son derece dar, tehlikeli, ölümcül bir geçittir. Hayat maceramız sırasında mutlaka uzman, ehliyetli, liyakatli, tecrübeli bir rehbere bağlanmamız gerekmez mi? Büyükler ne demişler; “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır…”

Bir Müslüman sadece abdest alıp namaz kılmakla, Ramazan’da oruç tutmakla kendini kurtarmış olur mu? Nice herifler var ki, hem namaz kılıyor, hem de haram yiyor. Öyle ahmaklar var ki, onbir ay bile bile, kasıtlı ve niyetli olarak bin türlü büyük günah işliyor ve sonra hacca veya umreye giderek bunları affettireceğini sanıyor.

Öyle Müslümanlar varmış ki, haram yeme konusunda “Şimdiye kadar dinsizler yedi, bundan sonra Müslümanlar yesin” diyorlarmış. Bunlar ne alçak insanlardır. Böyle Müslüman olur mu?

Cahillik, azgınlık, ihtiras, günah duvarlarını aşamıyoruz. Kendimizi İslâmla özdeş görüyoruz. Ne büyük cehalet, ne korkunç gaflet! Bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır. Uzman olmamak ayıp değildir, işi uzmanlarına danışarak yapmamak ayıptır.

Cami boyama gibi en basit ve kolay bir işte bile cehaletimizin, kibrimizin, gururumuzun, salaklığımızın kurbanı oluyoruz. “Kargo kültür” zihniyetli câhil ve sefillerin oyuncağı değildir dinî hizmet ve faaliyetler.

İslâm dini ilim, irfan, hikmet, istişare, yüksek kültür, ahlâk, fazilet, iyilikte yarışmak; iyi, mâruf ve güzel şeyleri emr etmek, kötü, çirkin, münker şeyleri yasaklamak ve kösteklemek, her türlü azgınlık, cahillik ve fesattan kaçınmak dinidir.

Câhiller, türediler, geri zekâlılar, sonradan görmeler, ne oldum delileri, haram yiyiciler kesinlikle iyi Müslüman değildir. Hattâ onların bir kısmı Müslüman bile değildir. Müslüman olmaya çalışalım… Müslüman olma dersleri alalım… Gırtlağımıza kadar cahiliyete ve bid’atlere batmışız; onlardan kurtulmaya, arınmaya gayret edelim.

Lüks meskenlerin, lüks otomobillerin, zenginliğin, konforun bizi yücelteceğini sanıyorsak, biz nasıl Müslümanlarız? Allah ve Resûlü bize öğüt veriyorlar, bizi uyarıyorlar. Ondört asırdır din büyükleri, Allah dostları, Peygamber vekilleri bu öğütleri bize tekrar etmişler. Niçin onları dinlemiyoruz da, şeytandan yetmiş kere azgın nefs-i emmâremize tâbi oluyoruz? Niçin bilenlere sormuyoruz? Kur’ân ne diyor: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” 04 Mayıs 2005