California Üniversitesinde
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Geçen cumartesi Enderun Kitabevi’nde California Üniversitesi’nde İslâmî Araştırmalar Profesörü olan Hâmid Algar beyefendiyle karşılaştım. Çay içip sohbet ettik. Kendisinden öğrendiğim bilgileri sizlere de aktarmak istiyorum: – California Üniversite’sinde hayli Müslüman kız öğrenci varmış. Bunların 150 kadarı üniversiteye başları örtülü, tesettürlü olarak geliyorlarmış. Kendilerine bu konuda bırakın herhangi bir baskı yapılması, en ufak bir ihtarda bile bulunulmuyormuş. Çünkü ABD’de, orada yaşayan insanların dinlerine, inançlarına, kıyafetlerine, geleneklerine karışmak hem ahlâken ayıpmış, hem de hukuken suçmuş. – Cuma günleri üniversitenin içinde cuma namazı kılınıyormuş. Bu namaza 500 kadar Müslüman talebe katılıyormuş. Orada, Müslümanların üniversite kampüsünde cuma namazı kılmaları çok tabiî karşılanıyormuş ve idare bu hususta gereken bütün kolaylıkları sağlıyormuş. – Dinî bayram günlerinde Müslüman talebelere imtihan yokmuş. Öğrenci hocasına “Şu tarihte benim dinî bayramım var” diyormuş ve onun için o gün sınav yapılmıyormuş. – California Üniversite’sinde mühtedi (İslâmiyet’i sonradan kabul etmiş) Amerikalı öğrenciler de varmış. Bunların 50 kadarı sarık, cübbe, islâmî kıyafet giyiyormuş. Onlara da karışan görüşen yokmuş, kendilerine yan gözle bile kötü bir şekilde bakılmıyormuş. İşte ABD’de din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetine dair ibret verici örnekler… ABD’de hukukun üstünlüğü sistemi vardır. O devletin başkanı bile hukuktan, kanundan yakasını kurtaramaz. Orada insanların din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti esastır. Laiklik, maiklik, Abraham Lincolncülük, resmî ideoloji bahanesiyle insanların hürriyetleri kısıtlanamaz. Orada bağımsız mahkemeler vardır. Hakkı yenen herkes onlara başvurup hakkını arayabilir. ABD’de, dinleri yüzünden hiçbir vatandaşa ve yabancıya zulmedilmez, baskı yapılmaz. Bir de bizde çağdaş, medenî, ilerici geçinen birtakım adamların, kadınların yaptıklarına bakınız. Okullarda ve üniversitelerde korkunç bir laiklik ve resmî ideoloji terörü hüküm sürüyor. Müslümanlara ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci muamelesi yapılıyor. Müslüman kodamanların büyük çoğunluğu da bunların seyrine bakıyor. Vaktiyle Müslümanlardan topladıkları ve halen toplayageldikleri milyarlarca doların bir kısmını, başörtüsü konusunda savunma yapmak için harcasalar ya. Mesela ABD’ye, Avrupa ülkelerine gazeteci ve televizyoncu ekipleri gönderebilirler, bunlar, benim yukarıda anlattığım manzaraları yazabilir, resimleyebilir, filimlerini alır, röportajlar yapar. Sonra bu çalışmalar Türkiye’de Müslümanların gazetelerinde, dergilerinde, televizyonlarında yayınlanabilir. Daha önce de yazmıştım. Müslüman kesim, mâruz kaldığı zulümlere karşı kendisini (yasal sınırlar içinde) müdafaa edemiyor. Müslümanlardan milyarlarca dolar toplayan başlar böyle bir savunmaya teşebbüs etmiyor. Türkiye’de laiklik yoktur. Zulüm vardır. Zulme karşı direnmek insanların en tabiî hakkıdır. Bugün ülkemizde böyle bir direniş için yeterli fırsat, imkân mevcuttur. Globalleşen bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye dahil, dünyanın hemen hemen bütün devletleri insan hakları konusunda kendilerini bağlayan uluslararası andlaşmalara, senetlere imza koymuşlardır. Aranmayan, istenmeyen, savunulmayan haklar boşa gider, kaybedilir. Milyonlarca köylü, gecekondu, kırsal kesim, varoş, taşra zihniyetli Müslüman, başlarındaki kimseler önayak olmazlarsa bir şey yapamazlar. Onların kültürü yetişmez. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Mısır ulusunun ulusu Mukavkis’e gönderdiği mektupta “Kıbt kavminin vebali senin üzerinedir” ifadesini kullanmıştı. Bugün, Türkiye Müslümanlarının vebali de bizdeki on kadar büyük, yüz kadar orta, bin kadar küçük din baronunun üzerinedir.
Vaktiyle marksist ideolojiyi benimsemiş, sonra Sovyetler Birliği dağılıp komünist sistem yıkılınca demokrat, laik, çağdaş, kemalist kesilmiş bir kesim var Türkiye’de. Bunlar medyada, üniversitelerde, bazı partilerde, sanat ve kültür çevrelerinde yuvalanmışlardır. Ülkenin siyasetinde, fikir hayatında, basınında büyük ağırlıkları vardır. Yüzlerce eski-marksist yeni kemalist-laik yazar her gün gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından millete seslenmekte, kendi görüşlerini mutlak gerçeklermiş gibi açıklayıp beyan etmektedir. Bu adamlara ve kadınlara Hitler rejimini sorsanız ateş püskürterek kötülerler. Yahudi soykırımı derler, polis rejimi derler, verir veriştirirler. Aynı zevata Sovyetler Birliği’ndeki Marksist-Leninist rejimi sorsanız reaksiyon göstermezler.
O rejim ki, seksen beş milyon insanın kanına girmiş; yüz milyonlarca insanın aç, sefil, bedbaht olmasına yol açmış; ideolojik bir kuruntu uğruna yarım asra yakın bir müddet milletlere, halklara, insanlığa, dünyaya en büyük kötülükleri yapmıştır. Şimdi soruyorum: Eskiden komünist olan, Sovyetler Birliği yıkılıp, Marksizm iflâs ettikten sonra laik, çağdaş, demokrat, kemalist kesilen bu adamlardan ve kadınlardan Türkiye’ye ne hayır gelir? Hiçbir hayır gelmez.
Sovyetler Birliği yıkılınca bu adamlardan iki şey beklenirdi: – Ya, “Sistem yıkıldı, ideoloji hâkimiyetini yitirdi ama ben yine Marksistim…” demek mertliğini göstermek. – Yahut, “Hatâ etmişim, bu ideoloji yanlışmış, bu sistem bozukmuş…” diyerek günahını kabul etmek ve tebve etmek. Çok nâdir istisnâlar dışında bu zümreden böyle bir samimiyet görülmemiştir. Faraza Marksizm iflâs etmemiş, Sovyet sistemi yıkılmamış olsaydı ve bu adamlar Türkiye’de Rusya’ya bağlı kızıl bir sistem kurmuş olsaydılar ne yapacaklardı? Partileri ve demokrasiyi kaldıracaklar, adına “Halk demokrasisi” adını koyacakları bir polis ve dehşet rejimi kuracaklar, muhalifleri kamplara, zindanlara dolduracaklar, basını ve televizyonu rejimin emrine verecekler, halk yığınlarının beyinlerini yıkamak için kullanacaklar, eğitimi resmî ideolojinin robot ve zombi yetiştirme fideliği haline getirecekler, üniversite muhtariyetini kaldırıp faşist bir sistem kuracaklar, halk gıda maddesi almak için kuyruklarda beklerken kendileri lüks datçalarda keyif sürecekler ve daha bir sürü haksızlık, zulüm, kötülük yapacaklardı.
Pol Pot’un Kamboçya’da neler yaptığını gördük. Nüfusu 6 milyon civarında olan o küçük ülkede, 2,5 milyondan fazla vatandaşını katlettirdi. Evet Kamboçya’nın başına geçen kızıl lider kendi soydaşlarını, kendi halkını öldürttü. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Türkiye’nin başına geçmiş olsaydılar aynı şeyi yapamazlar mıydı? Sözü uzatmayayım. Dün komünist ve Sovyet sistemi taraftarı, bugün demokrat, çağdaş, laik, kemalist geçinen eski kızıllardan Türkiye’ye bir yarar gelmez. Ne gelir? Uğursuzluk ve zarar gelir bol bol. 26 Eylül 1998 Cumartesi