Cami Estetiği
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Salı
Medenî, kalkınmış, şehir kültürlü ülkelerde ibadet yerleri çok temiz ve bakımlıdır. İç ve dış mekanlarına dikkatle, hasasiyetle bakılır. Bizde ise camilerde, aşağıda sıralayacağım birtakım vahim ve üzücü çirkinlikler, uygunsuzluklar, kültürsüzlükler sergilenmektedir. Elli küsur yıldan beri camiyle, cemaatle ülfet ve ünsiyeti olan bir vatandaş sıfatıyla gördüklerimi madde madde sayıyorum:
1. Caminin giriş kapısının yanında, nizamiye nöbetçisi gibi duran saplı bir süpürge, çöp veya temizlik kabı. Medeniyetten, görgüden, azıcık da olsa nasibi olanlar bilirler ki, temizlik malzemesi görünen yerlere konulmaz, hele baş köşeye hiç konulmaz. Bunların, işi bitince, görülmeyecek bir yerde saklanmaları gerekir.
2. Eskiden her caminin kapısında bir veya birkaç “Müslüman kardeş! Pabucunu öyle değil, böyle tut…” çirkin-levhası vardı. Yazının altında da berbat mı berbat bir çift kundura resmi… Ülkemizi gezen ve bizim dilimizi anlamayan turistler bunları görünce “Her halde Müslümanların kutsal ayakkabıları var, her ibadet yerine bunların resmini koymuşlar..” diye düşünebilirler. Birkaç yıldan beri de camilerimizin kapıları, içi “Namaz esnasında cep telefonunuzu kapatınız” levhaları ile doldu. Belki bu levhaların asılmasında bir zaruret ve lüzum vardır ama bunların cami estetiğine yakışacak, zarif levhalar olması gerekmez mi? Âdi kağıtlara, âdi yazılarla yazılmış, dört köşesinden yapışkan bantla kapılara, duvarlara, hatta kıble duvarına rastgele yapıştırılmış çirkin, pis, iğrenç, zevksiz, sanatsız, öğürtücü, mide bulandırıcı, gülünç levhalar. Cami gibi kutsal bir mekâna böyle şeyler yakışıyor mu? Geçenlerde yazmıştım, resmî bir makam, bid’attir bahanesiyle bir camiye asılan sanatlı ve zevkli âyet ve hadîs levhalarını indirtmiş. Peki, “Müslüman kardeş cep telefonunu kapat!” levhası da bid’at değil midir? Ayet ve hadîs levhası alaşağı ediliyor ve telefon levhası izzet ü ikbal ile yerinde duruyor. Bu ne garip, ne çarpık bir bid’at anlayışıdır!
3. Yine bazı camilerin kapılarına göz bozucu, çirkin, zevksiz tahta veya mukavva kutular konmuş olup bunların içinde pis, buruşuk naylon torbalar bulunmaktadır. Neymiş efendim, cemaat pabuçlarını bu torbalara koyarak içeri girecekmiş. Böyle bir şey bid’at değil midir? Gülünç ve fuzulî değil midir? Büyük sanat ve mimarlık kıymeti olan tarihî camilerin kapılarında böyle çirkinliklere yer vermek yanlış değil midir? Ben şahsen kesinlikle ayakkabımı torbaya koyup da camiye girmem. Zorbalık edip ısrar edecek olurlarsa, torbalı ayakkabı mecburiyeti olmayan başka bir camiye gider, ibadetimi orada yaparım. Müslümanların her işi, her derdi bitti de, camiye ayakkabılarını torba ile sokmak işi mi kaldı?
4. Bazı camilerin avlularında bir sürü çirkin ve iğrenç levha görülüyor; bazısı oklu, bazısı oksuz, “WC… Tuvalet… Erkek WC’si, Kadın WC’si…” İnsaf edelim, utanalım. Putlara tapan Hind mecusilerinin mabetlerinde bile helâ levhası yoktur. Elbette, abdest ihtiyacı için cami avlularında helâ bulunacaktır. Ancak, sefil bir gelir için bunların kutsal mekanlarda reklamının yapılması İslâm zerafetine, terbiyesine, kibarlığına yakışmaz.
5. “Kıble duvarına levha asılmaz, böyle şeyler bid’attir” diyen resmî daire, camilerimizin kıble duvarlarındaki ışıldak, zırıldak, fırıldakları niçin indirtmiyor? Onlar bid’at değil midir? Son yıllarda camilere klima cihazları konmaya başlandı. Mihrablarda yaz aylarında vantilatörler (elektrikli yellengeç) fıldır fıldır dönüyor, terli terli gelen cemaati hasta ediyor. Ya mihrap duvarlarındaki o iğrenç, çirkin zevksiz, bayağı, adi, ucuz, işporta malı saatlere ne demeli? Bunlar bid’at olmuyor mu? Âdi saat, vantilatör, klima cihazı, hoparlör, kalorifer, şarzlı ışıldak gibi aletler bid’at değil; güzelim ayet ve hadîs levhaları bid’at. Öyle mi?..
Şimdi bazı çok bilmişler “Asr-ı Saadet’te cami ve mescidlerde âyet ve hadis levhaları mı vardı?..” diye soracaklardır. Bu kafadaki bazı kimseler “Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, o halde mezhepler bid’attir” diyerek fıkıh düşmanlığı yapmaktadır. Onlara deriz ki: Asr-ı Saadet’te ilk kutsal caminin, Mescid-i Nebevî’nin kapısı, doğramalı camlı pencereleri, tavanı, çatısı yoktu. Zemininde halı, kilim veya hasır da serili değildi. Bugünkü gibi minber ve kürsü de yoktu. Elektrik tesisatı yoktu… O halde bütün bunlar bid’attir mi diyeceğiz?
Maalesef birileri camilere konulan sanatlı ayet ve hadîs levhalarından rahatsız olmuşlardır. Bu sanatsızlığın iki sebebi vardır:
1. Vehhabî, selefî zihniyet. Onlar o kadar aşırıdır ki, Müslüman ölülere kabir yapılmasını bile kabul etmezler. Bir kabrin önünde fatiha okuyup da bunun sevabını orada yatan ölüye bağışlanmasını bile kabul etmezler. Kendi krallarına Celâlet, melik, muazzam derler de sünnî bir Müslümanın evliyadan bir kimse için “Yâ filan!..” demesini şirk (Allah’a ortak koşmak) olarak suçlarlar.
2- Bir kısım kimseler de camilerin yüksek İslâm zevkine ve sanatına göre süslenmesinden son derece rahatsız olmaktadır. Duvarlara bol bol ışıldak, zırıldak, fırıldak, “telefon kapat!” levhası asılması, camilerin yeşil, pembe, eflatun, mor, kırmızı renklerle alaca bulaca boyanmaları onları hiç rahatsız etmez, aksine memnun eder. Ama bir camiye sanat değeri olan kıymetli ayet ve hadîs levhaları asılınca kaşları çatılır ve “Kaldırtın bunları!” diye emir verirler.
Merhum Filibeli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi Bey “Tarih-i İslâm”ında birtakım bedevîlerin müzeyyen camiler yapılmasına karşı çıkmalarını tenkit etmektedir. Bizim ulu mabetlerimiz hiçbir zaman Hıristiyanların gotik katedralleri veya Hint Mecusilerinin tapınakları gibi aşırı süslü değildir. Süleymaniye, Selimiye, Sultan Ahmet gibi büyük mabetlerimiz birer mimarlık şaheseri olmakla birlikte son derece sadedir.
İstanbul Tophane’deki Kılıç Ali Paşa camii şerifine bakalım. Duvarlarda çepeçevre çini âyet panoları vardır. Bunlar Türk-İslâm sanatının şaheserleridir. Bunlara bid’at demek için insanın hem akılsız, hem de kültürsüz ve dengesiz olması gerekir.
Bir ara, Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama devrinde İstanbul’da kaba dindar bir taife türemiş ve “Minare zaten bid’attir. Her camiye bir tek minare yeter. Birden fazla minaresi olan camilerdeki fazla minareler yıkılmalıdır” şeklinde tartışmalar başlatmışlardır. Bu konudaki çekişmeler uzayıp yaygınlaşınca Padişah bu kaba sofuların önde gelenlerini bir gemiye koydurup Ege denizindeki adalardan birine sürgün göndermişti…
Efendiler! Kendinize geliniz. Kur’ân ayetini asmak bid’at olmaz. Hadis-i şerif levhası asmak bid’at olmaz. Bu gibi levhalar ve sanatlar sonradan çıkma, fakat çok güzel yeniliklerdir.
Asıl bid’at camilere asılan çirkin saatler, ışıldaklar, göze görünen hoparlörlerdir. Öyle camilerimiz vardır ki, elektrik sönünce lüks lambası olarak yakılmak üzere iğrenç ve pis tüpler baş köşeye konulmuştur. Bid’at bunlardır. 28 Mayıs 2003