Cami Helâları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Pazartesi
Bayramda muhterem bir hocaefendi ile telefonla görüştük. Söz arasında bana “İslâmî basında namazdan ve cemaatten bahseden bir siz varsınız, başkaları bu konu üzerinde durmuyor” dedi. Namaz ve cemaat gibi iki büyük konu mevzuunda Müslümanlara nasihat etmek benim gibi bir yazara mı kalmalıydı? Şu yetmiş milyonluk millet içindeki âlimler, şeyhler, önderler, rehberler Ümmet-i Muhammed’i kesin bir şekilde beş vakit namaza, bu namazları camilerde cemaatle kılmaya devamlı şekilde teşvik etmeli değil miydi? Heyhat ki, namaz üzerinde duran yok. Kur’an-ı Kerim’de, üzerinde en fazla durulan ibâdet namazdır. Peygamber de ömrü boyunca bu ibadete dikkat etmiş, ümmetine namaz kılmayı vasiyet etmiştir. Ondört asır boyunca Müslümanlar iyi ve kötü günlerde namazı kılmışlardır. Sonra içinde yaşadığımız şu devir gelmiş ve ümmet namazı büyük ölçüde bırakmıştır. Her yere kocaman kocaman camiler yaptırılıyor. Lakin içlerinde cemaat yok. Hele sabah ve yatsı namazlarında durum fecaat. Müslümanlar bu kadar ahmaklaştı mı ki, cami yaptırıyor ve beş vakitte onları doldurmuyor? Büyük islâmî cemaatlerin, özel diyanetlerin her birinin ayrı bir programı ve derdi var. Kimisi şu buhranlı ve fırtınalı zamanda Uganda’da, Kenya’da islâmî müessese açmaya çalışıyor. Kimisinin derdi, İslâm’ı ve Müslümanları kendi içine doldurmak. Bütün, parça içine sığar mı? Bu adamların hiç aklı yok mu? Bazı cemaatlerin baronları akıllarını parayla bozmuşlar. Para, para, para… Kitab, Sünnet, Şeriat, ahlâk, hikmet böyle mi diyor? Diğer bir baron kendisi için para toplamaz, mütevâzı ve kanaatkâr yaşar. Lakin onun da başka büyük bir derdi var. Ben, ben, ben diyor. Benlik hırsı da para kadar kötü bir şey değil mi? İkisi de feci ve fena halde kirletmez mi? Ya Rabbi, Osmanlı devlet-i ebed-müddetine beşiklik etmiş şu İslâm yurdunda bazı Müslümanlar ne kadar aptalca, beyinsizce işler yapıyor. Zekâ katsayıları 70 civarında olan sefih ve câhil güruhlar cami helalarıyla, faydasız beton binalarla, çimento, demir, doğrama, cam, mermer ile akıllarını bozmuşlar. Bunların i’lâ-i kelimetullah ile, Müslümanların kurtulması ile ne ilgisi olabilir? İslâm iman, ilim, irfan, kültür, ahlâk, fazilet, sanat, ihlâs, istikamet, mürüvvet, sabır, sıdk, vefa, âlicenablık, şefkat, merhamet, sevgi, barış dini değil midir? Peki cami helası yaptırtmak, ibadet yerlerine kalorifer tesisatı döşetmek, ışıldak, fırıldak, zırıldak koydurtmak için yırtınan adamlar nasıl adamlardır? Müslümanların içinde de elbette câhil, okumamış, zekâsı pek yüksek olmayan, aklı yetersiz kişiler ve topluluklar bulunabilir. Fakat, islâmî hizmetleri ve faaliyetleri yürüten, Ümmet-i Muhammed’in başını çeken kişilerin, kadroların böyle olması büyük, hem de en büyük bir felâket değil midir? İrtidat aldı yürüdü. Nedvî’nin dediği gibi, “Öyle bir dinden çıkış ki, onun karşısında bir Ebûbekir yoktur.” Peki, Müslümanlar irtidat cereyanlarına karşı neler yapıyor? Okumuş gençlik, dinden uzaklaşmış aydın kesim, şaşırmış halk için ne gibi güzel, tesirli, inandırıcı broşürler bastırılıyor? Geçtiğimiz Ramazan’da bu konuda ne gibi hizmet ve faaliyetler yapılmıştır? Zekâ özürlüler, ahmaklar, cahiller, beyinsizler cami helalarının taşlarıyla mı cihad yapacaklarını sanıyorlar? Ya Rabbi bu Müslümanların halleri ne olacak?
Müslüman sermaye tarafından yayınlanan bir dergiyi karıştırdım. En lüks kağıda iyi bir matbaada bastırılmıştı. İçinde renkli resimler vardı. İlmî, kültürel, ciddî konular işleniyordu. Resimlerden biri eski ve tarihî bir âbidenin kapısındaki kitabeyi gösteriyordu. Resmin filmi ters basılmıştı, yazı metninde bir sürü Türkçe hatâsı vardı. Mefhum yerine mevhum, şefkat yerine şevkat yazılmıştı. Cümle düşüklüklerine bile rastlanıyordu. Bunları görmek beni üzdü ve sinirlendirdi. A mübarekler dergi çıkartıyorsunuz, işleri ehillerine niçin vermiyorsunuz? İlle kendi cemaatinizden, tarikatinizden adamlar yapsın istiyorsunuz, onlar da beceremiyor. İslâm dininin temel kurallarından biri de emânetlerin, işlerin ehil ve layık olan kimselere verilmesidir. Böyle yapmamak emanetlere hiyanet etmek olur ki, büyük günahtır, yıkıma sebebiyet verir. Müslüman cemaatler genellikle işleri ehil olanlara değil, kendilerinden olan ehliyetsizlere veriyorlar ve bu yüzden de başarılı olamıyorlar. Fanatik cemaatçiler Müslümanları ikiye ayırır: 1. Bizden olan Müslümanlar ve 2. Bizden olmayan Müslümanlar. “Bizden”den maksat, kendi tarikatlerine, cemaatlerine, hiziplerine, fırkalarına, meşreblerine mensup olandır. Böyle bir tasnif çok tehlikelidir. Sonunda Müslümanları bugünkü parçalanmış duruma getirir. Müslümanlar dünya işlerinde, onları başarıyla yürütecek bilgili, uzman, işbilen, işbitiren ehliyetli ve liyakatli elemanlar yetiştirmek zorundadır. Eğitim, medya, hukuk, mimarlık, siyaset, dekorasyon; giyim kuşam, moda; edebiyat, tarih… ve daha düzinelerce konu ve sahada. İşler sadece parayla dönmez. Bir dergi çıkartıp başına “bizlerden, kardeşlerden, ihvandan” birini geçirivermekle başarılı olunmaz. İşin emânet edileceği kişiler, kadrolar vasıflı, üstün, güçlü olmalıdır. Köylü, gecekondu, kırsal kesim, taşra, varoş kültürüne veya anti-kültürüne saplanıp kalmış olan islâmî kesim sanat, mimarlık, dekorasyon, antika konusunda kuşe kağıdına basılmış, dört renkli resimlerle süslenmiş lüks ve güzel dergiler çıkartamıyor. Niçin? Paraları mı yok? Aksine çok paraları ve imkânları var ama, kültürleri, ihtisasları yetişmiyor. Kırk yılda kırk bin yeni cami yaptırtan ve bunların ancak kırk kadarı mimarlık ve sanat bakımından güzel olan; geriye kalan otuz dokuz bin dokuz yüz altmış adedi çirkin olan camiler Müslüman kesimin hem İslâm’ın, hem de çağın gerisinde kalmış olduğunu göstermeye yetmez mi? Lafla peynir gemisi yürümüyor. Din ve dünya işlerinde adamakıllı çalışmak gerek. Emanetler ehil olanlara değil de, ehil olmayanlara verilmeye devam ettiği müddetçe esaret ve zillet bizim yakamızı bırakmaz. Emanetleri ehil olanlara değil de kendi bendelerine verenler bu dine ihânet etmiş olurlar. 26 Ocak 1999