Pazar

 

Cuma namazı için bir camiye gitmiştim. Hatip efendi irticalen bir çevre hutbesi okudu. Sözün bir yerinde:

“Fatih Camii avlusuna kedileri atıyorlar, bazıları da onlara yiyecek bırakıyor. Etraf kirleniyor, pis kokuyor. Kedilere böyle yiyecek vermek doğru değildir. Fare tutsunlar, karınlarını öyle doyursunlar…”

dedi.

Artık o camiye cuma namazı kılmaya gitmiyorum.

1950 ile 60 arasında Demokrat Parti iktidarı sırasında Diyanet İşleri Başkanı Eyüb Sabri Hayırlıoğlu isminde bir hoca idi. Onu bu mevkiye Celal Bayar getirmişti. İlim ve aksiyon bakımından güçlü bir hoca değildi… Hayırlıoğlu efendi, cuma namazlarına

Samanpazarı

civarında mahalle arasındaki eski bir camiye giderdi. Niçin? Bizzat kendisi söylemiştir:

“O caminin imam ve hatibi Sultan Vahdettin’den icazetlidir, onun arkasında namaz kılınır, onun hutbesi dinlenir. Ötekiler şüphelidir…”

Son cuma küçük bir camiye gittim. Cuma namazını kıldım, ardından zuhr-i âhir namazı… Evime dönerken, civardaki çok büyük bir camide dışarıya verilen hoparlörlerden henüz kamet getiriliyordu.

Namazın uzun kıldırıldığı

camilere kesinlikle gitmiyorum…

Ezan okunuyor, vaiz efendi sesini kesmiyor, vır vır konuşuyor.

Bu konuda din ne diyor?

Ezan başlayınca vaaza son verilir, Kur’ân tilaveti bile durdurulur ve Muhammedî dâvet hürmetle dinlenir…

Geçenlerde büyük bir caminin civarındaydım, ezan okunmaya başlandı. Kaç dakika sürdü? Tam on dakika!..

Ezanı bu derece uzatan zat kendini Bilal-i Habeşî mi sanıyor nedir?

Herşeyin bir usulü, kuralı, kaidesi vardır.

İstanbul’da

imam sıkıntısı

çekiliyormuş. Köy camilerinden imam nakl ediliyormuş…

1950’li yıllarda din görevlilerinin yarısı Süleyman Efendi cemaatine mensuptu,

onlarda Ehl-i Sünnet hassasiyeti vardı.

Sonra birtakım şer güçleri Süleymancı İmam-Hatipli ikiliği ve çekişmesi çıkarttılar ve Diyanet’teki bütün Süleymancıları tasfiye ettiler. Netice ne oldu?

Din hizmetlerinde büyük bir gerileme ve çöküntü oldu.

Camiye, namaza, cemaate yapılan kötülüklerden biri de, 1960’lı yıllarda Yüksek İslâm Enstitüsü talebelerinin din görevlisi yapılmasıdır. Bir yandan okula gidiyorlar, bir yandan imamlık yapıyorlar. Ağırlığı öğrenciliğe veriyorlar. İmamlık bir nevi atlama taşı oluyor, maaşı burs gibi alıyorlar, caminin civarındaki cemaatle diyalog kurmuyorlar…

Cami imamlığı, cuma hatipliği kadr ü kıymeti çok büyük bir hizmettir. Biz Müslümanlar bu konuda dinsizlerin tuzağına düştük ve imamlığın kalitesini düşürdük.

Şu anda ülkemizde 75 bin cami bulunuyor. Bunun en az beş bininde doktora yapmış, üç yabancı dil bilen, kitap yazan, geleneksel İslâmî sanatlardan biriyle meşgul olup eser veren, sergi açan, çevredeki aydın kişilerle çok kaliteli, çok üst seviyede sohbet edebilen, çoğu aruz bilen, ebced hesabıyla tarih düşürebilen, bazısı İngilizce kitap yazıp yabancı ülkelerde bastırabilen imamlar bulunması gerekir.

Otuz yıl kadar önce bir müezzin efendi ziyaretime geldi, sizden bir ricam var, dedi. Buyurunuz dedim. İsteği şuydu:

Caminin avlusuna çok modern ve konforlu bir hela yapılacakmış, bendeniz müezzinin elinden tutacak, civardaki iş sahiplerine götürecek ve hela parası toplayacakmışım…

Tabiî ki, bu teklifi ve isteği kabul etmedim. Hayırlı bir iş olsaydı memnuniyetle yapardım,

Müslümanların bunca sıkıntısı ve noksanı içinde abdesthane yapımı için uğraşacak vaktim yoktur

dedim. Muhatabım çok kızdı, benimle münakaşa etti ve ondan sonra da konuşmadı!

Artık camilerde fıkhın bazı hükümlerine de dikkat edilmiyor.

Hanefi fıkhında kamet okunurken,

kad kametissalat denirken

imam iftitah tekbirini alır. Şimdiki imamların çoğu buna dikkat etmiyor. Kamet bitiyor, saniyeler geçiyor ve hâlâ tekbir alınmıyor.

Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa Camii İmamı bu hususa dikkat ediyor

, onu tebrik ediyorum. Beş altı yıl önce Edirne’ye gitmiştim,

Selimiye’nin imamı da bu fıkıh kaidesine uydu, onu da tebrik ediyorum.

Namazda erkeklerin başlarının örtülü olması bir edeb ve sünnettir. Buna da riayet eden kalmadı. Bir imam efendi çıksa da,

“Muhterem ve sevgili din kardeşlerim, lütfen ceplerinizde bir takke bulunsun, namaz kılarken onu başınıza geçiriniz”

dese…

Bendeniz uğraşsam, istidatlı ve faziletli bir genç bulsam, onu iyi ve vasıflı bir imam olarak yetişmesini sağlasam, Mısır’da veya Şam’da şer’i bilgilerini güçlettirsem.

Malta’ya gönderip İngilizce öğrettirsem.

İslâmî sanatlardan birinde uzmanlık kazandırsam. Tasavvuf ve fütüvvet ahlakına sahip olması için ne yapılması gerekiyorsa onları yerine getirsem.

Neticede ortaya güçlü, vasıflı, ihlaslı, kabiliyetli bir din vazifelisi çıksa…

Bu zatı bir camiye imam olarak tayin ettirebilir miyiz? Hiç sanmıyorum… Bu kadar da bilgili ve hünerli imam olur mu derler…

Bu düzene vasıflı, güçlü, üstün din görevlileri değil, resmî ideolojiye zarar vermeyecek itaatkâr elemanlar lazımdır.

Diyanet İşleri Başkanı camilerde Atatürk’ü anlatacağız demiş.

CHP başkanı Baykal bu söze o kadar sevinmiş ki, Başkanın ziyaretine gitmiş, boynuna sarılmış… A Başkanım, sadece Atatürk’le iş bitmez. Zevce-i Muhteremesi Latife Hanımı da anlattırıverin. Camilerde tesettür seminerleri yapılsın, Latife’nin tepeden tırnağa örtülü büyük fotoğrafları teşhir edilsin. Öylesine koyu bir tesettür ki, gerekmediği halde elleri bile eldivenli… Şaka bir tarafa

, camilere siyaset ve resmî ideoloji sokulmamalıdır.

Çin’de bile Katolikler resmi ideolojiye karşı direniyorlar, papazları Vatikan’ın tayin etmesini istiyorlar, Pekin’in papaz tayin etmesine karşı çıkıyorlar.

Bendenizin beş vakit namaza, cemaate ne kadar önem verdiğimi muhterem okuyucularım bilir. Bu konudaki yazılarım bir araya getirilse bir kitap meydana gelir. Sırası geldi, şu hususu söylemek istiyorum:

Bazen camiye gitmek, cemaatle namaz kılmak istiyorum da nereye gideceğimi bilemiyorum…

Camide ilk safta onbeş kişi var. Hoparlörler sonuna kadar açılmış; sabit mikrofondan başka imam efendi yakasına seyyar bir mikrofon daha takmış. Elbette oraya gitmek istemem. Benim dinim oyuncak değil ki…

İstanbul’daki büyük camilerden birinin önüne İngilizce, Fransızca, Almanca

(turistler için)

birkaç cümle yazmışlar. Hepsinde de gramer ve imla yanlışları var, rekaket var. Üstelik yazılar da estetik değil… Yine nice büyük caminin kapılarında kovalar, saplı süpürgeler, paspaslar görülüyor…

Bir caminin girişine kulübe gibi bir şey yapmışlar, mimarlık ve sanat bakımından tam rezalet…

Geçenlerde bir iş ve ticaret semtinde,

pazar günü yatsı namazı kılacak cami aradım, bulamadım, pazar tatili yapıyorlarmış…

(Not: Vazifelerini hakkıyla ve titizlikle yapan ehliyetli din görevlileri tenkitlerimin dışındadır. Üzerlerine alınmasınlar. Hürmet ve selâmlarımı sunarım.)

21 Ağustos 2006