Cumartesi

İstanbul’un dünyaca meşhur tarihî camilerinden birindeyim. Binanın içine, bütün akustik kurallarını hiçe sayan dehşetli bir seslendirme, hoparlör tesisatı yapılmış. Cihazın sesi en yükseğe ayarlanmış, 120 desibellik mâdenî bir ses kulakları patlatıyor. Namazdan sonra bir görevliye soruyorum:

– Sesi niçin bu kadar çok yüksek tutuyorsunuz?.. Yüzüme dik bir bakış fırlatıyor ve şu cevabı veriyor:

– Bizim dinimiz yüksek değil mi? O halde sesin de yüksek olması gerekir!

İstanbul’un varoşlarından birine betonarme yeni bir cami yapılmış. Mimarisi bir felâket. Asıl binayla, kubbeyle minareler arasında hiçbir nisbet ve ahenk yok. Her birinde üçer şerefe olan uzun, upuzun minareler. Cami heyetinden birine soruyorum:

– Minarelerin bu kadar uzun olmaları doğru mudur?

– Elbette doğrudur.

– Niçin?

– Bizim dinimiz yüksek bir dindir, elbette ki, minarenin de yüksek olması gerekir.

Benzeri sık sık görülen üçüncü bir manzara: Her gün binlerce turistin ziyaret ettiği büyük bir caminin ana giriş kapısının hemen yanında saplı bir süpürge, nizamiye nöbetçisi gibi arz-ı endam ediyor. Yanında bir kova ve paspas var. “Böyle tarihî ve önemli bir mâbedin ana kapısında, en görünür yerde süpürge, temizlik kovası, paspas olur mu?” diye sormuyorum. Kızarlar, ne karışıyorsun diyebilirler.

Camilerde eskiden “Müslüman kardeş, pabucunu öyle değil, böyle tut emi” levhaları bol miktarda bulunuyordu. Son aylarda “Cep telefonunuzu camiye girerken kapatınız” levhaları birinci plana çıktı. Ayakkabılıkların üst raflarına, “Buraya ayakkabı koymayınız” levhaları da gün geçtikçe çoğalıyor. Bazı camilerde hırsıza dikkat, ayakkabılarınızı yanınıza alınız gibi yaftalar da göze çarpıyor. Ne berbat bir edebiyat! Eskiden atalarımız camilere hüsn-i hat sanatının şaheserlerini mermer kitabeler, çini panolar, levhalar şeklinde koyarlarmış; şimdi beyaz kağıtlar ve kartonlar üzerine hiçbir dinî, edebî, hikemî, kıymeti olmayan lâflar yazılıyor. Bir sosyolog çıksa da bu konuyu incelese.

Ramazan’da camilerde vakit namazlarında biraz cemaat olmuştu, bayramdan sonra o da bitti. Beş vakit namazın kılınması, cemaat olunması hususunda Müslümaları kimler, hangi makam ve merciler uyaracak? Her halde bu işi militan Sabataycılar, Farmasonlar, ateistler, çağdaş aydınlar yapacak değil; onların başka işleri, başka misyonları var.

Namaz ve cemaat hususunda propaganda yapmak, nasihat etmek işi öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı’na düşer. Namaz bir ibadettir, siyasetle ilgisi yoktur; Diyanet bu konuda bir kampanya açsa, propaganda yapsa herhalde bazıları tedirgin olmaz. Niçin yapmıyor? Diyanet İşleri’nde, bütün işleri perde arkasından idare eden, oraya maksatlı olarak getirilmiş bir bürokrat varmış diye duyuyoruz. O mu istemiyor böyle bir işi.

Namazın, cemaatin önemi hakkında Diyanet sorumlularına akıl verecek durumda değilim. Onlar benden daha iyi bilirler ki, Kitab’la, Sünnet’le, icmâ-i ümmetle beş vakit namaz dinimizin en önemli, en birinci, en fazla üzerinde durulması gereken amelî ibadetidir. Müslüman bir toplum namazı terk ederse dinini yıkmış olur; namazı dosdoğru kılarsa dinini ayakta tutmuş olur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle buyurmaktadır.

Kur’ân’da kötü ve azgın bir kavim için “Onlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular” mealinde âyet bulunmaktadır.

Peygamber, Ashab-ı Kiram, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Eimme-i müctehidîn, Selef-i sâlihîn, her asırda yaşamış olan Peygamber vârisi ulema ve meşayih namaz üzerinde çok durmuşlar, Müslümanları bu konuda devamlı olarak uyarmışlardır. Namaz Kitab’la, Sünnet’le, icmâ-i ümmetle sâbit çok önemli, çok hayatî bir dinî vazifedir.

Peki bazı din baronları niçin namaz konusunda çalışmıyorlar? Para toplama, taraftar bulma işine verdikleri değer kadar namaza ve cemaate de değer vermiş olsalardı bugün musallilerin ve cemaate katılanların sayısı on misli fazla olurdu.

Ben din âlimi değilim, şeyh değilim, lider değilim, çoban değilim. Namaz ve cemaat işinin başını çekmek bana düşmez. Bir Müslüman olarak yüreğim sızlıyor, vicdanım rahatsız oluyor da sık sık bu konuyu kaleme alıyorum. Müslüman kütleler futbol kulübü tutar gibi dinî hizmet ve faaliyetler yapıyor. Dinî hizmet ve faaliyetlere para karışmıştır ve maalesef büyük kirliliğe sebebiyet vermiştir. Dinî cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar İslâm ile özdeşleştirilmiştir. İslâm’da şahısları putlaştırmak yoktur; yazık ki, bazı din baronları, aptal veya hinoğlu hin taraftarları tarafından layık olmadıkları yüksekliklere çıkartılmış bulunyor. Binlerce sahte peygamber, sahte mehdi, sahte gavs, sahte kutup, sahte mücahit, sahte kurtarıcı peydahlanmıştır. Bu hengâme içinde İslâm ilmihalinin ana konuları, önde gelen maddeleri unutulmuştur. Şimdi para para para… alkış alkış alkış… sapık ve saptırıcı bir edebiyat ortalığa hâkim olmuştur. Ciğeri beş para etmez birtakım klinik vak’alar, zır deliler, hınzır deliler, zırzır deliler bu furya içinde milyonlarca dolar vurmuşlardır. Milyar dolar bile vuranlar varmış.

Kim hakikî şeyh, kim değil, bilinmiyor. Osmanlılar zamanında Meşihat’ta (Şeyhülislâmlık dairesi) bir Meclis-i Meşâyih (Şeyhler Meclisi) vardı. Tarikatları, dergahları, tekke ve zaviyeleri, şeyhleri kontrol ederdi. Şeyhlerin ellerinde yazılı icazetnameleri (diplomaları, ruhsatları) vardı. Şimdi bunlar kalmadı. Hangisi gerçek, hangisi sahte halk nereden bilecek?

Hakikî din âlimlerinin, hakikî şeyhlerin, hakikî din hizmetkârlarının ellerinden öperim. Onlara sonsuz hürmetim vardır. Lâkin sahtelerine lânet olsun diyorum.

Şeriatsız tarikat olmaz. Bunu herkes kafasına iyice koysun.

Müslümanları birleştirecek en büyük müessese namaz ve cemaattir. Günde beş vakit ezan okununca bütün çeşitliliklere mensup Müslümanlar camilere giderler ve Allah’ın huzurunda saf olarak ibadet ederler. Aynı safta Muhyiddin ibni Arabî taraftarı ile İbn Teymiye taraftarı bulunur. Namazdan sonra el sıkışırlar, Allah kabul etsin derler. Cami, Müslümanları toplayan yerdir. Günde beş vakit namazsız, cemaatsiz Müslümanlık olmaz. Olursa bugünkü gibi olur. Namazı ve cemaati terk eden bir Müslüman toplum asla iflâh olmaz, izzet bulmaz. Namazı ve cemaati terketmenin, şehvetine uymanın cezası dünyada zillet ve esarettir.

Beş vakit namaz ve cemaat konusunda harekete geçmek, bir şeyler yapmak gerekiyor.

Dini imanı para ve benlik olan birtakım adamlar, halka namaz kıldırmakta ve cemaatte kendileri için maddî ve dünya ile ilgili mânevî menfaatler olduğunu bilseler var güçleriyle, canla başla bu işi teşvik eder, propagandaya girişirlerdi. 03 Haziran 2001