Câmiler, Hoparlörler…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Bundan yıllarca önce, İstanbul Eğitim Müdürlüğü’nün Cağaloğlu’nda İran sefarethanesi karşısındaki kapısını ciğer kırmızısı alüminyum doğramadan yaptırmışlardı. Gayet ilkel, çirkin, pis bir şey olmuştu. O zaman bir yazımda bunu tenkit etmiştim. Oradan son geçtiğimde, kapının ve etrafındaki pencerelerin çok güzel ve sanatlı hale getirilmiş olduğunu memnuniyetle gördüm. Renkli camlardan vitray da yapmışlardı. Tebrik ediyorum.
Ramazanda bir cumayı Vilayet civarında bir camide kıldım. İçeride yer yoktu, avluda yer bulabildim. İmamın sesi, hitabeti, diksiyonu güzeldi. Hutbeyi kısa kesti, bu da çok doğru ve isabetli. Herkes oruçlu, havada yağmur var. Hutbeyi uzatmak cemaate eziyet olur. Hatip efendi bir dua etti “…göklerimiz ezansız, mihraplarımız imamsız kalmasın…” dedi. Bu duaya “Camilerimiz cemaatsiz kalmasın” ilavesinin yapılması uygun olurdu.
Camilerde cumalardan sonra para toplanıyor. Bu toplamaların mutlaka makbuz karşılığında yapılması gerekir. Hayır, yanlış anlaşılmasın, hiçbir Müslümana güvensizliğim yoktur. Lakin her şeyin bir usulü, kuralı, kaidesi vardır. Buna uyulması gerekir.
Diyanet’in bunca tâmimine ve emrine rağmen bazı camilerde ezan okunurken hoparlörler sonuna kadar açılıyor ve kulakları zorlayan bir ses yüksekliği ve aşırılığı oluyor.
Hoparlör fazla açılırsa, müezzin ne kadar güzel okursa okusun, ezanın güzelliği kayb olur.
Hoparlörü gerekenden fazla açanlar ezana saygısızlık etmiş olurlar.
“İslâm dini çok yüksektir, o halde hoparlörün sesi de çok yüksek olmalıdır” diyenler geri zekalıdır.
Geçenlerde Nakilbend Camii’ne (Sultanahmet’te) gittim. Huzur ve sükun içinde hutbe dinledim. Niçin mi? Çünkü elektrikler kesikti ve hoparlörler çalışmıyordu.
İkamet ettiğim Sultanahmet semti turistik bir mekan oldu, burada yüzlerce büyük ve küçük otel ve pansiyon bulunuyor, müşteriler hep yabancı. Sabahın karanlığında hoparlörleri sonuna kadar açarak ezan okumak yanlıştır. Bırakın turistleri, zamanımızda Müslümanların çoğu bile sabah namazına kalkmıyor. Kılan azınlık da camiye gitmiyor. Bu şartlar altında hoparlörleri avaz avaz bağırttırmanın mânası yoktur.
Diyelim ki, sesi ve müzik kültürü olan bir müezzin saba makamından ezan okuyor. Hoparlörü, gerekenden fazla açarsanız bu ezan saba makamı ile okumaktan çıkar, ne estetik kalır, ne huşu, ne huzú…
Hoparlörü sonuna kadar açmak marifet değildir. Asıl marifet şunlardır:
(1) Namaz kılanların sayısını artırmak.
(2) Cemaati çoğaltmak.
(3) Gaflet ve rehavet içindeki Müslümanları şuurlu (bilinçli), uyanık, aksiyoncu, güçlü, vasıflı Müslümanlar haline getirmek.
(4) Lise ve üniversite gençliğini camilere çekmek.
(5) Namazları, ezanları, hutbe ve vaazları o kadar halavetli (tatlı ve çekici) hale getirmek ki, cemaat bir namazı kıldıktan sonra öteki namazın vaktinin gelmesini iple çeksin…
(6) Camileri barış, kardeşlik, teâvün (yardımlaşma), tearüf, vifak, ittihad (birlik) mekânları ve şûraları haline getirmek.
Geçenlerde bir yerden geçiyordum, tek minareli bir cami gördüm. Şerefesinde tam 10 (yazıyla: On) adet hoparlör vardı. Bu kadar küçük bir mekana bunca hoparlörü nasıl monte etmişler. Pes doğrusu… Minaredeki hoparlörler yetişmiyormuş gibi bir de bahçedeki ağaçlara hoparlör takmışlardı… Bunları görünce hem güldüm, hem üzüldüm ve söylendim… Ne günlere kaldık.
Cağaloğlu’ndaki Molla Fenari sokağından geçerken, caminin kapısında madenî bir levha gördüm. Üzerinde güzel bir istifle “Molla Fenarî Cami-i Şerifi” yazılı bir hüsn-i hat vardı. Böyle güzel bir yazının uyduruk madenî bir levhada olmasına üzüldüm. Her şeye para bulunuyor, bu yazının da mermer bir kitabe şeklinde oraya asılması gerekirdi.
Son aylarda namaz kılanların, hele cumaya gelenlerin sayısında bir artış olduğunu memnuniyetle görüyorum. Yeterli değildir ama iyiye gidiştir, bu konuda hizmet edenleri tebrik ediyor, kendilerine dua ediyorum.
Ramazanda hayli Müslüman namaz kılacak, bayramdan sonra maalesef terk edecektir. Onların namazı devamlı kılmaları için çareler ve çözümler aranmalı ve bulunmalıydı.
Bir caminin bahçesine sebze ekilmişti. Bunu yadırgadım. Bundan yıllarca önce, hela işletmecisi Beyazıt Camii’nin bahçesine fasulye ekiyor ve toplayıp satıyordu. Yakışıksız bir şey…
Diyanet İşleri Başkanlığı bir genelge yayınlasa ve cami görevlilerinin dikkatlerini çekse:
(1) Camilere işporta malı, beş para etmez, hiçbir maddî ve estetik kıymeti olmayan pilli saatler asılıyor. Bunlar kaldırılmalıdır.
(2) Camilerdeki bütün saçma sapan levhalar atılmalıdır. “Ayakkabılıkların üst rafına pabuç koymayınız… Müslüman kardeşim cep telefonunu kapat… Burası müezzin yeridir, başkası işgal edemez… Klimayı kurcalamayınız…” Ve daha neler neler. Hele cami avlularındaki WC reklamlarına ne demeli… Tek kelimeyle iğrenç. Puta tapan Mecusîlerin tapınaklarının bahçesinde bile hela reklamı yapıldığını sanmam.
Hanefî mezhebi fıkhına göre, müezzin kamet getirirken, “Kad kametissalat” demeye başlayınca imam iftitah tekbirini alır ve namaza başlar. Maalesef bu kural ihlal edilmekte ve kamet bittikten sonra bile namaza başlanmamaktadır. Cemaati sıraya dizmek için bağırıp çağırmalar, önündeki mikrofonla oynamalar…
İsmini vermeyeyim, bir caminin mihrabı mikrofon dolu. İki mikrofon kıyam için, bir mikrofon rükû için iki mikrofon secde ve selam için. Ayıptır, gülünçtür!
Küçük bir camide onbeş kişilik cemaat var ve imam efendi yakasına seyyar bir mikrofon takıyor. Halbuki önünde zaten sâbit bir mikrofon var.
Magellan dünya turuna çıkarken (16’ncı yüzyılda) yanına vahşi ve ilkel kavimlere dağıtmak üzere ayna, tarak, incik boncuk ve 20 bin çıngırak almış. Bizdeki lüzumsuz hoparlörleri bu çıngıraklara benzetiyorum…
Hoparlör tesisatı lüzumlu ve gerekliyse elbette yaptırılır. Ama uzmanına yaptırılır ve akustik ilmine ve tekniğine riayet edilerek… 11 Kasım 2006