Cuma

 

Haziranın ilk haftasında şehrin merkezî bir yerinde küçük bir camide öğle namazı kıldım. Benimle birlikte sekiz kişi vardı. Mihraptaki imamın yakasından yılan gibi bir mikrofon kablosu sarkıyordu. Sekiz kişilik küçük bir cemaat için hoparlöre lüzum var mıdır? Elbette yoktur.O halde mihraptaki zat niçin yakasına seyyar mikrofon takmıştı? Bu konuyu psikologların, psikiyatristlerin, psikanaliz uzmanlarının, sosyolog ve antropologların incelemesi gerekir. Muhterem Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan istirham ediyorum, camilerimizdeki hoparlör ve diğer elektrikli âletler konusunda lütfen bir talimatnâme hazırlasınlar, bu gibi cihazların kullanış şeklini açıkça belirtsinler.

Lüzum ve zaruret varsa elbette hoparlör kullanılabilir.Ancak lüzum olmadığı zaman bu ses yükseltici âleti kullanmak hiç de akıl kârı bir iş değildir. Maalesef hoparlör, klima, vantilatör, mihrabın iki tarafına asılan ışıldak gibi âlet ve cihazlar bir nevi fetiş haline getirilmiştir. Âletleri fetiş haline getirmek, yüce islâm dini ile bağdaşmaz.

Bir de hoparlörlerin kullanılma şekli var. Bazen bir camiye gidiyoruz, sadece bir saf cemaat var. Hoparlörleri sonuna kadar açmışlar, 120 desibellik bir ses kirliliği oluyor, cemaatin kulaklarını tırmalıyor. Böyle yüksek sesler ibadetin ulviyeti ile bağdaşmaz. Her şeyin bir kararı ve ölçüsü vardır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bundan önceki yıllarda da zaman zaman bu sütunlardan seslenmiş ve cami estetiği ile ilgili bir talimatnâme yayınlanmasını istemiştim. Bazı hususları tekrar arz ediyorum:

1. Bazı camilerin kapılarına karatahta üzerine âyetler ve hadîsler yazılmaktadır. Maalesef bu yazıların bazılarında imlâ ve gramer hatâları yapılıyor. Meselâ dahi mânâsına gelen de’ler ve da’lar bitişik yazılıyor; yine iki cümleciği ayıran ki’ler de kelimeye bitiştiriliyor. Bazen küçük harfle başlaması gereken bir kelime büyük harfle, büyük harfle başlaması gereken küçük harfle başlatılıyor. Cümle düşüklükleri yapılıyor. Camiler ilim, irfan, kültür, zarafet, edeb merkezleridir. Kutsal ibadethânelerimizin kapılarına birkaç satırlık yazılarda yanlışlık yapılması affedilemez. Bunları gören din düşmanları “Bu Müslümanlar ne câhil kimselerdir…” demez mi? Diyanet İşleri Başkanlığı cami girişlerindeki yazılarda imlâ, gramer, edebiyat yanlışı yapılmaması hususunda görevlileri uyarmalıdır. Bu işin ölçüsü de Ankara’daki Tarih ve Dil Kurumu’nun yayınladığı imlâ kılavuzu olmalıdır.

Gelelim camilerin içlerindeki ve kapılarındaki birtakım çirkin, bayağı, geri zekâlıca levhalara:

1. “Müslüman kardeş ayakkabını böyle tut, şöyle tutma…” Hiçbir camiye bu gibi aptalca levhalar konulmamalıdır.

2. Tarihî ve büyük bir İstanbul camiinde tam yirmi adet “Üst raflara ayakkabı koymayınız…” levhası bulunuyor. Bu da ayıptır, kutsal bir mâbede yakışmamaktadır.

3. “Cep telefonlarınızı kapatınız…” levhalarına da bir estetik ve tahdit (sınırlama) getirilmelidir. Kıble duvarında bir tek hüsn-i hat levhası yok, âyet yok, hadîs yok, tam dört adet cep telefonu levhası var… Gayet yakışıksız ve çirkin bir manzara. İslâm’ın zarafetine yakışmıyor. Şu hususu da belirtmek gerekir: Bütün uyarılara rağmen cep telefonu denilen belâyı açık unuttuysa ve namaz esnasında çalmaya başladıysa namazını bozsun, telefonu kapatsın (kesinlikle konuşmasın) sonra yeniden iftitah tekbiri alarak tekrar imama uysun. Kaçırmış olduğu kısmı, imam selâm verdikten sonra tamamlar. Camilerimiz, ibadetlerimiz, kutsal mekanlarımız birtakım dikkatsiz ve gafil kimselerin eğlencesi ve oyuncağı değildir. Kuş kadar aklı, kedi kadar hafızası olan kimse camiye girerken telefonunu kapatır. Kapatacak kadar dikkati yoksa akılsızdır. Kimse darılmasın!

4. Cami avlularında helâ reklâmı yapılmamalıdır. Öyle camiler görüyorum ki, avlusunda Türkçe, İngilizce bir sürü çirkin WC panosu vardır. Cami derneği birkaç kuruş kazanacak diye böyle kutsal mekanlarda helâ reklâmı yapılamaz. WC’nin yerini bilmeyen sorar.

5. Bazı imamların sarıklarının tülbent kısmında, kirlenmesin diye olacak, naylon bir kılıf vardır. Böyle bir sarıkla namaz kıldırmak gülünçtür. Diyanet buna da mâni olmalıdır.

6. Bazı tarihî camilerin kapılarının önlerine uyduruk, acayip, çirkin sundurmalar yapılıyor. Geçenlerde gördüm, beş yüz senelik bir caminin tarihî mermer kitabesinin alt kısmı, sundurmayı tutturmak için betonla sıvanmıştı. Böyle bir rezaletin medenî bir memlekette yapılması mümkün değildir. Caminin mimarî üslubuna uygun olmayan çirkin sundurmalara izin verilmemelidir. Vakıflar idaresi cami estetiğine, binanın stiline uyan bir proje yapmalı; şayet ille de sundurma yapılacaksa ona göre yapılmalıdır.

7. Camilerin ışıklandırılması da bir kurala bağlanmalıdır. Mihrapların iki yanındaki flüoresan lambalar çirkindir, ilkeldir, ayıptır, gülünçtür, cahilcedir. Benim yüce dinim kimsenin oyuncağı değildir!

8. Cuma hutbeleri de bir nizama bağlanmalıdır. Hutbelerde İslâm’ın esasları anlatılmalı, halk namaza ve diğer ibadetlere teşvik edilmeli, Kur’ân’daki ve Sünnet’teki öğütler duyurulmalıdır. Geçenlerde ekolojik bir hutbe okundu. Böyle hutbeler yanlıştır. Ekoloji bir kültür meselesidir. Cuma hutbesiyle halledilmez. Bir de hutbelerin başındaki Arapça hamdele kısmı Resulullah Efendimiz’in bir nikahta okuduğu metindir. Diyanet bu hususta da personelini, cami görevlilerini uyarmalıdır. Cuma hutbelerinin başındaki Arapça hamdele salvele kısmı gözden geçirilmelidir.

Şu hususu da ilgililerin dikkatlerine arz etmek istiyorum:

İstanbul büyük bir kültür ve medeniyet şehridir. Bu şehirdeki büyük camilerde şehir kültürüne sahip hizmetliler vazife görmelidir. Köy, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kültür ve zihniyetiyle İstanbul gibi bir metropolde hizmet edilemez. Aklı fikri cami hoparlörlerinde, cami klimasında, cami kaloriferinde, cami halısında, cami helasında, cami meşrutasında, cami badana ve boyasında olan bir kimse nasıl hizmet edebilir?

İslâm ilim, irfan, sanat, kültür, hikmet, edeb, ahlâk, fazilet dinidir. Din görevlilerinin yüksek seviyede edebiyattan, tarihten, sanattan anlamaları gerekir. Din görevlilerinin yüksek tefekkür kitapları okuması gerekir. Din görevlisi, aydın bir kimse ile sohbet ettiğinde o kişiyi ilmine, kültürüne, birikimine hayran bırakmalıdır.

Benim dinim ışıldak, zırıldak, fırıldak, klima, kalorifer, halı, boya badana dini değildir. Mihraplardan, minberlerden, kürsülerden halka ilim, irfan, heyecan verilmelidir.

En değerli sözler kısa, özlü, derin sözlerdir. İmam efendi namazdan sonra, beş dakikayı kesinlikle geçmemek şartıyla cemaate tesirli bir konuşma yapmalı, gönüller heyecana gelmeli, yürekler titremeli, gözler nemlenmelidir.

Edebî Türkçe dünyanın en güzel dilidir. Bilene, söyleyene, yazana…

Hepsi olmasa bile bir kısım hocalar, imamlar karizmatik bir şahsiyete sahip olmalı ve cemaat onu görebilmek, onun arkasında namaz kılabilmek, onun kısa sohbet ve nasihatlarından istifade etmek için camilere koşmalıdır. Merhum Bursalı Mehmed Zahid Kotku hazretleri böyle bir imamdı.

Bir kısım imamlarımızın ilmî ve edebî dergilerde araştırmaları, makaleleri yayınlanmalıdır.

Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünde bir profesör öğrencilerine:

-Çocuklar, hitabet sahasında bugünkü Türkçe’nin en başarılı edibi filan caminin hocasıdır, bir cuma oraya gidiniz ve hitabet neymiş, edebiyat neymiş, üslup neymiş görünüz… demelidir.

Cami imamlarımızın hiç olmazsa onda birinin ilmî araştırma yapmalarını; tarih, edebiyat, şiir, sanat konusunda ciddî kitaplar ve makaleler yazmalarını istiyoruz.

Yine en az yarısının geleneksel sanat ve zenaatlerimizden biriyle meşgul olmasını, talebe ve çırak yetiştirmesini, ürün vermesini, arada bir sergi tertiplemesini istiyoruz.

Bazıları dinin müsaade ettiği kadar musiki ile meşgul olmalıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında İzmir’de imamlık yapan, eski Rufaî şeyhi Rakım Elkutlu merhum büyük bir musikişinas ve bestekârdı. İmamlarımızın hiç olmazsa onda birinin bir yabancı dille fikir kitabı okuyabilmesini arzuluyoruz.

Cami kapısındaki on satırlık âyet meâlinde ve hadîs tercümesinde on yanlış olması büyük bir felâkettir. Durumun islahı için harekete geçilmeli, bir şeyler yapılmalıdır. 10 Temmuz 2004