Çarşamba

 

Camilerimizde insana dehşet verici bir ses, ışık, renk kirliliği hüküm sürmektedir. Bu konu üzerinde kısaca durmak ve başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere ilgilileri uyarmak istiyorum.

Ses Kirliliği: En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün camilere ses yükseltici cihazlar konmuştur. İstanbul’un selatin camilerinden birine bundan iki yıl kadar önce 100 milyar liraya bir hoparlör tertibatı yaptırıldı. Mihrapta üç ayrı mikrofon var. Biri imamın ağzı hizasında, “Kıyam mikrofonu”, ikincisi rükûa göre ayarlanmış “Rükû mikrofonu”, üçüncüsü de yerde, “Secde mikrofonu”.

Akustik diye bir bilgi dalı var, çok vazifelinin bundan haberi yok. Ses ne kadar yüksek olursa sevabı o kadar çok olur mu sanıyorlar ki, namaz esnasında hoparlörleri sonuna kadar açıyorlar.

Birçok camide namaz esnasında bu hoparlörler yüzünden huzurla ibadet etmenin imkanı kalmamıştır. Eskiden hoparlör falan yoktu, vakit namazlarında camiler doluyordu, imamı duyamayan geridekilere müezzinler rükû, secde ve selamları duyuyordu. Şimdi günlük namazlarda bir saf olmuyor ve hoparlörler sonuna kadar açılıyor. Bu kadar iz’ansızlık olur mu?

Diyanet bu ses kirliliğine bir çare bulmalıdır.

Işık Kirliliği: Ampul, ampul, ampul… Zevksiz zevksiz flüoresan lambalar. Bu kadar fazla ışık ibadetin huzur ve huşû ile yapılmasını engeller. Camileri ışıklandırmanın da kuralları vardır. Eskiden kandillere zeytinyağı konur, akşamleyin yakılırmış. Titrek ve soluk ziyalar içinde hoş bir hava meydana gelirmiş.

Mihraplardaki eski şamdanların üzerine beyaz camdan karpuz fanuslar koymuşlar, birinin üzerine Allah, ötekisinin üzerine Peygamber’in ismini yazmışlar. Bu ucuz fanuslar ne kadar zevksizdir.

Tarihî İstanbul camilerinden birinin şahane mihrabında, ancak helâlara asılan berbat ve rezil bir lamba var. Onu bu kutsal mekâna kim koymuş? Yıllardır duruyor, kim kaldıracak?

Renk Kirliliği: Cami tâmir edilecek, cemaatten ve hayırseverlerden paralar toplanıyor ve boyalar alınıyor. Aman ya Rabbi! Ne boyalar ne boyalar. Yeşilin en berbadı, mavinin en cırtlağı, kırmızının en alı. Efendi cami mi boyuyorsun, sirk mi?

Renk uyumu diye bir şey vardır. Bir ibadet yerine gidecek renkler vardır, gitmeyecek renkler vardır. Camilerde yeşil renk cümbüşü cinnet derecesine varmıştır. Yeşil İslâm’ın rengiymiş, öyleyse her yeri yeşile boyamak gerekirmiş. Vah vah…

İslâm bir medeniyet, kültür, sanat, şehir dinidir. Renk kültürü, sanat malumatı olmayan vazifelilerin, camiyi boyamadan önce uzmanlarına, konuyu bilen kültürlü kişilere danışmaları gerekmez mi? Maalesef kimse danışmıyor. Mühür kimdeyse Süleyman odur. Efendi, buranın görevlisi ve sorumlusu benim, ben hangi rengi istersem o olacaktır… Kafa mıdır bu?

Camilerde başka kirlilikler de var:

Latin Harfli Levhalar: Mimar Sinan yapısı büyük camilerden birinde ayakkabılıkların üzerinde yirmi kadar şu levhadan var: “Üst raflara ayakkabı koymayınız.” Yahu burası camidir, beytullahtır, böyle çirkin ve gülünç yazılarla doldurulur mu bu mukaddes mekân.

Kapılarda aptalca levhalar: “Aziz Müslüman! Pabucunu öyle tutma, böyle tut.” Bunlar ne zevksiz ve lüzumsuz şeylerdir. Cami avlularında, bahçelerinde kocaman levhalar: WC… Erkek… Kadın… Tabiî bu WC’ler paralıdır. Henüz abdest alanlardan para almıyorlar ama abdest bozanlardan alıyorlar.

Bazı camilerin kapılarına yeni mermer levhalar koymuşlar Caminin ismini, inşa tarihini yazıyor. Bunlar da çok zevksiz, çok ilkeldir. Bir kitabe konulacaksa bunun mutlaka bilenlere hazırlattırılması gerekir.

Hutbelerdeki Lisan Kirliliği: Nâdir istisnalar dışında hutbelerin edebî ve kültürel seviyesi çok düşüktür. Ucuz, basit bir edebiyat. Bir sürü gramer, belagat hatâsı. İndî ve mesnedsiz yorumlar. Geçenlerde bir hoca, “İnsan için ancak kendi sâyi vardır” mealindeki âyeti, dünyaya dönük emekler şeklinde yorumladı. Tabiî ki, yanlış. Bu âyet âhirete yönelik sa’y ü âmâle işaret ediyor.

İslâm’ın ilk emri “Oku!” imiş, binaenaleyh Müslüman tarih, coğrafya, fizik, kimya, kozmografya, sosyoloji, velhasıl okunacak her şeyi okumalıymış. Bu âyetin, hangi muteber tefsirde böyle bir yorumu vardır?

Muhterem Diyanet İşleri Başkanı’ndan istirham ediyorum. Camilerin ses, ışık, renk, tefriş meselelerini halletmek maksadıyla başkanlıkta bir müdürlük kurulsun. Talimatnameler hazırlansın, İslâm’a düşman olmayan akademisyenlerle, uzmanlarla temasa geçilsin.

Koskoca tarihî caminin kapısında saplı bir süpürge, nizamiye nöbetçisi gibi duruyor. Ayıp değil mi? Süpürge baş köşede teşhir edilmez, işi bittikten sonra saklanır.

Bir camide bin zahmetle kubbenin üzerine çıkmışlar ve alemin etrafına üç adet iğrenç, berbat, rezil hoparlör koymuşlar. Böyle şeylere de engel olunmalıdır.

Fatih Akşemseddin mahallesinde Mimar Sinan’ın kendi adına inşaa ettiği caminin minaresini hoparlör ile doldurmuşlar. O güzelim yapı, gudubet aletlerle çirkinleştirilmiş. Buna kimsenin hakkı yoktur.

Zeyrek’te, Bizans’tan kalma bir kiliseden çevrilmiş bir cami vardır. Maalesef Müslümanlar bu camiyi mahvetmişlerdir. O güzelim tarihî bina harabeye dönmüştür. Bana inanmayan gidip baksın, gözleriyle görsün. Şimdi misyonerler, haçlılar, tanassur etmiş (Hıristiyan olmuş) bazı Türkler bu camiyi restore etmek için bir sürü plan, program, düzen hazırlamaktadır. Gayeleri bu binayı camilikten çıkartıp önce müze, bilahare tekrar kilise yapmaktır. Diyanet’in bundan haberi var mıdır?.. Kariye Camii… Adı cami ama şimdi minaresinde ezan okunmuyor, içinde namaz kılınmıyor.. Çünkü müze yapılmıştır. İslâmcıların vicdanları sızlamıyor mu?

Müslümanlar bu hale nasıl getirilmiştir? Bu geriliğin, bu kültürsüzlüğün, bu sanatsızlığın iki grup sorumlusu vardır: Müslümanları cahil bırakan dinsizler, çağdaşlar, derin devlet şeytanları. İkinci grup ise İslâmcı kesimin içindeki yetersiz, ehliyetsiz, samimiyetsiz haşarattır. Onlar hem İslâm’ın, hem de çağın gerisinde kalmışlardır. Memlekete İslâm nizamını getireceklermiş. Siz bu kafayla, İslâm nizamından geçtim, İslâm bakkaliyesi bile kurup işletemezsiniz. 20 Nisan 2000