Camilerdeki yeni işporta saatleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Aşağıdaki yazı, bir televizyon programındaki konuşmamın metnidir.
Arkada duvarda asılı olan saat, eski ve antika bir saate benziyor. Eski de değil, antika da değil. Bunu geçen hafta Süleymaniye ile Tahtakale arasındaki bir handan aldım. Kaç lira ödediğimi tahmin edersiniz?: Tam 13 lira ödedim. Peki niçin aldım? Birkaç sebebi var. Birincisi: Hoşuma gitti, evde bir yere asarım dedim. İkincisi: Fiyatı çok ucuzdu. Üçüncüsü: Sizlere göstermek istedim. Niçin? Efendim, camilere gittiğimde beni üzen bir takım, son derece çirkin yeni duvar saatleri görüyorum. Mesela, tarihî bir camide mihrabın iki tarafında berbat mı berbat, çirkin mi çirkin, zevksiz mi zevksiz işporta malı iki saat. Biri mihrabın sağında, biri solunda. Kültürlü bir insan böyle göz tırmalayan ilkel saatleri, affedersiniz helâsına bile asmaz…
Camilere ille bu tür saatlerden asılacaksa benim size gösterdiğim gibi, değerli olmasa bile şeklen eski antika saatlere benzeyen saatler asılması gerekmez mi?
Sonra, mihrabın iki tarafında aynı saatten iki adet asıyorlar, ikisi de alafranga saati gösteriyor. A muhteremler! Bari saatin birini ezanî alaturka saate göre ayarlasanız olmaz mı? Şimdi bazıları soracaklar
Kısaca açıklıyorum: Kullandığımız alafranga saat bütün Türkiye için aynı olan vasatî saattir. Bunda günler gece yarısından sonra değişir.
Eskiden Müslümanlar alaturka saat kullanırlardı. Hüseyin Rahmi’nin romanlarında
diye bir ibare okursanız, bunun mânası güneşin batmasına iki saat kaldı demektir.
Her neyse biz yine camilerdeki saatlere dönelim. Diyanet İşleri Başkanlığı ibadet yerlerine göz bozucu, çirkin, işporta malı saatler ve başka eşyalar konulmaması için muhterem din görevlilerini uyarmalıdır. Şu hususu da belirtmeliyim: Aslında camilere eski ve antika gibi görünse de ucuz işporta saatleri konmamalıdır. Konulacaksa İsviçre malı, Alman malı, fiyatları oldukça pahalı, sağlam, güzel, ciddî duvar saatleri konulmalıdır.
Saatlerden başka camilerdeki birtakım yeni yazılar da son derece çirkin ve zevksiz şeylerdir. Mesela, geçen hafta Kapalı Çarşı’da bir camiye gitmiştim; birkaç yere üzerlerine estetik olmayan bir el yazısıyla şu cümlenin yazılmış olduğu kağıtlar gördüm: “Camideki cihazların karıştırılmaması rica olunur. Cami yönetim kurulu.” Kutsal bir ibadet yerinde bu gibi değersiz sözlerin yazılıp asılması yakışık almıyor. Atalarımız camilere, her biri birer sanat şaheseri olan hatlar koymuşlardır. Bu hatlarda âyetler, hadîsler, İslâm büyüklerinin isimleri, kelâm-ı kibarlar yer almaktadır. Bir de bugünkü yeni yazı ve levhalara bakalım: Aziz Müslüman cep telefonunu kapat… Muhterem Müslüman pabucunu öyle değil şöyle tut… Ayakkabılıkların üst raflarına ayakkabı koymayınız… Böyle âdi cümleler ve süflî edebiyat doğrusu camilerimize yakışmıyor.
Bir hususa daha temas etmek istiyorum. Camilerdeki hoparlörler göze görünmeyecek, göze batmayacak yerlere konulmalıdır. Kalorifer veya klima tesisatı yaptırılmışsa bunların petekleri ve cihazları ahşap kafeslerle örtülmelidir.
Yıllardan beri bir albüm yayınlamayı düşünürüm. Konusu şu: Tarihi camilerimizdeki eski hüsn-i hat levhaları ile yeni Latin yazılı levhalar. Birinciler sanat şaheserleri, diğerleri çirkinlik… Türkiye Müslümanları medeniyet, sanat, edebiyat ve kültür bakımından nasıl oldu da bu kadar geri kaldılar? Son otuz kırk sene içinde onbinlerce tarihî camideki eski (bir kısmı antika) halılar birtakım eşkiya tarafından yağmalanmıştır. Müslümanlar bu yağmaya seyirci kalmıştır. Mâni olmak bir tarafa bu işe yardımcı olmuştur. Beş bin dolarlık antika bir halıyı veriyor, yerine elli veya yüz dolarlık bir paçavra alıyor ve “Oh ne iyi oldu, eski ve tozlu halıyı verdim, onun yerine yepyeni, yemyeşil, güpgüzel yeni bir halı aldım…” diyerek yere seriyor. Bu kafadaki insanların dünya işlerindeki re’ylerinden, işlerinden ne hayır gelir? Camilere çirkin Latince yazılar asmak, camilere çirkin ve sanatsız makina halıları sermek, camileri çirkin hoparlörlerle, kaloriferlerle, klimalarla doldurmak en hafif tabiriyle medeniyetsizliktir.
Bazı cami dernekleri, camilerin içlerini hiçbir sanat değeri olmayan çirkin çinilerle kaplatıyor. Camiye çini konulacaksa bunların mutlaka sanatlı olması gerekir. Bu ülkede sanat uzmanları vardır. Onlar hangi çininin sanatlı ve değerli, hangisinin âdi olduğunu bilirler. Şayet caminin içi veya mihrabı çiniyle kaplatılacaksa mutlaka bu işin uzmanlarına sorulmalı, onlardan fikir ve rapor alınmalıdır. Bu kurala uymayanlar kutsal camilerimizi çirkinleştirmiş olurlar. Hiçbir câhilin ve medeniyetsizin ibadet yerlerimizi çirkinleştirmeye, İslâm medeniyet ve kültürüne yakışmayan dekorasyon yapmaya hakkı yoktur. Camilerdeki bütün çirkin levhalar sökülmelidir.
Şimdi birileri şöyle diyecektir: Camilere, cep telefonlarının kapatılması ile ilgili yazıları zorunlu olarak koyuyoruz… Peki soruyorum: Bu yazılar, namaz esnasında zır zır cep telefonu çalmasını önlüyor mu? Siz bir değil, on değil, yüz değil, bin uyarı levhası koysanız, cep telefonu âşıkları cihazlarını yine açık olarak tutmaya devam edeceklerdir. Madem ki bu çirkin ve zevksiz levhalar cep telefonuna engel olamıyor, o halde söküp atın bunları!
Lüks markalar senin için fetiş haline gelmiş. Yazık ki, ceketinin ve paltonun markaları içte kalıyor görünmüyor, kravatınınki de arkasında dikili… Mahrum kalıyorsun. Seni sevindirecek bir teklifte bulunuyorum: Bu görkemli, lüks, pahalı, cafcaflı markaları ceketin, paltonun, kravatının ön tarafının en görünecek yerlerine diktir. Böylece herkes senin ne kadar lüks, (Eskiden Patroniçe bir Lüks Nermin vardı!), ne kadar seçkin olduğunu anlamış olur.
İslâm dininin hak din olmadığını, Kur’ân’ın uydurma kitap olduğunu, Hz.Muhammed’in peygamber olmadığını iddia ediyor ve halkımızı Teslis inancına çağırıyorsunuz. Geliniz, aşağıdaki konularda büyük bir TV kanalında bir açık oturum yapalım ve şu konuları tartışalım: (1) Tevhid mi haktır, Teslis mi? (2) Teslis Hıristiyanlığını Hz. İsa mı kurmuştur, yoksa Tarsuslu Pavlos mu? (3) Kitab-ı Mukaddes tahrife uğramış mıdır? İslâm mı haktır, Teslisçilik mi?.. Ve bunlara benzer birkaç soru ve konu daha…
Sizleri de açık oturuma davet ediyoruz. Tartışılacak konular şunlardır: Hz. Muhammed’i inkar edip yalanlayanlar cennete girecek midir? Ehl-i Kitab ile aramızda derin ihtilaflar var mıdır, yok mudur? Allah üçtür, üçten biridir, Allah’ın oğlu vardır gibi inançlar sahih midir ve bu inançlara bağlı olanlar doğru yolda mıdır?
Buyurun açık oturuma… Afganî azılı bir Farmason değil midir? Böyle bir adam Türkiye Müslümanlarına nasıl imam, rehber, önder, kurtuluş kılavuzu olabilir? Afganî Şiî olduğu halde kendisini Sünnî gibi göstererek, İranlı olduğu halde Afgan gibi göstererek Müslümanları aldatmış mıdır, aldatmamış mıdır? “Bizi aldatan bizden değildir” hadîs-i şerifi ışığında onun durumu nedir? Var mısınız böyle bir tartışmaya, müzakereye?
Cesaretiniz varsa siz de açık oturuma buyurunuz: Lâfı evelemeden gevelemeden mertçe konuşunuz. Hâşâ Allah yanılmış , Peygamber yanılmış ve siz bu yanlışları düzelterek dinde reform, dinde değişiklik, dinde yenilik yapmak istiyorsunuz. Taqiyye yapmayı bırakınız ve samimî konuşunuz. İslâm dini, tahrife uğramamış mükemmel ilahî din olduğuna göre sizin reform isteklerinizin bir kıymeti var mıdır? 16 Ocak 2006