Salı

 

İstanbul Müftülüğü’nün Müslüman halkla, camilerle, aksiyonla ilgili en birinci vazifesi nedir? Bu soruya hiç şüphe etmeden

“Müslümanların beş vakit namaz kılmaları, hür ve mukim erkeklerin

(şer’î özürleri yoksa)

camilerdeki cemaate katılmaları için uygun ve tesirli şekilde propaganda yapmak, irşad etmektir”

cevabını verebiliriz.

Maalesef bu konuda hiçbir faaliyet görülmemektedir. İstanbul’daki dinî hizmet ve faaliyetler kırsal kesim, gecekondu ve varoş kültürü ve zihniyeti seviyesinde icra ediliyor.

Tek minareli caminin şerefesinde tam on tane hoparlör… Ezan okunurken yakındaki binaların camları zangır zangır titriyor. Müftülük bu konuyla ilgileniyor mu?

Yerli ve yabancı ziyaretçilerden her yıl milyonlarca dolar toplayan cami dernekleri var. Bu paraların binde biriyle Türkçe ve (turistler için) İngilizce güzel ve kaliteli islâmî broşürler yayınlandığı görülmüş ve duyulmuş mudur? Müftülük bu konuda yol gösterse, rehberlik etse ya.

Ezanlar güzel okunmuyor.

Ülkemizde kaç Ezan üstadı kaldıysa, İslâm dünyasından da ehil hocalar getirilerek; doğru dürüst, dinleyenlere zevk ve haz verecek, yabancıları bile gaşy edecek güzel ezanlar okunması için niçin harekete geçilmiyor, bu konuda ciddî eğitim verilmiyor? Nâdir istisnâlar dışında

cuma hutbelerinin kıraatleri son derece bozuktur.

Düşünebiliyor musunuz, hutbenin Arapça kısmında bir âyet geçiyor, matbaa zaruretleri veya üşengeçlikten ayetin tamamı verilmemiş,

“ilâ âhiril âye…”

diyor! Rezalet.

Yavan kul sözleri için ila ahiril… denmiyor ama kutsal Allah kelâmı için deniliyor.

Hanefî fıkhında müezzin kamet getirirken

“kad kametissalah..”

deyince imamın iftitah tekbirini alıp namaza başlaması gerekir. İstanbul’da bu kurala uyan kaç imam çıkar? Kamet bitiyor, beş saniye, on saniye geçiyor, namaza hâlâ başlanmıyor… Müftülük bu fıkhî kuralın yerine getirilmesi için niçin çalışmıyor, vazifesini yapmıyor?

Bir internet sitesinde okudum:

İstanbul Müftülüğü karar almış, bundan böyle Müslümanlar camilere galoşla

(ayakkabının veya çorabın üzerine geçirilen naylon kılıfla)

girebileceklermiş. Her caminin kapısına otomatik galoş makineleri konulacakmış…

Ben buna bid’at ve reformculuk derim…

1950’li yıllarda Ankara’da yüksek tahsil yaptım, iki sene de Diyanet’te mütercim olarak çalıştım. Şehrin en büyük camisi olan (o zaman Kocatepe Camii yapılmamıştı)

Hacıbayram Camii şerifine reformcular ve bid’atçiler secde sıraları koydurtmuşlardı.

Safların secde mahallinde yerden beş santim yüksekliğinde, üzeri kahverengi muşamba kaplı sıralar vardı, bunlara secde edilirdi. Daha sonra bu bid’at şeyler kaldırıldı. İstanbul camilerinde ayağa galoş geçirmek mecburî olacakmış, bunu takmayanlar içeriye alınmayacakmış.

Okuyucularım bilirler, bendeniz aczime bakmadan sık sık Müslümanları namaza, cemaate teşvik eden yazılar kaleme alırım. 1980’den önce altı sene kadar beş vakti camilerde cemaatle kılmışımdır. Ramazanlarda bile, iftardan önce camiye gider akşam namazını kılar, eve ondan sonra gelip yemek yerdim. Sonra can güvenliği mazereti ve başka bahaneler çıktı, şimdi cemaate eskisi gibi devam edemiyorum. Elbette şer’î geçerli mazeretlerim vardır ama ben bu konuda kendimi yüzde yüz kabahatli olarak kabul etmekteyim.

Bir Müslüman olarak camilere ille de galoşlu gireceksin, aksi takdirde giremezsin bid’atini kabul etmeme imkân yoktur. İstanbul Müftülüğü’nün, Müslümanların yapacak işleri kalmadı da camilere galoş makinesi alınıp galoşlanmak mı kaldı? Bu saçma ve bid’at uygulama başlatılınca eskisi gibi yine camiye gideceğim, galoş bid’ati konusunda diretirler ve beni içeriye almazlarsa şunları yapacağım:

(1) Müftülüğü maalesef İdare Mahkemesi’ne vereceğim, dâvâ açacağım.

(2) Beddua edeceğim.

Bahaneleri de şu:

Efendim cami halıları pismiş, ayak ve çorap kokuyormuş. Galoşla temiz olurmuş…

Peki, bir haftadır yıkanmamış, ter ve kir kokan Müslümanı içeriye yıkayıp da sokmak için kapılara seyyar hamamlar mı koyacaklar?

Bazıları galoş niçin bid’at oluyor diye sorabilirler.

Bir hatıramı nakl edeyim: Bundan kırk beş yıl önce Kudüs’ün Arap bölgesindeki toplanan (o zaman Kudüs’ün bir kısmı Ürdün’e aitti) İslâm Dünyası Kongresi’ne katılmıştım. Bir gün diğer delegelerle birlikte Ürdün Kralı’nın Amman’daki sarayının bir salonunda cemaatle namaza durduk. Yerlere ayakkabı ile basılıyor… secde edeceğim yere cebimden mendilimi keten mendilimi çıkarttım, serdim. Yanımda agelli kefiyeli maşlahlı iri yapılı bir Arap hoca vardı. Secdeye indiğimizde elini uzattı, mendilimi aldı bir kenara attı. Namazdan sonra

“Niçin böyle yaptınız?”

diye sordum. Bid’at bid’at bid’at… cevabını verdi. Mendilimi atarken

amel-i kesir

işlemiş olduğu için belki de namazı fesada uğramıştı, o da işin başka cephesi.

İstanbul Müftülüğü’nden rica ediyorum:

Bu galoş işi mecburî tutulmasın. Başkalarına karışmam ama bana resmî bir vesika verilsin,

“İşbu Müslüman camiye galoşsuz, temiz çoraplarıyla girebilir. Vazifeliler onu ibadethaneye sokmazlık etmesinler…”

diye yazılsın.

İstanbul Müftülüğü’nden beklediklerimiz:

(1) Hiç namaz kılmayanların cumaya başlamaları,

(2) Sadece cumaya gidenlerin beş vakte başlamaları,

(3) Farz namazları tek başına kılan erkeklerin cemaate devam etmeleri,

(4) Camilerde, Müslüman, gayr-i müslim herkesi hayran bırakacak güzel Ezanlar okunması,

(5) Üniversite gençliğini, okumuşları camiye çekecek son derece kaliteli, edebî, heyecanlı, uyandırıcı, titretici vaaz ve nasihatlar yapılması,

(6) Bu gibi bereketli, feyizli, meymenetli hizmetler sonunda camilerin her vakitte cuma namazında olduğu gibi dolması; cumalarda ise cemaatin caddelere meydanlara taşması için çalışmalar ve bunlara benzer hizmet ve faaliyetler yapılmalıdır.

Müslümanlar galoş maloş bid’atleriyle, avaz avaz bağıran hoparlörlerle, cami klima ve kaloriferleriyle, renkli ampullerle, basmakalıp vaaz ve hutbelerle ilerlemezler; İslâm dini ilim, irfan, kültür, bilgelik, ahlâk, fazilet, medeniyet, sanat, güzellik dinidir. Galoş… Ne kadar zevksiz bir şey… 28 Şubat 2007