Pazar

 

Dostlarımdan Musa Bey görmüş, meyilli bir arazide yapılan yeni bir caminin bir taraftan üç buçuk katlık, öbür taraftan bir buçuk katlık görünüşü varmış. Cami derneği ve sorumluları, 17 milyar lira harcayarak, üç buçuk katlık taraftan yukarıya çıkartan bir asansör yaptırtmışlar.

Şu ana kadar camilere asansör konulduğunu duymamıştım. Allah saklasın bu asansör işi yaygınlaşır, modalaşırsa yandık demektir. Meyilli arazide yapılmayan camilerde de, üst katlarına çıkmak için pekâlâ yaptırılabilir.

Müslümanlar elli küsur yıldan beri beton binalara, uzun minarelere, hoparlörlere, kaloriferlere, klima cihazlarına, halılara yekûn olarak belki de bir trilyon doların üzerinde yatırım yaptılar, masraf ettiler. Halbuki bunların İslâm medeniyetiyle, İslâm kültürüyle, islâmî hizmetle bir ilgisi yoktur.

Bu yıl da, Kutlu Doğum Haftası garip geldi, garip gitti. Bazı vilayetlerde ve ilçelerde sokaklara, cami duvarlarına kocaman bez panolar astılar. Bazısında Hadis-i Şerif mealleri yazılıydı, bir tanesinde de “Kutlu Doğum Haftası Kutlu Olsun” yazılıydı. Bu sonuncu cümlenin bir mânâsı var mı?

Medeniyet demek yazı demektir, kitap ve risale demektir, yazılı metin demektir. Şu yetmiş milyonluk Müslüman Türkiye’de, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle risaleler, kitapçıklar hazırlanmalı, bunlar milyonlarca adet basılıp halka, gençliğe, kadınlara, her sınıf insanımıza dağıtılmalıydı. Meyilli arazideki camiye yaptırılan asansör tesisatına harcanan 17 milyar lirayla birkaç tesirli, vasıflı, güzel broşür hazırlanabilirdi.

Televizyon programları, konferanslar, sohbetler kalıcı olmaz, sözler uçar gider. Gazetelerdeki yazılar da kalıcı olmuyor, çünkü gazeteler saklanmıyor. Lakin kitaplar, kitapçılar, broşürler elde kalıyor.

Bazen kütüphanemi karıştırırken, bundan yüzelli sene önce basılmış küçük bir broşür elime geçer, düşünürüm. Onu yazan fikir adamı, basan matbaacı çoktan ölüp gittiler, belki mezarları bile belli değil. Fakat o çürük kağıtlara basılmış broşür sapasağlam duruyor, okunabiliyor. İçinde yararlı fikirler varsa hizmet ediyor.

Camiye asansör yaptırtmak kolaydır, hoparlör, kalorifer, klima tesisatı kurmak da… Ne kadar para lazımsa onu bulursun, cihazları veya aletleri alırsın, ustalara yaptırtırsın. Kitap yazmak, broşür çıkartmak öyle değildir. Sadece parayla olmaz. Yazanda fikir, kültür, uzmanlık olacak; iş bununla da bitmez, edebî, yazılı-zengin Türkçe’ye vakıf olacak; dahası da var, gramer, imlâ, yazı kurallarını bilecek; yine bitmedi, akıcı, sürükleyici, çekici, tesir edici, ruhları titreşime ve heyecana getirici bir üsluba sahip olacak.

Sanırım Müslüman kesimde hepsi bir arada bulunmayan şartlardır bunlar. Muhakkak ki, Müslümanlar arasında da böyle kitapçıklar, broşürler yazacak kimseler vardır ama kaloriferciler, klimacılar, asansörcüler, hoparlörcüler onları bilmezler, bulamazlar.

Bundan elli küsur yıl önce Hüccet-ülİslâm, Zeynüddîn İmam-ı Gazalî Hazretlerinin “El-Munkizu min ed-Dalâl” adlı küçük kitabının Türkçe tercümesini okumuştum. (Millî Eğitim Bakanlığı, klâsikler serisinden.) Bu küçük kitap benim ufkumu açmış, bana nice temel gerçekleri öğretmiştir. Bu devirde de ona benzer çok faydalı, çok değerli, çok vasıflı, çok etkili küçük kitaplar yayınlanmalıdır.

İki hafta önce ziyaretime İstanbullu iki Müslüman hanım ile beraberlerinde onyedi yaşında bir Fransız kızı geldi. Kız birkaç gün önce İslâmiyet’i kabul etmiş, tesettüre girmişti. Yeni kabul ettiği dinimiz hakkında soruları vardı. Kendisine Fransızca bazı İslâmî kitaplar hediye etmek istedim, maalesef bulamadım. Cağaloğlu’ndaki Diyanet Vakfı kitabevine sordurttum, Fransızca İslâm ilmihali yokmuş.

Peygamber Efendimiz “İslâm garip geldi, garip gidecektir” buyurmuşlardır. Gerçekten de öyle.

Ülkemizde İslâm’dan uzaklaşmış, kuvvetli bir İslâmî eğitim görmemiş, iki arada bir derede kalmış milyonlarca vatandaşımız var. Dinimizi onlara anlatmak, öğretmek, sevdirmek, kendilerini doğru yola çekmek için ne gibi kitapçıklar, broşürler hazırlıyoruz. Maalesef bu konuda dişe dokunur, ipe sapa gelir, ciddi bir faaliyetimiz yoktur.

Bundan yirmi sene kadar önce telefonla aradılar; Bağdat Caddesi’nde çok zengin ve sosyetik bir ailenin modern kızı, dinimizi merak etmiş, bir şeyler okumak istiyormuş. Ona ne gibi kitaplar verebiliriz?.. diye sordular. Piyasa araştırması yaptım, bu kızcağızın kültürüne ve zihniyetine uygun, onu gerçekten etkileyebilecek bir tek kitap, kitapçık, broşür bulamadım.

Eskiden Türkiye’de çok az ateist vardı, şimdi sayıları çoğaldı. Ateistleri hor görmekle, onlara sövüp saymakla iş bitmiyor. Allah’ın varlığını kabul etmeyenlere söyleyeceğimiz ciddi sözler olması gerekiyor. Ateizm bir faciadır, onun tedavisi horlamakla, dışlamakla, tahkir etmekle olmaz. Kaliteli kitapçıklar, broşürler yayınlayacaksın, alın okuyun diyeceksin. Bunu yapabiliyor muyuz?

Son yıllarda İslâmî kesimde kaliteli ve ciddi kitaplar yayınlandığını inkâr etmem. Ancak bunlar yüksek lisans tezleri, doktora tezleri gibi ilmî araştırmalar, monografilerdir. Sadece bu tür kitaplarla boşluğu doldurmak mümkün değildir.

Bir ara “İslâmiyet kapitalizmden de, komünizmden de, faşizmden de üstündür” gibi başlıklar taşıyan ucuz apoloji kitapları yayınlanıyordu. Bunlar da sadra şifa olmadı.

Bilhassa 1970’li ve 80’li yıllarda Pakistanlı, Mısırlı, İranlı aktivist İslâmcıların kitapları, çala kalem tercüme edilip basıldı. İnançlı gençlik bunları heyecanla okudu, lâkin bunlardan da beklenilen fayda sağlanamadı.

İslâm çok yüksek, çok büyük, çok ulvî bir dindir. Onu ancak büyük âlimler, büyük arifler, büyük bilgeler, büyük düşünürler anlatabilirler.

Onaltıncı asırda İmam Birgivî Hazretleri “Risale-i Birgivî” adında dinimizin esaslarını anlatan küçük bir kitap telif etmiştir. Bu zat, Anadolu uleması içinde İmam (büyük din önderi) sıfat ve ünvanını kazanmış tek şahsiyettir. Adı geçen risalede yazdıkları, basit bilgiler gibi görünür ama herkesin yazacağı şeyler değildir. Daha sonra gelen çok büyük âlimler, kendileri müstakil risaleler yazmaktansa İmam Birgivî’nin Risalesini şerh etmeyi tercih etmişlerdir. Edeplerinden ve kemallerinden. Hatemül-Evliya Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretlerinin küçük hacimli Adabü’l-Mürid Risalesi de böyledir.

Zamanımızda kitap bastırtmak serbest, önüne gelen paldır küldür din kitapları hazırladı, yayınlattı. Ancak bunların büyük faidesi olmadı.

Müslümanlara bir kere daha hatırlatmak isterim: Kurtulmak, yücelmek, izzet bulmak, haysiyetli bir hayat sürmek, hürleşmek, kimliklerini korumak, sömürü ve baskıdan kurtulmak istiyorlarsa şifahî kültürden, yazılı kültüre geçmek için çalışsınlar. Rastgele yazılı kültür değil; vasıflı, ciddi, tesirli, güçlü, üstün bir yazılı kültür.

Beton cami binalarıyla, cami helâlarıyla, uzun ve bol şerefeli minarelerle, konforlu meşrutalarla, kalorifer ve klima tesisatıyla, hoparlörlerle, şifahî ucuz edebiyatla, yirmi dört saat ömrü olmayan günlük gazetelerle kurtulamayız. 24 Mayıs 2004