Pazar

 

Bir iki senedir Çamlıca tepesine çıkamıyordum. Geçen hafta bir dostumla birlikte gittim, intibalarımı yazıyorum:

Bazı yazılarımda pilav ve çorba kültürümüzün geliştirilmesinden bahsetmiştim, Çamlıca’da bu konuda teşebbüse geçilmiş.

– Pazartesi. Sebzeli Pilav: Havuç, bezelye, patlıcan, dere otu.

– Salı. Buhara Pilavı: Havuç, yeşil fıstık, kuş üzümü, tereyağı.

– Çarşamba. Özbek Pilavı: Yeşil fıstık, tereyağı, kuzu eti parçaları.

– Perşembe. Sultan Reşad Pilavı: Patlıcan, domates, roman köftesi.

– Cuma. İstanbul Pilavı: Badem, yeşil fıstık, tavuk eti, safran, tereyağı.

– Cumartesi. Çiftlik Pilavı: Havuç, bezelye, mantar, dolma biberi, tereyağı, maydanoz, dere otu.

Onlara bir pilav formülü de ben verdim. İçinde pirinçten maada on çeşit ilave madde var.

Her gün ayrı bir çorba yapıyorlarmış.

1995’te Belediyenin Çamlıca sosyal tesislerinde bir simit denemesi yapmıştık ve son derece beğenilmiş, tutulmuştu. Formülü bendenize aittir: Süt, yumurta, tereyağı, kaşar peyniri rendesi.

Bir yıl öncesine kadar tekerlekli, camekanlı arabalarda satılan simit, birdenbire parladı, gözde oldu ve beş katlı

“Simit Sarayları”

yapıldı. Simidimiz bir anda Amerikan fast fooduna rekabet etmeye başladı ve onu gölgede bıraktı.

Türkiye’nin yemek, ekmek, tatlı, şerbet konusunda çok zengin bir kültürü ve birikimi vardır. Bunları yaşatmamız, geliştirmemiz, canlandırmamız gerekir.

Çamlıca’da olumsuz bir gelişme olmuş. Kolalı meşrubat satılmaya başlanmış…

Pazar günleri oraya yirmi binden fazla halk geliyormuş, gidip dinlenmek isteyenlerin hafta içinde uğramalarını tavsiye ederim.

Çamlıca sosyal tesisleri sorumlusu Mustafa Akıncı Beyi, şef aşçı Mengenli Muhsin Akkuş ustayı ve diğer bütün çalışanları başarılarından ve hizmetlerinden dolayı tebrik ediyorum.

Çamlıca’da iki mescid var. Kadınlarınki küçük olmakla birlikte çok sanatlı ve güzel bir şekilde dekore edilmişti, aşağıda erkekler mescidi maalesef dekorasyonsuz kaldı. Küçücük bir imkan sağlanırsa burası da güzel, sanatlı, zevkli bir şekilde dekore edilebilir. Muhterem Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Beyefendiye buradan sesleniyorum: Fazla bir masrafı olmaz, bendeniz de böyle bir hizmet için ücret ve menfaat talep etmem…

Çamlıca’daki, ortasında havuz bulunan küçük salonun duvarlarını 1995’te pişmiş ayva rengine boyatmıştık, sonradan yeşile boyamışlar. Hiç güzel olmamış, zaten Çamlıca yemyeşil bir yer, her taraf ağaç, ağaçlık, çimenlik…

Nüfusu on beş milyonu aşmış dev İstanbul’un Çamlıca gibi daha pek çok sosyal tesise, hava alınacak mahallelere ihtiyacı vardır.

Vaktiyle Belediyedeki bazı zevata Karaköy’le Azapkapı arasındaki sahilde bir sosyal tesis yapılmasını teklif etmiştim. Öyle büyük, külfetli bir bina olmayacaktı, yarısı denize çakılacak kazıklar üzerinde bir bina ve çevresinde bahçeler, yeşil sahalar, yemek yenilecek, çay içilecek, hava alınacak bir yer. Üstelik şehrin tam göbeğinde, Haliç’in sahilinde. O zaman bu teklifim ilgi görmemişti, tekrarlıyorum böyle bir tesisi hayata geçirecek insanlar İstanbulluların şükran ve minnetlerini kazanacaklardır.

Düğünlere, ziyafetlere davet edildiğim vakit yılda bir iki defa Hidiv kasrına ve diğer köşklere gidiyorum. Buralardaki fiyatların Çamlıca’ya nisbetle yüksek olduğu, dar gelirli vatandaşların buralara gidemediği söyleniyor, ilgililerin dikkatlerine arz ediyorum.

Çamlıca tesislerinin sorumlusu Mustafa Bey’e, sırf oraya mahsus özel bir Çamlıca tatlısı yaptırtmak hususunda harekete geçmesini teklif ettim. Bizim yüzlerce tatlı çeşidimiz vardır, bunların çoğunu ihmal etmiş, unutmuşuz. Yapımı zor olmayan, mideye ağır gelmeyen, lezzetli bir tatlı, kitapları karıştırarak, bilenlere sorarak bulunabilir. Kısa zamanda Çamlıca tatlısı Türkiye çapında şöhret kazanır, insanlar sırf bunu yemek için oraya gidebilir. Kimse darılmasın ama, şimdi herkesin aklı fikri yemede, içmede.

Bakalım simitten sonra hangi millî geleneksel yiyeceğimiz parlayıp inkişaf edecek. Beş katlı simit sarayları açılıyor da, niçin börek sarayları açılmasın? Ancak bugünkü böreklerle bu iş olmaz. Yeni formüller, yeni lezzetler bulmak gerek.

Hiçbir şeye yanmam, Türkiye’de en çok tüketilen içeceğin kolalı meşrubat olmasına yanarım. Eski Osmanlılar zamanında kolalı içecek olsaydı, atalarımız bundan bir yudum aldıktan sonra öğürerek yere tükürürlerdi.

Milliyetçiler, Türkçüler, Müslümanlar, muhafazakarlar, gelenekçiler nasıl içiyorlar, bu kahverengi boyalı, köpüklü şerbetleri?

Artık tedavülden kalkmış olan eski şerbetlerimizin bazılarını sayayım:

Kızılcık… turunç… portakal… elma… şeftali… demirhindi… koruk… limonata (konsantre değil, limon kabuğu rendesiyle ve suyuyla yapılan gerçek limonata)…

Bir ayranımız kaldı, o da hakiki ve tabiî ayran değil. Son İran seyahatimde çok güzel yoğurtlar yedim, ayrınlar içtim. Sodalı bir ayran türü çıkartmışlar, nefisti. Marketlerden ayran alıyorum, ilaç gibi bir şey, ne tadı var, ne tuzu. Yoğurtlar da öyle. Taşradan çömlek içinde hakiki yoğurt getirip satanlar oluyor, onu da her zaman bulmak mümkün değil.

Dünya tepetaklak olmuş, dostlarımdan doktor Ali Bey çocuklarına hakiki yoğurt yediremiyormuş. Sahte yoğurt ve ayranlara öylesine alışmışlar ki, gerçeğini ağızlarına alınca

“Aaa, bu ne biçim şey!”

diyorlarmış. Çamlıca’da bir tabak nefis pilav sadece 1,5 milyon lira… Bedava, herkeseye uygun. 14 Haziran 2004