Çamur Deryası
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Ocak 2019
Pazartesi
Rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın şu sözlerini levha yapıp evlerimizin, işyerlerimizin görünecek yerlerine asmakta büyük fayda vardır:
1950’li, 60’lı yılları hatırlıyorum. O tarihlerde islâmî hizmet ve faaliyetlerde büyük ölçüde samimiyet, ihlâs, garazsızlık ve ivazsızlık vardı. Gazete, dergi ve kitap çıkartarak dine hizmet edenler çeşitli eza ve cefalara mâruz kalıyorlardı. Türk Ceza Kanunu’nun eski 163’ncü maddesi çarpıyor, zindanlarda süründürüyordu. O devirlerin faal Nurcuları birer kahramandı. İman, İslâm,Kur’ân hakikatlarını yaymak için evlerde toplanıyorlar, Risale-i Nûr okuyorlar, namaz kılıyorlar ve basılıp yakalandıkları zaman cani, suçlu muamelesi görüyorlardı da gık demiyorlar, sabr ediyorlardı.
60’lı yıllarda Menemenli bir Nûrcu tutuklanmış, kitaplarına el konulmuş, ağır cezaya verilmişti. Sonunda beraat etmiş, mahkemece iadesine karar verilen kitaplarını geri almak için resmî bir daireye gitmiş, orada zalimane bir yumruk yemiş ve şehiden can vermişti.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Şeriatçılar, Tarikatçılar, Nurcular, islâmî hizmet yapanlar karakuşî keyfî kararlarla tutuklanmış, cezaevlerine doldurulmuştu. Merhum Şeyh Muzaffer Ozak efendi hazretlerinden dinlemiştim. Muzaffer efendiyi Sultanahmet hapishanesine koymuşlar. Orada bir grup Nurcu da varmış. Hapse atılmazdan önce çok dayak yedikleri için ayaklarının tabanları patlamış; buna rağmen dizleri üzerinde sürünerek gidip abdest alıyorlar, namaz kılıyorlarmış…
50’li yılların sonlarına doğru Bursa’da düzmece bir Mehdi vak’ası çıkartmışlar, ardından yurt çapında bir terör hareketine girişmişlerdi. Bu arada Şeyh Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerini de, damadı Kemal Kacar beyle birlikte tutuklayıp Kütahya’ya götürmüşlerdi. Orada muhterem Şeyh efendiye işkence ediyorlar, eza ve cefanın şiddetinden bayıldığı zaman başına ve yüzüne su dökerek ayıltıyor ve işkenceye devam ediyorlarmış.
Evet o tarihlerde hizmet ehli Müslümanların bir kısmına yapılan haksızlıklar, ezalar, cefalar, işkenceler yakın tarihimizin yüz kızartıcı sahifelerini teşkil eder.
İhlâslı, samimî, fedakâr hizmet ehli Müslümanlar bütün, cefalara, işkencelere göğüs gerdiler, asla tâviz (ödün) vermediler, dünyevî çok büyük zararlara uğradılar, lâkin hizmetlerini devam ettirdiler.
Sonra biraz demokrasi ve serbestlik geldi; eza, cefa, baskı azaldı.İslâmî hizmet ve faaliyet alanına birtakım sahteler, samimiyetsizler, rantçılar, kemik peşinde koşan aç köpekler girdi. Sonunda merhum Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi “bir çamur deryası içinde kaldık…”
İslâm’ın temel prensiplerinden ve düsturlarından biri ihlâstır. İhlâs katışıksızlık demektir. Müslüman, Allah için yaptığı bütün ibadetlerde ihlâslı olmalıdır. İhlâsla yapılmayan ibadetler kabul edilmez, sahibinin suratına çarpılır.
İslâmî hizmet ve faaliyet yapan birtakım kimselerin, geçimlerini temin için ücret ve maaş almalarına müteehhirîn uleması fetva ve ruhsat vermiştir. Lâkin din ticareti, mukaddesat bezirgânlığı, sömürü yapmanın fetvası ve ruhsatı yoktur.
Kendisini Müslüman gösterecek, İslâm hizmetkârı gösterecek, mücahit gösterecek ve bu kimlik ve bayrak altında birtakım yamukluklar, haydutlukları yapacak… Neler mi yapacak?
-Hortumlayacak,
-Saf ve akılsız Müslümanları sömürecek, kaz gibi yolup, inek gibi sağacak,
-Kısa zamanda kirli ve kara büyük bir servete sahip olacak,
-Para için, şahsî ihtirasları için, ikbal için, zengin ve ünlü olmak için her haltı yiyecek, dine kesinlikle aykırı nice iş yapacak,
-Müslümanları aldatacak, kandıracak,
-Yalan söyleyecek,
-Verdiği sözleri tutmayacak,
-Emanetleri nâ-ehillere verecek…
Sonra da mücahid, İslâm hizmetkârı, İslâmcı olacak…
Küfür buzdağı eridikten sonra bizi korkunç ve dehşetli bir çamur deryası içinde bırakanlar bunlardır.
İslâmî hareketi, siyasal İslâm’ı kirletenler bunlardır. Yüzde on komisyon alanlar bunlardır. İhalelere fesat karıştıranlar bunlardır. Kendi şahsî menfaat ve ikballeri için en azılı harbî din düşmanlarıyla işbirliği yapanlar bunlardır. Kur’ân “Onlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular…” buyuruyor birtakım uğursuzlar hakkında. Peygamber (aleyhisselâtü vesselâm) “Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır…” diyor. Bundan otuz yıl önce mücahit geçinen niceleri şimdi müteahhit olmuştur. Paravan, düzmece, uyduruk şirketler kurarak haram servetler vurmuşlardır. Saf ve cahil Müslüman halkı çıkmaz sokaklara sokmuşlardır. Suratlarında nur ve meymenet yoktur.
Peki, İslâm’a hizmet edenlerin hepsi böyle midir? Hâşâ!.. Hiçbir devirde Ümmet-i Muhammed’in içinde doğru, dürüst, salih, fadıl kimseler ve gruplar eksik olmaz.
Elbette gerçek hizmet ehli de vardır. Onların vasıflarını sayayım:
-İhlâslıdırlar,
-Kesinlikle yalan söylemezler,
-Müslümanları ve halkı aldatmazlar,
-Söz verince sözlerini yerine getirirler,
-Emanetleri ehil ve layık olanlara verirler. Partizanlık, yakınlarını kayırma gibi ahlâksızlıklar yapmazlar.
-Haram yemezler,
-Şüpheli kazanç ve gelirlerden uzak dururlar,
-Şahsî menfaat ve ikballeri için dinden tâviz vermezler,
-Onların doğruluğunu, dürüstlüğünü, emin olduklarını, faziletlerini insaflı düşmanlar ve karşıtlar bile kabul ve teslim eder.
İslâm’a hizmet eden bir kimsenin ihlâslı, samimî, dürüst, namuslu, şerefli olup olmadığını anlamak için çok ölçüler ve kıstaslar vardır. Bunların birincisi para, maddî menfaattir. Şayet hizmet eden kimse haram yemiyorsa, kara para sahibi değilse, malvarlığını meşru şekilde elde etmişse o kişinin yüzde doksan samimî ve ihlâslı bir din hizmetkârı olduğunu söyleyebiliriz. Para, servet, zenginlik konusunda temiz değilse bilin ki, o adam bozuktur, bozuktur, bozuk… 05 Ekim 2004