Cuma

 

Kırk senedir İstanbul’da gazetecilik yapıyorum. Yazı ve meslek hayatımda zaman zaman kesilmeler, kopmalar oldu. Sıkıyönetimlerin gazetelerimi kapatmaları, tutuklanıp hapse atılmalar, bir ara yurt dışına çıkmak ve altı yıla yakın gurbette yaşamak zorunda kalışım…

İki günlük gazete sahibiydim, biri meşhur Bugün, diğeri Bâbıâlide Sabah. Bunlar, 12 Mart 1971 askerî hareketinden sonra Nihat Erim tarafından kapattırıldı. Hem de süresiz olarak. O zaman yurt dışındaydım, müessesem battı ama canıma zarar gelmedi. 12 Mart hareketi kızıl anarşistlere karşı yapılmıştı. Onları destekleyen bir yerli Pravda sadece yirmi gün kapatıldı; devleti, Türkiye’nin bütünlüğünü destekleyen, kızıllarla mücadele eden Bugün süresiz kapatıldı. Birilerinin İslâm’a ve Müslümanlara olan hıncı çok büyüktü.

Kırk yıllık gazeteciliğim esnasında, iki günlük gazete sahibi olduğum zamanlarda bile, bir Cumhuriyet bayramında, Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyona katılmak için bir davetiye almamışımdır.

Böyle bir davetiye nihayet sayın Ahmet Necdet Sezer’in başkanlığı esnasında tarafıma gönderildi. Ben de, gittim ve icabet ettim.

Sayın Sezer gerçekten demokrat, katılımcı, kucaklayıcı, çeşitliliklere ve farklılıklara saygı gösteren, böylelikle bütünü en iyi koruyabileceği şuuruna sahip olan bir devlet başkanıdır.

Sayın Sezer rejimin değil, devletin başkanı olduğunu her hali ve hareketi ile göstermektedir.

Devlet ayrı şey, sistem veya düzen ayrı bir şeydir. Devlet ile rejimi özdeşleştirmekte büyük zararlar, fenalıklar, fitneler vardır. Devlet rejimden ve sistemden ayrı tutulmalı, asla kirletilip yıpratılmamalıdır. Devlet ebed müddettir, sistemler veya düzenler ise miadlıdır, değişirler.

Bu memlekette rejimi devlet ile özdeşleştirmekten vazgeçtik; onu devletin de, ülkenin de, milletin de, Türkiye’nin âli menfaatlerinin de üzerinde tutan militan ve fanatik bir egemen azınlığın sultası hüküm sürmektedir.

Aydınlarımızın büyük kısmı, hele halk tabakaları âmme hukukunun devlet nazariyelerinden bahseden sayfalarını hiç okumamıştır. Bir kısım kişiler rejime kızdıkları için devlet düşmanlığı yapıyor; bir kısmı ise devleti korumak bahanesiyle rejimin bekçiliğine soyunuyor.

Maalesef son otuz yıllık kargaşa devrinde, dışarıdan ithal edilen bazı aktivist, radikal, fundamentalist ve entegrist teorilere kapılan birtakım Müslüman gençler, aydınlar ve halk, farkına varmadan devlet düşmanlığı yapmışlardır. Aynı düşmanlık, zıt kutupta yâni Marksist cephede de görülmüştür.

Devlet düşmanlığı, sonunda anarşizme götürür. Anarşistler iki büyük değeri inkâr ederler. “Ne Allah, ne devlet!” derler.

Bugünkü Türkiye’de devleti korumanın, ayakta tutmanın, güçlendirmenin ve yüceltmenin birinci şartı düzeni veya sistemi ondan ayırmakla olur. Zarurî değişim yolu bu şekilde açılabilir.

Ülkemizin, halkımızın daha fazla demokrasiye, adalete, temel insan haklarına ve hürriyetlerine riayet ve saygıya ihtiyacı vardır. Türkiye’nin sosyal ve kültürel bir kimliği vardır. Siyasî rejim, resmî ideoloji bu kimliğe karşı gelmemelidir. Gelirse meşruiyetini yitirmiş, zararlı hale gelmiş olur.

Dünyanın hiçbir büyük, ciddî, medenî, ileri ülkesinde resmî ideoloji yoktur. Resmî ideolojiler tarihte kalmıştır. Bizde, Atatürkçülük diye değişime, demokratikleşmeye engel olarak ortaya çıkartılan ideoloji kesinlikle gerçek bir Atatürkçülük değildir. Bazıları, birileri Atatürk’ü kullanıyor, kendi siyasî ve şahsî emellerine âlet ediyor.

Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, hukukun üstünlüğü sistemidir. Ülkenin bütünlüğü, devletin gücü ve kudreti ancak hukukla korunabilir. Baskıların, zorlamaların, şiddetin, devlet terörünün sonu yoktur. Olsaydı sömürgeci devletler eski sömürgelerini hakimiyetleri altında tutmuş olurlardı.

Türkiye’nin birliği şiddetle, silahla, bastırmak ve sindirmekle değil; uzlaşma, karşılıklı menfaatler, iç barış ile korunabilir. Binlerce köy düzlenmiş, büyük sayıda vatandaş yerinden yurdundan, tarlasından, bahçesinden edilmiştir. Baskıcı ve zorlayıcı bir zihniyet ülkede dehşet rüzgarları estirmektedir. Resmî bir toplantıda dua eden müftüyü hoyrat ve kaba bir şekilde azarlayan bakanı protesto ettiği için onbeş yaşındaki bir kız öğrenci kırk günden fazla hapiste tutulmuştur. Türkiye, çocuk hakları konusunda uluslararası andlaşmalara imza koymuş bir devlettir. Onbeş yaşındaki mâsum bir çocuğa bu kadar merhametsizce, bu kadar gaddarca muamele yapılır mı?

Hiçbir medenî, ileri ülkede bizdeki gibi saçmasapan medeniyet tezâhürleri görülmüyor. İngiltere -ki demokrasinin, hukukun, serbestliğin vatanıdır- okullarında, Müslüman ilkokul çocukları bile, âileleri öyle istiyorsa başörtüsü ile okuyabiliyor. ABD’de, Kanada’da, Batı Avrupa ülkelerinde üniversitelere başörtüsü ile gitmek serbesttir. Bizdeki başörtüsü düşmanlığının asıl sebebi nedir? Atatürkçülük mü? Bu da olamaz. Atatürk’ün annesi Zübeyde hanım, eşi Latife hanım, kızkardeşi Makbule hanım başörtülü idiler. 1950’ye kadar Çankaya Köşkü’nde sımsıkı tesettürlü yaşlı bir hanımefendi yaşıyordu. İsmet Paşa’nın muhtereme vâlidesi Cevriye hanım…

Devletle resmî ideolojiyi ve sistemi özdeşleştiren dar ve militan zihniyet Türkiye’ye büyük kötülük etmektedir. Onlar devleti değil, rejimi ve resmî ideolojiyi korumak istiyorlar ve korkarım her şeyi batıracaklardır.

Ben bir Türkiyeli olarak ülkemi, halkımı, devletimi seviyorum. Onları sevdiğim için de resmî ideolojiye, bugünkü bozuk düzene karşıyım. Genelleşen yolsuzluklardan, rüşvet furyasından, partizanlıktan, yozlaşmadan, devlet ve ülkenin bir arpalık olarak görülmesinden son derece tedirginim. Adalet istiyorum, emanetlerin ehil olanlara verilmesini, ehil olmayanlara verilmemesini istiyorum. Bir Müslüman olarak kendi vatanımda, İngiltere veya ABD’de olduğu gibi hürce, korkusuzca yaşamak istiyorum. İnançlarımdan, fikirlerimden, görüşlerimden, inandığım gibi yaşamak arzumdan dolayı baskılara mâruz kalmak, mahkemelerde sürünmek, hapislerde çürümek; çoğunluğa mensup olduğum halde ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi muamelesi görmek istemiyorum.

Gizli, çok güçlü, esrarlı bir azınlık olan Sabataycıların yahut Yahudi Türkler’in içindeki bir takım militan ve fanatiklerin cumhuriyeti, devleti, ülkeyi tekellerine alma hırslarından bîzarım. Bugünkü zorlamalarda, zorbalıklarda, baskılarda onların dolaylı olarak büyük rolü olduğunu biliyorum.

Türkiye’nin gerçek demokrasiye, hukukun üstünlüğü sistemine, temel insan hak ve hürriyetlerine saygı gösteren bir yapıya, millî kimlik ve kişiliği koruyan ve geliştiren bir zihniyete kavuşması için yapacağı faaliyetlerde sayın Ahmet Necdet Sezer’e başarılar diliyor, hayır dua ediyorum. 04 Kasım 2000