Çankaya’da 29 Ekim Resepsiyonu
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Her yıl 29 Ekim akşamı Ankara Çankaya köşkünde Cumhuriyet resepsiyonu verilir. Ülkenin kalburüstü şahsiyetleri oraya davet edilerek ağırlanır. Cumhurbaşkanı bunların teker teker ellerini sıkar.
Bendeniz resmen 47 yıllık gazeteciyim. 1960’da İstanbul’da haftalık Yeni İstiklal gazetesiyle başladım. O tarihten önce Ankara’daki İslâm mecmuasını da hesaba katarsak 50 yılı geçer. Ömrümde bir kere Cumhuriyet bayramı resepsiyonuna çağrıldım, Ahmet Necdet Sezer‘in devlet başkanlığına seçilişinin birinci yılı idi, Hazret o tarihte son derece kucaklayıcı, birleştirici bir siyaset takip ediyordu. Bir gün postadan bir zarf geldi, içinden bir davetiye çıktı. Sayın Cumhurbaşkanı ve eşi beni Cumhuriyet resepsiyonuna davet ediyorlardı. Mümkünse siyah merasim elbisesi, o olmazsa koyu renkli takım elbise ve gömlek kravat… Davetiyeyi alınca biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Havalar soğuktu, Ankara’ya gideyim mi, gitmeyeyim mi?…
Sonunda gitmeye, resepsiyona katılmaya karar verdim. Ankara Ekspresi’inin yataklı vagonuna bindim, sabah Ankara’ya vardım. Ulus civarında güzel (ama beş yıldızlı değil) bir otele indim. O gün Hacıbayram civarında gezdim, Kerküklü sahaftan bir iki eski kitap aldım, Ankara kalesine çıktım, bir kahve içtim. Oradaki bir bakırcıdan, üzeri işlenmiş kapaklı bir eski zaman tası aldım. Akşam oldu, bir taksiye bindim, Köşk’e gittim. Oraya ömrümde ilk defa gidiyordum. Aynalı, bol avizeli, ışıklı büyük bir salona götürdüler. Ya Rabbi!.. Ne kadar zevksiz bir salon… Burasını bu hale kim koydu diye bir tanıdığa sordum, eski Cumhurbaşkanının eşi Bayan S…. dediler. Ben de içimden ha dedim.
Davetliler sıraya giriyorlar ve sayın Cumhurbaşkanı ile eşinin ellerini sıkıyorlardı. Bendeniz el sıkarken televizyonlar, gazeteciler bol bol resim ve film çektiler. Sonra da “Bu bayramda Mehmet Şevket Eygi” bile Köşk’e davet edildi diye manidar sözler ettiler, yazılar yazdılar.
Ondan sonraki bayramlarda sayın Sezer’in zihniyeti değişti, eski genişliği ve kucaklayıcı hali kalmadı. Zaten beklemiyordum, son Cumhuriyet resepsiyonuna davet edilmedim. Böyle bir davet gerekmezdi. Çünkü:
– Bir kere muhaliftim,
– Sonra: Önemli bir kimse değildim…
İnternetteki bir yazıda okudum, bu yıl resepsiyonda hayli içki içilmiş. Hattâ alkolü fazla kaçıran gazetecilerden birinin midesi bulanmış ve kusmuş. Bereket versin, bulantı başlayınca gazetecinin koluna muhterem bir profesör girmiş, lavaboya götürmüş ve istifra (kusma) vak’ası orada olmuş.
Cumhuriyet ilk kurulduğunda böyle şeyler olmazdı. Niçin?
1. Anayasada “devletin dini İslâm’dır” yazılı idi. Bir İslâm devletinde alenen içki içilemezdi, içkili resepsiyonlar verilemezdi.
2. İlk Büyük Millet Meclis’i tarafından çıkartılmış, “Men’-i Müskirat” (Alkollü içkilerin yasaklanması) Kanunu vardı. Alenen içki içilemezdi.
3. 1924’e kadar İstanbul’da devletin ve Cumhuriyetin resmî Halifesi vardı. Cumhuriyet bayramında içki içilmesi ayıp ve günah olurdu.
4. Yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında, başta Cumhurbaşkanının eşi olmak üzere Müslüman Türkiye kadınları tesettürlü idiler. Kadın erkek karışık toplantılarda bulunamazdılar. Hele erkeklerin ellerini kesinlikle sıkmazlardı.
Bir Müslümanın içkili toplantılara katılması, içki içilen sofralarda (kendisi içmese bile) oturması doğru değildir. Şeriat buna izin vermemektedir.
Peki sen daha önce böyle bir resepsiyona niçin gitmiştin? Doğru bir soru!.. Ahmet Necdet Sezer laik, çağdaş, ilerici, dinden kopuk bir şahsiyetti. Sakıncalarına rağmen onun davetine gittim. Abdullah Gül ise beş vakit namaz kılan, içki içmeyen, hanımı bir bakıma veya oldukça tesettürlü Müslüman bir kimsedir. Onun davetinde içki içilmesi ve kusulması doğrusu garibime gider ve önceki duruma göre daha fazla sakıncası vardır.
Yukarıdaki satırların doğrudan doğruya ve dolaylı bir tenkit olarak görülmemesini istirham ederim. Halimizi tasvirden ibarettir.
Geç oldu ama yine de kutlu ve mutlu olsun derim…
Müslüman olduğunuz için, ölümden sonra gidilecek olan ahiret alemi ile ilgili bilgi ve hükümlerde aramızda herhangi bir anlaşmazlık ve ihtilaf yoktur. Binaenaleyh doğrudan doğruya konuya giriyorum.
Birinci madde: Dünyada yaptığınız her şeyin hesabını, ahirette Büyük İlahî Mahkeme’de vereceksiniz.
İkinci madde: İslâm dini kazançları, servetleri helâl ve haram olarak iki ana bölüme ayırmıştır. Helâlin hesabı, haramın azabı vardır.
Üçüncü madde: Devletin ve belediyelerin beytülmalinde bütün halkın, saçı bitmedik yetimlerin, fakirlerin ve ezilenlerin, kimsesiz ihtiyarların, biçare dul kadınların hakları vardır. Bu konuda hesaba çekileceğinizi iyi biliniz.
Dördüncü madde: İslâm dini emanetlerin ehline verilmesini emrediyor.
Emanetleri, ehil ve layık olanlara vermemek, ehliyetsizlere vermek haramdır.
Bunu da çok iyi bilin.
Beşinci madde: Yüce İslâm dininde “Hâmil-i kart yakinimdir. Ona iş veriniz…” gibi şeylere izin verilmemiştir. Emanetlerin, yani işlerin, memuriyetlerin, makam ve mevkilerin, vazifelerin ehil olmayan yakınlara, akrabaya, hısımlara, dost ve arkadaşlara peşkeş çekilmesi bir ülkeyi batırır.
Altıncı madde: Fırat veya Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, bunun hesabı sizlerden sorulacaktır. Bunu çok iyi biliniz.
Yedinci madde: Halkın bir kısmı aç ve perişan sürünürken vekillerin bir elleri yağda bir elleri balda lüks ve refah içinde yaşamalarının da elbette bir hesabı olacaktır.
Sekizinci madde: Yaptığınız yeminlerden dolayı da hesaba çekileceksiniz.
Dokuzuncu madde: Halka yalan söyleyenler, halkı aldatanlar hep hesap verecektir.
Onuncu madde: Fetva gerçek müftülerden alınır. Şeytandan alınan “Kötü düzenlerde kötü ve haram şeyler yapmak, gayr-i meşru kazançlar elde etmek caizdir” fetvasının hesabı sorulur.
Onbirinci madde: Ellerinde “emr-i maruf ve nehy-i münker” yapma imkanı olup da yapmayanlardan niçin yapmadıkları sorulacaktır.
Maddeleri uzatmıyorum. İnsan aldığı ve verdiği nefeslerden bile sorumludur.
Öteki dünyadaki hesaptan kaçmak mümkün değildir. Bu dünyada halktan bazı şeyler gizlenebilir ama öteki dünyadaki hesap kitapta hiçbir şey gizlenemez.
Doğrusu çok rahat adamlarsınız. Bunca sorumluluğa ve vebale rağmen nasıl oluyor da gününüzü gün ediyorsunuz? Umursamazlığınız insanı şaşırtıyor.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Hesaba çekilmezden önce kendinizi hesaba çekiniz, muhasebenizi yapınız” diyerek uyarıyor.
Helal haram bütün kazançlarınızın, makam ve mevkilerinizın, üzerinize aldığınız emanetlerin, yüklendiğiniz işlerin, yediğinizin içtiğinizin, müzeyyen meskenlerinizin, lüks binitlerinizin, şaşaalı yazlıklarınızın, gizli hesaplardaki paralarınızın… her şeyin her şeyin hesabı sizden sorulacaktır.
“Boynuzsuz koyunun hakkının boynuzlu koyundan alınacağı” o günden korkmuyor musunuz? Doğrusu çok umursamaz ve gafil kişilersiniz. Yazık!.. 08 Kasım 2007