Çanlar Bizim İçin Çalıyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
Şu memleketin, şu halkın haline bakıp da üzülmemek, kederlenmemek mümkün mü? Küçüle küçüle nihayet elimizde bu son vatan parçaları, Anadolu ile Trakya kalmış. Şimdi onları da parçalamak, elimizden almak için çalışıyorlar. İşler o raddeye geldi ki, Rahşan Ecevit bile “Din elden gidiyor” diye feryad etti.
Haçlı Seferleri bundan yüzyıllar önce sona erdi sanıyorduk, aldanmışız. Şu anda yeni bir Haçlı Seferi karşısındayız. Bazıları
diyorlar. Biz zaten bir şey olmaz diye diye bu günlere gelmedik mi? Geçen asrın başlarında İstanbul’da nümayişler yapılıyor,
diye bağırılıyordu. Sonra ne oldu? Girit elimizden gitti ve şu anda orada bir tek Müslüman yaşamıyor.
1912’de Balkan Savaşı’ndan önce de,
deyip duruyorduk. Sonra Balkan Harbi koptu; doğudaki ordumuz Bulgarlar’a yenildi, batıdaki ordumuz Sırpların karşısında dağıldı, Selânik’teki ordumuz da, Tahsin Paşa’nın sayesinde düşmana tek kurşun atmadan teslim oldu. Koskoca Rumeli elimizden gitti.
Birinci Dünya Savaşı’nda Arap ülkelerini kaybettik. O tarihlerde Almanlar, Enver Paşa’yı çok seviyorlardı. Almanya’dan Türkiye’ye silâh, cephane, mühimmat, askerî malzeme ve gıda maddesi taşıyan vagonların üzerine “Enverland” (Enver’in ülkesi) diye yazıyorlardı. Enver her yerde bandolarla, muzikalarla karşılanıyor, geçeceği yollara kırmızı halılar seriliyor, sevgiyle kucaklanıyordu.
1917’de, birtakım Arapların hıyanetleri sonunda,
kumanda ettiği İngiliz ordusu Kudüs’ü aldığı vakit, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başşehri Viyana’daki kilise çanları sevinçle çalmaya başlamıştı. Hayret!.. Avusturya-Macaristan devleti savaşta Osmanlı’nın müttefiki olduğu halde, bir Osmanlı şehrinin düşman eline geçmesine oradaki Hıristiyanlar niçin seviniyorlardı?
Sultan Abdülhamid’in 1908’de iktidarı yitirmesinden ve 1909’da tahtından indirilmesinden sonra Türkiye’de Enverler saltanatı başlamıştı. Bugün de Enverlerimiz eksik değil. Enverler Haçlı ülkelerde coşkuyla, sevgiyle, bandoyla, muzikayla karşılanıyor. Ayaklarının altına halılar seriliyor.
Birtakım beyinsiz Araplar 1930’lu yıllarda evlerini, arazilerini, tarlalarını, bahçelerini, bağlarını, bostanlarını bol para mukabilinde Siyonist Yahudilere satmışlardı. Sonunda ne oldu? Filistin ellerinden gitti, vatansız kaldılar. Bugün de Türkiye’de, birtakım para-perestler topraklarını, arazilerini, mülklerini yabancılara satıyorlar. Hiçbir baskı yok. Kendi rızalarıyla. “Mister!.. Bastır parayı al tarlayı…” Sonra ne olacak? Onu düşündükleri yok.
Vak’a bir iki hafta önce olmuş. Pek dindar olmayan bir vatandaş Beyoğlu’ndan geçerken İncil dağıtan misyonerlere kızmış, tartışmış, o hırsla güzel bir dilekçe yazmış, İstanbul Valiliği’ne gitmiş. Şikâyetinden hiçbir netice alamamış. Zaten misyonerlerin elindeki kapı gibi İncil dağıtmak iznini Valilik vermişmiş. Bu vatandaş, dindar değil ama gayretli, hamiyetli, vatansever bir kimseymiş. Hiç olmazsa tepki göstermiş, dilekçe yazmış, Valiliğe müracaat etmiş.
Birtakım dindar geçinen vatandaşlar var ki, sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmiştir. Tepki yok, üzüntü yok, feryad yok, bir inilti bile yok. Bu tepkisizlere kızıp duruyoruz, ya agresif misyonerlerle, Haçlılarla işbirliği, diyalog yapan İslâmcılara ne demeli?
“Misyonerler çok çalışıyor… Yüzlerce büyük kilise binası yapıldı… Binlerce ev-kilise açıldı… Milyonlarca broşür dağıtılıyor… Müthiş bir Haçlı Seferi karşısındayız… Dinimizi ve Ümmetimizi savunalım, bir şeyler yapalım…” denildiği vakit, Hoşgörücüler ve Diyalogcular
“Bırakın bu yaygaraları, şimdi İbrahîmi dinler arasında yakınlaşma var. Fitne ve fesat çıkarmayın…”
cevabını veriyorlar.
Be adamlar!.. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm muvahhidlerin atasıdır. Hazret-i İbrahim Tevhid inancının kutbudur. Teslisçilerin onunla ne ilgisi olabilir?
Antalya’ya “Dinler Parkı” yapıldı. Büyük merasimle açıldı, bandolar çaldı, borular öttürüldü. Papazlar, hahamlar, mecburen katılan sarıklı imamlar… Bu öten borular, bu çalan çanlar, bu üfürülen nefirler Müslümanlara haber veriyor:
-Vatanınız elden gidiyor… Vatanınız elden gidiyor…
Kalpleri mühürlenmiş, gözleri perdelenmiş, kulakları tıkanmış, vicdanları nasır tutmuş kimseler boruları, çanları, nefirleri duymuyor. Uyuyoruz, uyuyoruz, uyuyoruz… Korkarım ki, uyandığımızda artık çok geç olmuş olacaktır.
Marmara’da, İstanbul’dan görülen bir adaya kocaman bir Mevlevî dervişi heykeli dikilecek ve etrafına bir havra, bir kilise, bir de cami yapılacakmış. Allah, Allah!..Nereden icab etmiş o adaya bu heykeli, bu havrayı, bu kiliseyi, bu camiyi dikmek? Bu işlerin ilhamları Rabbanî midir, şeytanî midir?
Anadolu’da yakın zamana kadar bir tek Hıristiyanın bile yaşamadığı şehirlerimizde yerden mantar biter gibi kiliseler yükseltildi. Çalan çanlar Hıristiyanlar için mi, Müslümanlar için midir? Çanlar Haçlılar için neş’eli neş’eli; Müslümanlar için korkunç korkunç çalıyor… 15 Ocak 2005