Fotoğrafını gördüm, papaz elbisesi giymiş, sakallı bir zat; İngiltere’deki ve dünyadaki

Anglikanların ruhanî lideri, Canterbury Başpiskoposu.

Bu zat, İngiltere’de peçe takan (Başörtüsü ve çarşaf değil, peçe) Müslüman kadınların haklarını savunmuş.

“Bırakın taksınlar, bırakın örtünsünler…Dinî simgeleri yasaklamak bir insan hakları ihlâli olur…”

meâlinde konuşmuş.

Bir Müslüman olarak Başpiskoposa teşekkür ediyorum.

Peki bizim TC Ankara Diyanet İşleri Başkanlığımız yıllardan beri sürüp giden müzmin başörtüsü kavgasında söylenmesi gereken dinî gerçekleri söylüyor mu? Maalesef bu konuda suskun kalmayı tercih ediyor.

Gerçi, Başkanlığın tesettür konusunda biri 1980, diğeri 1993 tarihli iki uzun kararı yahut fetvası var ama bunlar unutulmuş, tozlu dosyalar içinde kalmış. Ülkemizdeki başörtüsü-tesettür kavgası ve krizi bütün şiddetiyle devam ediyor. Diyanet’in de doğruları (elbette polemik yaparak ve seviyesiz bir üslup kullanarak değil) mutlaka

devamlı

şekilde beyan etmesi gerekir. Devamlı kelimesinin altını çiziyorum. Bir kere söylemekle olmaz. Gerçekler devamlı olarak söylenecektir.

Şu hususu da belirtmem gerekir:

Bizdeki başörtüsü-tesettür kavgası dinî bir kavga değildir. Bir hukuk kavgasıdır, bir insan hakları meselesidir.

Niçin?.. Çünkü din hürriyeti, inanç hürriyeti, dinine ve inançlarına göre yaşayabilmek hürriyeti

temel insan haklarıyla

ilgilidir de ondan.

Bizdeki başörtüsü-tesettür yasağı devletimize, Cumhuriyetimize gölge düşürmektedir. Çünkü böyle bir yasak:

(1) Evrensel temel insan haklarına ve hürriyetlerine aykırıdır.

(2) Hukukun üstünlüğü prensibine aykırıdır.

(3) Demokrasiye aykırıdır.

(4) Millî kimlik ve kültürümüze aykırıdır.

(5) Adalete aykırıdır.

(6) Eşitlik ilkesine aykırıdır.

(7) Kadınların hak ve hürriyetlerine, haysiyetlerine aykırıdır. (Bu iddiam bazılarının çok garibine gidecektir. Üç kişi bizden, üç kişi onlardan bir açık oturuma var mılar? Tek şartım, bîtaraf (tarafsız ve âdil) bir sunucu tarafından idare edilmesidir açık oturumun.)

(8) Başörtüsü-tesettür yasağı millî ve toplumsal barışa, uzlaşmaya aykırıdır.

Avrupa’da da son günlerde başörtüsü ve çarşaf konusunda bazı hürriyeti kısıtlayıcı tedbirler alınması gündemdeymiş… Biz Müslümanlar o kadarına razıyız. Şu anda

bütün

evet

bütün demokrat, ileri, medenî ülkelerin üniversitelerinde başörtüsü serbesttir.

Fransa’nın resmî liseleri haricinde bütün okullarda başörtüsü serbesttir. Bizde de böyle olmalıdır.

Birkaç sene önce Suriye’ye gitmiştim. Yedi-sekiz yaşındaki okullu kızların bazısının başları kapalı olarak mektebe gittiklerini gözlerimle gördüm. Suriye rejimi islâmî bir rejim değildir. Değildir ama okul çocuklarının başörtülü olmalarına izin vermiştir. Bizdeki kadar sert, acımasız, totaliter değildir.

İlerici, çağdaş, havaî bir kadın veya kızın affedersiniz külot giymesini veya giymemesini bir devlet, bir cumhuriyet, bir rejim meselesi yapıyor musunuz? Yapmıyorsunuz… O halde Müslüman, dindar, muhafazakâr kız ve kadınların başlarını örtmelerine de karışmayacaksınız.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin hakim olduğu demokrat bir ülkede başörtüsünü ve tesettürü savunanların tehdit edilmeleri düşünülemez. Ben devletimi, vatanımı, halkımı seven bir vatandaşım. Halen vergi ödüyorum. Vaktiyle seve seve askerlik hizmetimi yaptım. Kara ve necis bir servetim de yoktur.

O halde dinî inanç ve kanaatlerim yüzünden niçin tehdit ediliyorum. Niçin baskıya mâruz kalıyorum?

Atatürk 1935’te Mason localarını kapatmıştı. Mason localarının kapatılması da bir

“Atatürk Devrimi”

değil midir? Bu konuda kimsenin sesi soluğu çıkmıyor.

Cumhuriyet bayramı arefesinde Masonlar Anıtkabir’e gittiler ve ey atam yolundayız, sana çok bağlıyız gösterisi yaptılar.

Buna kim inanır? Localarını kapatan tarihî bir şahsiyete bağlı olmaları, onun yolundan gitmeleri nasıl oluyor?

Masonlar bu ülkede nasıl yüzde yüz hür iseler, hiç rahatsız edilmiyorlarsa, Müslüman halk da en az onlar kadar hür ve güvenli olmalıdır. Biz Müslümanlar kendi vatanımızda, kendi devletimizin koruyucu kanatları altında:

  • Hür yaşamak istiyoruz.
  • Eşit şartlar altında yaşamak istiyoruz.
  • Din, inanç, görüş ve dinî tatbikatımızdan (uygulamamızdan) dolayı baskı görmemek istiyoruz.
  • Bazı kadınların mini etek giymek, bikini mayo ile denize girmek hakları olduğu gibi bizim de tesettür hakkımızın olmasını istiyoruz.
  • Dinî ve millî kimliğimizi korumamıza müdahale edilmemesini istiyoruz.
  • Dindar olduğumuz için bazılarının bizi iç-düşman olarak göstermelerini istemiyoruz.
  • Bazılarının bizi tehlike ve tehdit olarak göstermelerini protesto ediyoruz.

    Bir anket yapılmış,

    üniversite öğrencilerinin yüzde 63’ünün cuma namazına gittiği

    meydana çıkmış. Bazı medyacılar bundan son derece rahatsız ve tedirgin olmuşlar,

    “Bu devirde böyle şey olur mu? Onlar genç, gitsinler kızlarla arkadaşlık etsinler…”

    gibi lâflar etmişler.

    Yüzde 63 çok azdır. İnşaallah bu rakamı yüzde 90’a çıkartacağız. Baskı yapmadan, anlatarak, ikna ederek… Türkiye’de çoğunluğu teşkil eden (oluşturan) Müslümanların en az Masonlar, Sabataycılar, ateistler, İslâm karşıtları kadar hür olmalarını istiyoruz.

    Geçenlerde bir rektör,

    “Türkler keşke Müslüman olmasaydı…”

    diye bir lâf etti. Bu lâfı yüzünden mahkemeye verildi mi, rahatsız edildi mi? Edilmedi.

    İşte biz de (Aslen Ermeni olan) bu rektör kadar hür olmak istiyoruz.

    Türkiye Cumhuriyeti devletinin imza koymuş olduğu uluslararası evrensel insan hakları metinleri ve bildirgeleri vardır. Bunlardaki bütün

    değerlerin

    ülkemizde hayata geçirilmesini istiyoruz. Bu metin, bildirge ve sözleşmelerde bulunmayan birtakım sahte değerleri bahane ederek halkımıza zulüm ve baskı yapılmasını istemiyoruz.

    NOT: Diyanet’in Başörtüsü-Tesettür konusundaki iki gerekçeli ve delilli fetvasını 16 sayfalık bir broşür halinde bastırttım. Arzu edenler fazla miktarda alarak dağıtabilirler. Bir nüshasının fiyatı 10 kuruştur (0.1 YTL.), yüz adetlik paket 10 YTL. Ticaret yapmak maksadıyla yayınlanmamıştır. Adres: Bedir Yayınevi, Cağaloğlu Yokuşu No: 6 Vilayet Civarı İST. 01 Kasım 2006