Perşembe

 

Eskiden, çocukluğumda elle kurulan zemberekle çalışan gramafonlar vardı. Düşünce kırılan plaklarla çalışırlardı, bunlara “Taş plak” denilirdi. Bu plaklar çatlayınca gramafonun iğnesi çatlağı aşamaz, hep aynı yerde döner aynı sesi çıkartırdı.

Şimdi Türkiye’de milyonlarca insan çatlak taş plaklar gibi hep aynı faydasız şeyleri söyleyip duruyor. Sanki beyinler dumura uğramış, kafalar çalışmaz olmuştur. Fazla tahsili olmayan, geniş ufka sahip bulunmayan halk tabakaları belki böyle olmakta mâzurdur ama aydın geçinenlere ne demeli.

En büyük güç olan medya çatlak plak olmakta birincidir. Büyük gazete ve televizyonları görüyorsunuz. Lâiklik, gericilik, büyük Atatürk (Atatürk sömürüsü yapıyorlar), çağdaşlık… Bu edebiyatın arkasında ne dolaplar dönüyor. İslâmî kesimde de çatlak plak misali sesler duyuluyor. Şikayetler, tazallümler, bahaneler, günlük politika dedikodular… Türkiye’nin okumuşları, aydınları, seçkinleri on kadar fraksiyona ayrılmışlar ve onlar da çatlak plak gibi hep aynı teraneleri okuyorlar.

Ülke çapında yirmi otuz büyük gazete çıkıyor. Bunların bazısı ekleriyle birlikte yetmiş seksen sayfa hacmindedir. Yekûn olarak günde bin gazete sayfası, ayda otuz bin çarşaf gibi sayfa eder. Bir ayda bu otuz bin sayfalık yayın içinde Türkiye’nin gerçek bir tablosunu çizen, mevcut krize çare ve çözüm teklifleri getiren bir tek ciddî makale ve rapor yayınlanıyor mu? Herkes bildiğini okumaya devam ediyor, havanda su döğüyor. Televizyon yayınları da böyle.

Ülkenin beyni, halkın rehberi, politika ve idarecilerin danışmanı durumunda olması gereken üniversiteler ise tam bir rezalet manzarası arz ediyor. YÖK terörü dehşet saçıyor. Başörtülü kızlar içeri alınmıyor. Birtakım rektör, dekan ve profesörler, Kuzey Kore’deki Kim İl Sung partizanı akademisyenleri de geride bırakan bir fanatizm sergiliyor. İş o raddelere vardı ki, bazı çağdaş ve Atatürkçü dekan ve profesörler bile makam ve mevkilerinden, durumu protesto etmek için istifa ettiler.

Demokrasi demokrasi diyorlar. Demokrasi ne demektir? Çoğulculuk, çeşitliliğe hürmet, herkesin haklarını ve hürriyetlerini tanımak demek değil midir? Bizdeki yalancı demokratlar, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini ayaklar altında çiğniyor.

Bu memlekette elbette her kesimde namuslu, şerefli, dürüst, ciddî aydınlar vardır. Bunların bir kısmı niçin bir araya gelip de şu memleketteki fenalıklara, namussuzluklara isyan etmiyorlar? Kanun dairesinde isyan edilemez mi? Pekâlâ edilebilir. Gazetelerde yazılar yayınlanır, bildiriler çıkartılır, dernekler kurulur, komiteler harekete geçirilebilir. Belli başlı yabancı dillerde broşürler, kara kitaplar çıkartılıp dış dünyadan yardım ve destek istenebilir. Lâkin yazık ki, bunlar yapılmıyor.

Bu memlekette kötüler, şerirler, hâinler, namussuzlar, hak ve hukuk düşmanları, soytarılar cesur, gözüpek, atılgan; buna mukabil namuslu, haklı, doğru vatandaşlar pısırık, mıymıntı, dar görüşlü, pasif. Bu yüzden de memleket göz göre göre batıyor.

Yarın çok geç olabilir. Henüz fırsat ve imkân vardır. Türk Kürt, Sünnî Alevî, Sağcı Solcu, Şeriatçı Lâik… velhasıl her kesimden yüksek kültürlü, yüksek vicdanlı, geniş ufuklu, namuslu elli veya yüz aydın bir araya gelerek, sadece evrensel değerleri talep eden bir manifesto hazırlayıp yayınlamalıdır. Bu memleketin, bu milletin, bu devletin hukukun üstünlüğü, gerçek demokrasi, insan haklarına hürmet ve riayet, millî kimliğe saygı, bağımsız adalet, resmî ideolojiden arındırılmış siyasî ve idarî bir sistem gibi değerlere ihtiyacı vardır. Namuslu ve vicdanlı aydınlar niçin, bütün kesimlerin rahatlıkla ve kolayca kabul edebileceği bu müşterek değerler üzerine bina edilmiş bir kurtuluş hareketi başlatmıyorlar? 13 Ağustos 1999