Perşembe

 

Bundan yıllarca önce varlıklı, imkânlı bir zata gitmiştim.Eksik olmasınlar bendenize çay ikram ettiler. Ama nasıl çay? Tam bir felâketti. Çay değil, bulaşık suyuydu sanki. Çar nâçar içtim. İçmemek ayıp olacaktı. Saygısızlık olacaktı.

İmkânı olup da iyi çay içmeyenlere doğrusu çok acıyorum.İyi çay içmekten kolay ne var?

Çay nasıl hazırlanır? Japonyada çay serenomisi, Japon usulü çay hazırlamak, icazetli üstadından dört beş senede öğrenilir. Bizde bu kadar külfete, zamana lüzum yoktur. İyi çay hazırlamanın, iyi çay içmenin, çaydan büyük zevk ve haz almanın şartlarını sayayım:

1. Piyasada satılan yerli çayların çoğundan (hepsinden demedim) iyi çay olmaz. Devlet büyükleri için hazırlanan özel iyi Rize çayları vardır, onlar da piyasada satılmaz.

2. Kuru çayı harmanlamak gerekir. Yani, zevkinize, tecrübenize, imkanınıza göre Seylan, Hindistan, Çin, Japon, Kenya, Madagaskar çaylarından karışımlar yaparsınız.

3. Madenî demlikte iyi çay olmaz. Mutlaka toprak, seramik, porselen demlik kullanmalısınız. İmkanınız varsa demliğin sanatlı ve değerli olması gerekir.

4. Kesinlikle boyalı ve kimyevî aromalı çay içmeyiniz.

5. Çay iyi suyla demlenir.

6. Çaydanlıktaki su kaynar kaynamaz çayı demlemek gerekir. Uzun müddet kaynayan suyla iyi çay olmaz.

7. Çay hangi kaplarda içilir:

a. İnce belli çay bardağı ile. Mümkünse bu bardak kesme kristal olmalıdır.

b. Değerli porselen fincanda.

c. Japon, Çin,Kore işi topraktan mamul, üzeri harika renkli ve sırlı küçük çay kâsesinde.

8. Çay tabağı nasıl olmalıdır:Mümkünse antika, eski sanatlı, zevkli bir tabak olmalıdır. Bunlar pahalı şeyler değildir.

9. Çay kaşığı: Bu da zevkli sanatlı olmalıdır.

10. Şeker meselesi: Mâlumunuz beyaz şeker sağlığa zararlıdır, çok kullanılırsa bir tür zehir olur. Mümkünse esmer şeker, meyve şekeri (frukoz) kullanılmalıdır.

11. Şekerlik: Porselen olmalıdır.

12. Çayın veya çayların üzerine konulduğu tepsi de sanatlı bir tepsi olmalıdır.

Bütün bunları dar gelirli vatandaşlarım için yazmıyorum.Hali vakti yerinde, tuzu kuru, lüks otomobilli, iyi yiyen, iyi giyinen (veya iyi giyindiğini sanan) kimseler için yazıyorum.

Otomobile 100 bin lira vermiş, berbat bardaklarda berbat çaylar içiyor. Böyle adama acınır ve hattâ kızılır.

Be adam!.. Paran var, imkânın var, doğru dürüst çay içsene!

Türkiyede benim bildiğim, en iyi çay içen kimse Murat Bardakçı dostumuzdur.Teke Tek programına gittiğimde bendenize, dünyanın en pahalı ve güzel çayı olan Dört hanedan çayından lütf ve ikram etmişti.

Evvelce de yazmıştım: Yine benim bildiğim kadarıyla dünyanın en zengin çeşitli çay mağazası Pariste bulunmaktadır. Orada 450 çeşit çay satılır ve içilir. Murat bey bu mağazanın kıdemli müşterisidir.

Bizde böyle çay kültürü yok. Dönmeler ve resmî ideoloji her şeyi berbat etti. Nâdir istisnalar dışında zenginlerimiz hoşaf gibi çay içiyor.

Halbuki çayın, kahvenin, limonatanın kültürü vardır.

Dünyada en fazla çay için ülke bizimkiymiş. En berbat çay için de bizimki.

İstanbulun bazı hanlarında, çarşılarında oldukça iyi çaylar hazırlanır, içilir. Meselâ Kapalı Çarşıda.

Dört misafiriniz geldi, onlara çay ikram edeceksiniz… Çayın lezzeti, kokusu, bardaklar, tabaklar, kaşıklar, tepsi, bunların sunuş şekli, çayın yanında verilen kurabiyeler misafirlerinizi hayran bırakmalıdır.

Paranız varsa, çayın yanına iyi kurabiyeler, kuru pastalar ilave ediniz.

Çayı içmenin de hayli adabı, erkanı vardır. Çay içilirken gıybet edilmez, insanlar çekiştirilmez, dedikodu yapılmaz.Ruh asaletine sahip kimseler edebiyattan, tarihten, sanattan, mimarlıktan, musikiden, tasavvuftan, kültürden bahs ederler.

Çay içerken kaba, ahlâksız, çirkin, pis lâflar edilirse çay bozulur, acır. (Bu, bazılarının aklına ermez!..)

Bu yazım anlayanlaradır.

Anlayanlar için iki bardak iyi çay çok büyük haz ve lezzet verir.

Hayatın böyle küçük lezzetleri, hazları, zevkleri, mutlulukları vardır. İnsanlara, bilhassa gençlere bunları öğretmek gerekir.

Kaba saba zengin “Os Dore” lüks lokantasına gider, 250 liraya (bir kişi için) lüks yemek yer, hiçbir zevk almaz…Kültürlü, medenî, ince ruhlu, görgülü kimse nefis bir çayın yanında bir kurabiye yer, büyük bir zevk ve mutluluk elde eder.

Hayatımızı niçin bu küçük zevklerle, bu küçük mutluluklarla renklendirmiyoruz, zenginleştirmiyoruz?

(Müslümanlara: Çay hazırlarken besmele çekmeyi unutmayınız. Dinsizlere: Siz bunlardan anlamazsınız…)

(İkinci yazı) Gülmek Değil, Ağlamak Zamanıdır

Önemli olan şöyle veya böyle, yüksek yahut alçak sesle, hıçkırarak veya hıçkırmayarak, iç çekerek veya çekmeyerek, kanlı veya kansız gözyaşlarıyla değil; yürekten, can u gönülden derin derin ağlamaktır. Sen çocuğunu kaybetmiş bir annenin yürekten ağlaması ile, para ile tutulmuş profesyonel ağlayıcı karının yalancı ve sahte gözyaşlarını bir mi tutuyorsun?

Paralı ağlayıcı nihavent makamından, yahut rasttan ağlasa ne çıkar. O yüreği beş para etmez paralı bir ağlayıcıdır.

Ağlaması gereken şu adamlara ve kadınlara bakınız, şeytanî kahkahaları gökkubbede çınlıyor. Ne kadar neşeli bu bedbahtlar ve bedhahlar. Din elden gitmiş onlar gülüyor.

Bozuk düzenin haram nimetlerine nasıl saldırıyorlar…

Gülerler tabiî… Kimisi Karun gibi zengin olmuş, kimisi şeddadî binalar yaptırmış, kimisinin sofrasında kuş sütü bile var.

Ben çok üzgünüm ve bezginim. Ağlayanlar nerede bana gösterin, onların yanına varayım, şu memleketin, şu halkın haline ağlayıp kendimi kaybedeyim.

Yalnız başıma ağlamaktan bıktım artık, hep birlikte ağlamak istiyorum.

Her şeye ağlamak…

Sultan Abdülaziz’in Kur’ân okurken şehid edilmesine ağlamak.

Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilip Selaniğe sürülmesine ağlamak.

Koskoca Rumelinin elden gidişine ağlamak.

Beyinsizler çetesinin devlet-i muazzamayı on senede çökertip yıkmasına ağlamak.

Beyazıt’tan Sirkeciye kadar yol kenarlarındaki darağaçlarına asılmışlara ağlamak.

Aynı gün asılan İskilipli Âtıf Hocayla Babaeski müftüsüne ağlamak.

Erzincan’da İstiklâl Mahkemesi kararıyla idam edilen Şalcı Bacıya ağlamak.

Ayasofyaya ağlamak.

Medaris-i islamiyeye ağlamak.

Tekke ve zaviyelere ağlamak.

Erenköy’den Menemen’e sürüklenerek götürülen ve orada hastanede şehid edilen yaşı doksana yaklaşmış Şeyh Erbilli Es’ad efendiye ağlamak.

Bulgarlara, okkası 2,5 kuruştan balyalar halinde satılan millî arşivimize ağlamak.

İsmet perdeleri haşin ellerle parçalanan muhadderat-ı islamiyeye ağlamak.

Vav’lara, nun’lara, yâ’lara ağlamak.

Kubbelere, minarelere, kırılan mezar taşlarına ağlamak.

Ah, ahlayacak o kadar şey var ki. Ömrümüz boyunca hep ağlasak yine de yetmez.

Bize gülmek haram ama cahillikten, gafletten gülüyoruz işte. Kimimiz de hıyanet içinde gülüyor.

İslâmın ve Müslümanların başına gelen felâketlere yürekten ağlayanlar…Ne mutlu size.

Bozuk düzenin haram ve necis kemiklerini yalayarak şakrak kahkahalar atanlar…Yazıklar olsun size.

Bu dem ağlama zamanıdır ama ağlanacak halimize gülüyoruz…

Ya Rabbi, ne günlere kaldık!.. 14 Mayıs 2010