Cehalet ve İstidatsızlık Karanlıkları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
Kültür Bakanlığımız, Türk Dünyası ve Türkoloji ile ilgili bir külliyat yayınına başlamış, şimdiye kadar altı cilt çıkmış. Bu kitap bütün üniversiteleri, lisan ve tarih profesör ve doçentlerini, aydınları, seviyeli okur-yazarları ilgilendiriyormuş. Şimdiye kadar kaç adet satılmış? Bakanlığın en selâhiyetli ağzından kulaklarımla duydum, sadece 18 adet satılmış. Yanlış anlamadınız, 18 adet.
Türkiye’de ilim, irfan, kültür, araştırma ölmüş de haberimiz yok.
Bendeniz kitap meraklısıyım, daha çok Fransızca eski kitapları okuyorum, yeni neşriyatı takip edemiyorum. Hem kitap koyacak yerim de kalmadığı gibi, hem de para yetiştiremiyorum. Lakin yukarıda bahsettiğim külliyatın sadece 18 adet satıldığını duyunca kendimden utandım. İlk fırsatta Vilâyetin alt tarafındaki Kültür Bakanlığı Kitabevi’ne gidip bir takım edineceğim. (Külliyatın ismini tam olarak bilmiyorum, okuyucularıma daha sonra bilgi veririm.)
Tarih kültürü ile ilgili bir bölümde bulunan bir profesör dostum anlattı: Öğrencilerin kalitesi son derece düşükmüş ve her gün daha da düşüyormuş. Kendisine rica etmiştim,
demiştim. Cevap:
1950’li, 60’lı yılları hatırlıyorum, üniversiteler genç cevherlerle doluydu. Yeni İstiklâl’i çıkarttığım yıllarda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde öğrenci bir Sıtkı Evren vardı. Boş zamanlarında musahhihlik yapardı, gazetenin orta sayfasındaki kısma da kısa, yorumlu haberler yazardı. Teknik bir sahada tahsil görüyordu ama edebiyatı, kalemi, sosyal kültürü çok kuvvetliydi. Hukuk Fakültesi’nde okuyan Ahmet Yücel de gerçekten bir cevherdi. Cevherler bu ikisinden ibaret değildi, yetecek kadar çok istidatlı, çok parlak öğrenciler vardı. İsimlerini zikrettiğim iki cevher de vefat etti, Allah rahmet eylesin.
Selçuk Üniversitesi rektörüyken genç yaşında vefat eden
müstesna bir şahsiyetti. Cumhuriyet çocuğu olmasına rağmen
Bundan kırk elli sene önce üniversitede okumak hayli çileli ve sıkıntılı bir işti. Bugünkü gibi yurt ve burs bolluğu yoktu, devlet öğrencilere ucuz yemek de vermezdi. Meraklı, istidatlı, zeki, cevheri kıymetli öğrenciler bin bir sıkıntı ve sefalet içinde, bazen yarı aç yarı tok okurlardı. Fakülte derslerinin yanında Osmanlıca öğrenirler, eskiden kalma kıymetli zevatı ziyaret ederek onlardan ilim, irfan, hikmet, görgü edinmeye çalışırlardı. Güçlerinin yettiği kadar kalem tecrübeleri yapıp bir yerde yayınlatmaya çalışırlardı.
Zamanımızda üniversitelerin sayısı yüze yaklaştı, yüz binlerce gence burs veriliyor, ülke sathında binlerce konforlu yurt ve pansiyon var. Var ama kalite son derece düşmüş vaziyettedir.
Edebiyat Fakültesi,
bölümünün üçüncü sınıfında okuyan bir gence soruyorum:
Suratıma aval aval, şaşkın şaşkın bakıyor ve hiçbir şey okuyamıyor. Halbuki benim bu sualime karşı terbiyeli bir tebessümden sonra,
deyip, adı geçen şaheseri aruz kurallarına riayet ederek güzelce okuması gerekirdi.
Yine
soruyorum:
Bön bön bakıyor ve tek tarihçi sayamıyor. İnsan taş olsa çatlar. Yahu bu gençlerin hocaları ne yapıyor?
Bendeniz cahil bir kimseyim, lâkin farz-ı muhal Tarih bölümünde okutman olsam, daha ilk derste öğrencilerime belli başlı 25-30 meşhur Osmanlı tarihçisinin listesini veririm ve “Gelecek derse lütfen bu listeyi ezberleyerek gelmiş olun” derim.
Merhum Mehmed Âkif, İkinci Meşrutiyet devrinde İstanbul Darü’l-Fünunu Edebiyat Medresesi’nde hocalık yapmış.Hangi hatıratta okumuştum hatırlamıyorum, ilk derste öğrencilerine
demiş.
Millî, İslâmî, geleneksel kültüre bağlı olan Türkiyeli bir okur-yazarın, hele bir edebiyatçının
okumamış, ondan bazı kısımları ezberlememiş olması havsalanın alacağı bir şey değildir. Merhum ne güzel söylemiş:
Dehri arasan, binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harleri, âdem mi sanırsın?
Çağdaş Türkiye korkunç, dehşetli, vahim bir cehalet, bilgisizlik, kültürsüzlük gayyasına yuvarlanmış da haberimiz bile yok. Herkesin aklı fikri para kazanmak, zengin olmak, yiyip içmek, lüks meskenlerde ikâmet etmek, lüks otomobillerle gezip tozmak, lüks giysilerle caka satmak.Ya Rabbî, ne korkunç bir medeniyetsizlik ve bedevîlik batağına düşmüşüz.
Yahu!
Bunu böyle bilmeyene insan mı denir? Herif, üniversiteyi bitireli on beş sene olmuş ve bu müddet zarfında bir tek fikir ve kültür kitabı okumamış. Böylelerinden ne kendilerine, ne ülkeye bir hayır gelir.
Yüksek İslâm dinini ne boyalara sokmuşuz. Müslümanlık demek medeniyet demektir, en yüksek insanlık demektir, en güzel dünya nizamı demektir, en ulvî ahlâk demektir. Biz bunları sergileyebiliyor muyuz? Yakın tarihimizde on binlerce sanatsız cami binası inşa ettik, mimarlık ve estetik bakımından korkunç ve dehşetli ucubeler diktik.
Tesettür, tesettür diye edebiyat yapıyoruz, yüksek tabakamızın tesettür kıyafetlerine bakınız. Bedevîler, kırsal kesimliler, varoşlular, gecekondulular da elbette Müslüman olabilirler. Lakin İslâm dini, kesinlikle bedevî dini değildir.
Bu olmazsa, diğer şart ve sıfatların kıymeti kalmaz. Birtakım cemaatler bol miktarda elmas, pırlanta, cevher, misli ve manendi bulunmaz değerli gençler yetiştirdiklerini iddia ediyorlar. Yanıldıklarını sanıyorum. İnsan meselesinde önemli olan kemmiyet (kelle sayısı)değil, keyfiyet ve vasıf üstünlüğüdür.
Filan genç
Efendiye mensupmuş, dolayısıyla çok cevherliymiş, çok kemalliymiş… Lütfen, bu gibi kuruntularla kendimizi aldatmayalım. İslâmiyet’te üstünlüğün ölçüleri, kıstasları, değerleri vardır:
Bir kere Kur’ân-ı Kerîm’de beyan buyurulduğu üzere
İkincisi,
Üçüncüsü,
Beşincisi,
Altıncısı,
Filan Müslüman genç, Kehkeşan Efendi Hazretlerine bağlıymış ve dolayısıyla otomatikman üstünmüş… Bunlar safsatadır, kuruntudur, kendimizi aldatmaktır.
Bütün gücümüzle, bütün varlığımızla, bütün servetimizle vasıflı, güçlü, üstün, olgun Müslümanlar yetiştirmeye çalışmalıyız. Bunun metodlarını, reçetesini, usulünü herkes bilmez. Ne yapılacağını, nasıl çalışılacağını bilenlere sormalıyız. Kur’ân-ı Azimüşşan’da
buyuruluyor. 28 Mayıs 2005