Pazar

 

Önümde 1943’te Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde basılmış Osmanlıca bir kitap duruyor. İsmi

“Zübdetü’l-Fıkh”,

müellif ve muharriri

“Mustafa Sabri”,

tâbii ve nâşiri Hâfız Mustafa Şa’ban. P. Penef Matbaası, 343 sayfa. Kitap Arap-İslâm harfleriyle basılmış. Adı geçen eserin 51, 52 ve 53’üncü sayfalarında CEMAAT başlığı altında şu bilgiler veriliyor:

“Cemaatle namaz kılmak cum’a ve bayram namazlarında şart, teravih namazlarında ‘ala tariki’l-kifâye sünnet, Ramazan’ın vitir namazlarında müstehab, nafile namazlarda mekruhtur. Beş vakit namazlarda cemaat kavl-i esahh üzere kuvvette vücub derecesinde sünnet-i müekkededir.

Ekser ulemaya göre vacib ve bazılarına göre farz-ı kifâyedir. Hattâ cemaatle namaz kılmak farz-ı ‘ayn diyenler de vardır. Bu babta varid olan edille-i şer’iye bu kavillerin hepsine müsaittir.

Cemaatin delili:

“Rüku’ edenlerle birlikte rüku’ ediniz…” âyet-i kerimesiyle,

* “Cemaat hidayet (doğru yol) rehberidir. Onda ancak münâfık ihtilâf eder (yani cemaati terk eder).”

* “Cemaat Şeâir-i İslâm’dandır (dinin alemetlerindendir), dinin hasaisindendir (ana özelliklerindendir), onu ancak âsiler (Allah’a ve Resûlüne karşı gelenler) terk eder.”

* “Üç kişinin bulunduğu bir yerde ezan okunmaz ve (birlikte) namaz kılınmazsa şeytan oraya musallat olur.”

* “Cemaate devam etmen gerekir, aksi taktirde kurda yem olursun.”

* “Halkı namaza hazırlayayım, sonra birine imam olmasını emr edeyim, yanıma birkaç kişi ve yakacak malzeme alıp cemaati terk edenlerin evlerini yakayım istiyorum.” (Bir rivayette “İçlerinde kadınlar ve çocuklar olmasa yakarım” buyurulmuştur.)

* “Camiye komşu (yakın) olanın (farz) namazı ancak camide kabul olunur.” (Zübdetü’l-Fıkh kitabında hadîslerin Arapçaları verilmiştir. Ben meâlen tercümelerini koydum.)

Huzur-i cemaatin esbab-ı sükutu

Gayet şiddetli yağmur ve şiddetli soğuk, şiddetli rüzgâr, çamur, karanlık, acz, haps, havf-i aduv (düşmandan korku), kasd-i sefer (yolcu ve misafir olmak), hastalık, sakatlık, topallık, nefsi veya malı hakkında mazarrattan korku, iştiyak ettiği taamın huzuru (çok sevdiği bir yemeğin hazır olması), kaza-yı hâcette muztar olmak (tuvalete gitmesinin zorunlu olması) gibi sebepler ve haller ile huzur-i cemaat sâkıt olur (yani cemaate katılmayabilir).

Cemaatin hikmet ve faidesi:

(1) Cemaat sebebiyle her gün beş defa Müslümanlar yekdiğeriyle görüşerek aralarında ülfet ve muhabbet hâsıl ve bu vesile ile uhuvvet-i İslâmiye râbıtası takviye edilmiş olur.

(2) Bu vesile ile câhiller âlimlerden mesâil-i diniyeyi öğrenirler.

(3) Bu vesile ile komşular birbiriyle görüşüp hasta olanları soruşturarak hastaları ziyaret ve muhtac-ı muavenet (yardıma muhtac) olanları muavenet (yardım) ederler ve dargın olanları barıştırırlar.

(4) Cemaat Müslümanlar arasında ittifak ve ittihadın lüzumunu tefhim ve müsavat-ı umumiyeyi tâlim eder.

(5) Cemaat hîn-i hâcette (gerektiğinde, lüzumunda) Müslümanların derhal toplanmalarına bir zemin hazırlar.

(6) Cemaat rahmet ve bereketin nüzulünü (Müslümanların üzerine inmesini) celb eder.

(7) Cemaatle kılınan namazın münferiden (tek başına) kılınan namazdan yirmi yedi derece sevabı ziyade olur.

(8) Namaz hitamında (sonunda) umûr-i müslimîn (Müslümanların işleri) hakkında müşaverede bulunulabilir (danışma yapılabilir).

İşte cemaatte bunlar gibi bir çok hikem ve fevaid (hikmetler ve faydalar) olduğundan cemaat meşru kılınmıştır. Bulgaristan’da basılmış bu fıkıh kitabından aldığım şu satırlar bize çok şeyler öğretmekte ve hatırlatmaktadır. Bunları da sıralayayım:

(1) Kitap 1943’te Osmanlıca olarak basılmıştır. Bilindiği üzere Türkiye’de Arap-İslâm-Kur’ân yazısı 1928’de yasaklanmıştı. Ancak bu yasak Bulgaristan’da geçerli değildi, oradaki Müslüman Türkler “Eski Yazı” ile yayın ve eğitim yapmaya devam etmişlerdir. Yine o tarihte Türkiye’de din hürriyeti yoktu. Ezan-ı Muhammedî okunması yasaktı. Okuyanlar câni muamelesi görüyor, işkenceye mâruz kalıyor, hapse atılıyordu. Onbinlere cami kapalıydı. 1943’te, ülkemizin en ihtişamlı beş camiinden biri olan Sultan Ahmed Camii kapalıydı, asker barındırıyordu. Din eğitimi külliyen yasaktı. Dinî yayın yapmak yasaktı. Basın Yayın Genel Müdürlüğü İzzettin Nişbay imzasıyla bütün gazetelere resmî bir yazı göndererek dinî yayın yapılmamasını emr etmişti. Ramazan gelir geçer ve devlet radyosunda bu kutsal ay ile ilgili tek kelime söylenmezdi. Türkiye’de zulme maruz kalan din hocaları ve politikacılar Bulgaristan’a, Yunanistan’a kaçıyordu. Yazık ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’da komünist bir rejim kuruldu ve oradaki Müslüman Türkler ve Pomaklar din hürriyetlerini yitirdiler.

(2) Zübdetü’l-Fıkh kitabı bize cemaatin, bazı din imamları (önderleri), büyük müctehidler, büyük fakihler tarafından farz derecesinde bir dinî emir olduğunu güzelce anlatmaktadır. Türkiye Müslümanları şu anda maalesef cemaatin önemi hakkında gereği gibi yayın, eğitim, propaganda yapmıyorlar. Bunun sebeplerinden biri de birtakım hocalardır. Halka “Azizmüslümanlar! Cemaat çok önemlidir. Peygamber Efendimiz cemaate gelmeyenlerin evlerini yakmak istiyorum demiştir…” deseler, halk onlara “Peki, cemaat bu kadar önemli bir vazife ise siz niçin katılmıyorsunuz?” diye soracaktır. Bu yüzden halkı aydınlatmıyorlar, uyarmıyorlar.

(3) Cemaat ilahî yardımı, inayeti, bereketi üzerimize getirir. Bu ise bizim için en büyük güç ve mutluluktur.

(4) Cemaat konusunda en büyük yanlış, onun ihtiyarî (seçimlik) bir vazife olduğu kuruntusudur. “Canım isterse giderim, istemezse gitmem…” düşüncesi yanlıştır, İslâm’a aykırıdır. Bu konuda Müslümanların mutlaka uyarılması gerekir. Cemaat İslâm dininde mecburîdir. Cemaat namazın kabulünün şartlarından biri değildir, tek başına kılsa da namazı eda etmiş olur ama “ŞER’Î BİR MAZERETİ” yoksa mutlaka gitmesi gerekir. Târik-i cemaat olmak, yani cemaat kaçkını olmak büyük bir kusur, ayıp ve eksikliktir.

Bayram Tebriki

Türkiye’nin, İslâm dünyasının, insanlığın haline gözleri yaş dökerek, yürekleri kanayarak ağlayan samimî, şuurlu, vicdanlı, iz’anlı Müslümanlara selam ve hürmetlerimi sunuyor, bayramlarını tebrik ediyor ve benim için de dua buyurmalarını rica ve istirham ediyorum.

Bunca belâ, musibet, felâket ve fâcia karşısında keyflerini bozmayan, sanki her şey tabiî ve normalmiş gibi umursamazca yaşayan gafil kardeşlerime de selam ederim. İlâveten onlara derim ki:

* Filistinliler kan kusuyor, ağır ve şeni’ bir zulüm altında eziliyor, inliyor, ölüyor.

* Çeçenistan’da durum çok kötü, orada kan var, ateş var, zulüm var, gözyaşı var, feryad u figan var.

* Pakistan’da son zelzeleden sonra bir milyon kişi evsiz barksız, aşsız ilaçsız soğukla, sefaletle ve ölümle pençeleşiyor.

* Irak, Müslümanlar için bir cehenneme döndü. Bazı günler yüzden fazla adam ölüyor. Orada sanki Hülâgû mezâlimi hortlamıştır.

* Üniversitelere tesettür kıyafetiyle giremeyen Müslüman kızlar ağlıyor.

* Misyonerler gece gündüz harıl harıl Tevhid’e karşı savaşıyor, halkımızı Teslis’e çağırıyor.

* Kale içinden feth edilmiş, Müslümanlar kendi ülkelerinde sömürge yerlisi muamelesi görüyor.

* Mason tekkeleri alabildiğine serbest, hür ve serâzad ama Müslümanların zikrullah yapmaları yasak.

* İçimize sokulan insî ve cinnî şeytanlar, casuslar, ajanlar, provokatörler Ümmet-i Muhammed’i birbirinden kopuk, bazısı birbiriyle çatışan ve tepişen binlerce hizbe, fırkaya, cemaate ayırmış.

* Din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı almış yürümüş, din baronları yekûn olarak milyarlarca dolar topluyor.

* “Namaz terk edilmiş, yığınlarla Müslüman şehvetlerine uymuş.”

* Para, altın, gümüş, dolar, euro en büyük değer, sanki put olmuş.

*Birtakım beyinsizler kendi din baronlarına küçük bir taş atılınca kaplanlar gibi sıçrıyor, tepki gösteriyor ama Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a, mukaddesata, dine imana saldırılınca hiç ses çıkartmıyor, zelilce ve köpekçe susuyor…

Daha sayılacak nice olumsuzluklar var.

Aldırmayın, umursamayın, düşünmeyin bile. Keyfinize bakın, eğlenin, yiyin için, zevk ü sefa sürün, kahkahalarla gülün… Gün sizindir… Oh kekâh ne güzel… 10 Ocak 2006