Cumartesi

İngiliz Müslümanlarından

Daoud Rosser-Owen’in

“The History of Islam in the British Isles: An Overview”

başlıklı yazısını okudum; son derece ilginç bilgiler edindim. (http://members.tripod.com/-british-muslims-assn/history-of-islam-in-the-bi.html) Fırsat ve imkân bulabilirsem, müellifinden izin alarak bu yazıyı tercüme ettirip bir broşür halinde yayınlamak istiyorum. Tamamı, on sahifedir.

Bugün bu yazıda dikkatimi çeken şu cümle üzerinde durmak istiyorum:

“It is, however, important institutionally that Quilliam was appointed Shaykhu-l Islam of the British Isles by the Caliph, Sultan Abdul Hamid II (jannat makan)…”

Burada bahsedilen zat, İngiliz Müslümanlarından Abdullah William Quilliam’dır. Bunun dinimizle ilgili bir kitabını son devir ulemasından Seydişehirli Mahmud Esad Efendi tercüme etmiştir.

Daoud Rosser-Owen isimli Müslüman, Sultan Abdülhamid’den bahsederken yanına parantez içinde “Cennet-mekân” demiştir. Müslüman olup da, Sultan Abdülhamid’e dua etmemek mümkün müdür?

Büyük adamların kıymetini herkes onların sağlığında anlayamaz, bilemez. O büyük Sultanın yüksekliğini, çağdaşı birtakım Türkler ve Müslümanlar da bilememişlerdir. Bunlardan bazıları Sultanın ölümünden sonra, ona olan düşmanlıklarından dolayı pişman olmuşlar, ruhaniyetinden af dilemişlerdir.

Filozof Rıza Tevfik

bunlardan biridir.

“Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat”

başlıklı şiiri ne kadar değerlidir. Bendenizde bu şiirin, merhum Rıza Tevfik’in hanımından alınmış bir sureti vardı. Sanırım 1963 yılında Şeref Efendi Sokağı’ndaki büromda, (Yeni İstiklâl Gazetesi İdarehanesi) yazıhanemin üzerinde duruyordu. Günlerden bir gün, küt diye yazıhanem polisler tarafından basıldı, arama yapıldı. Her yeri didik dikik aradılar, yazıhane çekmecelerini yerlerinden çıkarttılar, içlerindeki evrakı boşalttılar, kıyıda köşede gizli bir şey var mı diye kılı kırk yararcasına inceleme yaptılar.

O netameli günlerde Rıza Tevfik’in bu şiirini bulundurmak büyük bir suç sayılıyordu. Yüreğim heyecan içindeydi, ya masanın üzerindeki şiiri görürlerse? Çok şükür basiretleri bağlandı, görmediler. Bir zabıt tuttular, çekip gittiler. Giderken, büro kapısına asılı kart büyüklüğünde bir kâğıdı da götürdüler. Matbaalarda ofset baskıdan arta kalan bir kâğıt parçasıydı, üzerinde kırmızı, mavi, sarı renk şeritleri vardı. Bunun, kurulmasını istediğimiz İslâm devletinin bayrağının renkleri olabileceğini düşünmüşler… Onlar gittikten sonra, şiiri birine verdim, daha sonra geri alamadım. Merhum şairin hanımından alınmış sahih-aslına uygun, bu eksiksiz nüsha da elimden böylece çıkmış oldu.

Her neyse, biz İngiliz Müslümanın Sultan Abdülhamid için Cennet-mekân demesine dönelim.

Bir insan olarak Sultan Abdülhamid’in hatâları, günahları, yanlışları elbette olmuştur. Lakin o, Müslümanların Halifesi ve Türklerin Hakanıydı. Bizim gözümüzde sevaplarıyla günahları tartılacak olursa, sevap tarafı kat kat ağır basar.

Nihal Atsız

gibi dini hassasiyeti olmayan bir zat bile, onu öven

“Gök Sultan Abdülhamid”

başlıklı nefis bir yazı kaleme almıştır.

Sultan Abdülhamid Müslümanlar, Türkler, Osmanlılar için Allah’ın bir nimetiydi.

Ona kimler düşmandır? Niçin düşmandır? Bu soruların cevaplarını iyi bilmemiz gerekir.

1. Pembeler düşmandır. Çünkü onlar, Sultan Abdülhamid’in islâmî siyasetinden sıkılıyorlar, bunalıyorlardı.

2. Siyonistler düşmandır. Çünkü o, Filistin’de Yahudilerin bir devlet kurmalarını yahut orasını bir Yahudi yurdu haline getirmelerini istemiyordu. (Bütün Yahudiler, Sultana düşman değildir, bu düşmanlığı Siyonistler yapmaktadır.)

3. Ermeni komitacıları, ihtilâlcileri, ona şiddetle karşıdır, düşmandır. Bu komitacılar, o büyük Sultana

“Kızıl Sultan”

diyorlar. Bir Türk’ün, bir Müslümanın onlara uyarak bu büyük zata, bu şanlı padişaha hakaret etmesi

büyük bir şuursuzluk, büyük bir haddini bilmezliktir.

(İnsaflı Ermeniler, Sultan Abdülhamid’e düşman değildir, 60’lı yıllarda Ankara Caddesi’nde Zaman kütüphanesi sahibi Misak Efendi’nin dükkânına gitmiştim. Bir ara söz Sultan Abdülhamid’e intikal etti. Misak Efendi, Sultan hakkında çok güzel konuştu, onu çok övdü. Hatta bir vak’a anlattı, fırıncılar zam istemişler, belediye kabul etmemiş, bunun üzerine ekmek çıkartmamışlar. Padişah emir vermiş, Vezneciler’e askeriyenin sahra fırınlarını kurdurtmuş, ekmek ürettirmiş ve halka dağıttırmış. Bir kısım Ermeniler, Abdülhamid rejimine karşı gelmeselerdi, Abdülhamid rejiminin yıkılması için çalışmasalardı, yakın tarihimizdeki büyük facialar cereyan etmeyecekti.)

4. Masonlar, Sultan Abdülhamid düşmanıdır. Onların bu düşmanlığı bile tek başına bizim o yüce Padişah ve Halifeden yana olmamızı gerektiren yeterli bir sebeptir.

5. Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak, Hilafeti kaldırmak isteyen emperyalist ve sömürgeci güçler de ona düşmandır.

Sultan Abdülhamid’in iyilikleri, faziletleri nelerdir? Bunların hepsini yazmaya kalksam büyük bir cilt olur. Birkaçını sayayım:

1. Kendisi gerçek Halifeydi. Hatem’ül-Hülefa idi. Ondan sonra iki padişah, bir Halife gelmiştir. Bunların üçü de hakiki Halife değil, sur-î Halifedir.

2. Sultan Abdülhamid, Şazelî tarikatına mensup, beş vakit namazını kılan dindar bir Müslümandı. Memlekette İslâm’ın, Ahkâm-ı Şer’iyyenin uygulanması için çalışmıştır.

3. Müslümanların yetişmesi, güçlenmesi için okullar, üniversiteler, yüksek mektepler açmıştır.

4. Ülkeyi, halkı, devleti savaş felâketlerinden uzak tutmuştur.

5. On dokuzuncu asırda Osmanlı Devleti’nin kazandığı tek zafer onun zamanındaki 1897 Türk-Yunan savaşıdır. Ordumuz, Yunan kuvvetlerini hezimete uğratmış Atina’ya doğru ilerliyorken, Rus Çarının baskısıyla durmak zorunda kalmıştır.

6. Sultan Abdülhamid, İslam kadınlarının ve kızlarının iffetlerini, haysiyetlerini, şereflerini, hürmetlerini korumuş, tesettüre büyük önem vermiştir.

7. Onun zamanında ülkenin ve halkın durumu her gün daha iyiye gitmiş, refah ve bolluk olmuştur.

8. Dünyanın her yerinde İslâm dininin yücelmesi, Müslümanların güçlenmesi için çalışma ve propaganda yaptırmıştır.

Düşmanları, onun halka hürriyet vermediğini söyleyip duruyorlar. Osmanlı halkının durumu fazla bir hürriyete imkân tanımıyordu. 1908’de sözde bir hürriyet geldi ve koskoca İmparatorluk 1918’de Mondros’ta teslim bayrağını çekti, 1922’de tarihe karıştı. Sultan Abdülhamid hürriyet vermiyordu ama adalet ve güvenlik sağlıyordu. Onun zamanında devletimizin hudutları batıda Adriyatik denizine, Afrika’da Fizan’a, Güney Asya’da Hint Okyanusu’na dayanıyordu. Onun zamanında Mekke’ye, Medine’ye, Şam’a, Kudüs’e, Beyrut’a, Bağdat’a, Basra’ya, Selanik’e, Manastır’a, Üsküb’e pasaportsuz gidiliyordu.

Biz Türklere ve Müslümanlara

“Acı Soğan”

diyen Pembeler, bizim için yapay, sahte, uyduruk bir tarih üretmişlerdir. Bu düzmece tarihte Sultan Abdülhamid, alabildiğine kötülenir. Hiçbir Müslümanın bu tuzağa düşmemesi gerekir.

İngiliz Müslümanı Daoud Rosser-Owen’den ders ve ibret alalım, biz de Sultan Abdülhamid ve diğer büyüklerimizi saygıyla analım, onlara rahmet okuyalım, hayır dua edelim. 17 Temmuz 2005