Pazartesi

 

Normal telli telefonumu kapattıracağım ya, zarurî ihtiyaçlarım için bir cep telefonu almaya çıkmıştım. Birkaç tanıdık dükkâna uğradım. Bunlardan birindeki sahneyi anlatayım:

“Ucuz bir cep telefonu istiyorum…” dedim, karşımdaki çehreler kasıldı, gözler faltaşı gibi açıldı ve “Hocam size ucuz telefon yakışmaz. Alacaksanız iyi bir şey alınız…” denildi. Sordum “İyi dedeğiniz telefonlar kaç liradır…” “Bir milyarı gözden çıkartmanız gerekir…”

Bendeniz gürültüden, patırtıdan, lüzumsuz meşguliyetten hiç mi hiç hoşlanmayan sade bir kimseyimdir. Bir milyar verip başıma belâ mı alacağım? Cep telefonu ne işe yarar? Siz biriyle konuşmak isterseniz, numarayı çevirir konuşursunuz, başkaları sizi ararlarsa telefonunuzun zili çalar, açar konuşursunuz. O kadar…

Yok fotoğraflı telefonmuş, yok bilgisayarlı telefonmuş, yok televizyonlu telefonmuş… Bütün bunlar, birtakım şeytan sanayicilerin, geri zekâlı Üçüncü Dünya halklarına satış yapmak, paralarını almak için çıkarttıkları azazilî şeylerdir.

Akıllı toplumlar, oturmuş toplumlar, medenî toplumlar ne cep telefonu, ne otomobil, ne de başka cihazlarda aşırılığa kaçmazlar.

Telefon bir âlettir, bir ihtiyaçtır. Bütçeniz ve ihtiyacınız ne kadarsa öyle bir cihaz alırsınız.

Telefonu, bir ihtiyacın ötesinde:

*Statü ve prestij,

* Sosyal ve kültürel bir değer,

*Gurur, kibir ve böbürlenme… vasıtası yapanlar kimlerdir?

*Zekâ özürlü bedevîlerdir,

*Medenî olmayan kimselerdir,

*Sonradan görmüş türedilerdir.

Her neyse, bir iki dükkân gezdim ve bir cep telefonu aldım, Kore malı. Sadece 90 milyon verdim. Ya bendeniz çok aptal ve salak bir kimseyim, yahut da bana “İlle de bir milyarlık telefon al…” diyenler.

“Peki, niçin 90 milyonluk telefon aldım?” diye sorulursa cevabı basittir: Daha ucuzu yoktu da onun için!

Bazıları beni cimri sanacaktır. Hayır… Evvelki hafta, İstanbul’la ilgili yeni bir Fransızca kitaba 64.5 milyon lira verdim. Kitap, sanat eseri, kültür konusunda, gücüm yetiyorsa parayı esirgemem.

Yemeye içmeye fazla para ödemem. Temiz ve sağlıklı olmak şartıyla ucuz yemekler yerim.

Giyime kuşama da fazla para vermem. Bir çift ayakkabıya 250 milyon verip ayağıma geçirsem ne kazanacağım?

Parayla alınsa ilme, irfana, hikmete, sanata vermeyeceğim yoktur. İnsanı bunlar yüceltir, değerlendirir.

250 milyon liralık gömlek giyenler varmış. Yazıktır, günahtır, ayıptır. Halk sefalet içinde sürünürken, paran da olsa böyle lüks giyinmek doğru olmaz.

Türkiye halkının bir kısmını lükse, israfa, gösterişe, aşırı tüketime alıştıranlar, bu ülkeye ve bu millete en büyük kötülüğü etmişlerdir. İsraf ve lüks dinimiz tarafından haram kılınmıştır. Dindar olmayan bir kimse bile sırf aklı ve vicdanı ile bunların kötü ve çirkin olduğunu anlar.

Hikmetin temel kurallarından biri şudur: “Her şeyin, her işin orta olanı hayırlıdır.”

HemMüslüman geçinen, hem de lüks ve israfa kaçanlar son derece ayıplamaya lâyık kimselerdir.

Dostlarımdan bir zat turist gezdiriyormuş, Fransa’ya gitmişler. Paris’te lüks mağazaları dolaşıyorlarmış. Grup içinde başları örtülü zengin Müslüman hanımlar da varmış. Bunlardan bazısı pahalı ve lüks ne görürse alıyormuş. Rehber dayanamamış, “Hanımefendi, niçin bu kadar aşırı masraf yapıyorsunuz?” demeye kalkmış. Kadın bir parlamış ki, sormayın. “Biz zekâtımızı ödüyoruz. Ondan sonrasına hiç kimse karışamaz, canımız ne isterse alırız. İstediğimiz masrafı yaparız…” diye bağırmış.

Olgun, ciddî, bilge, görgülü bir Müslüman böyle mi düşünür?

Zenginlik demek, her istediğini yapmak, her haltı yemek midir?

Biz Müslümanların, örneği ve modeli Hazret-i Muhammed’dir. O nasıl yaşamıştır?

Maalesef ülkemiz bir sonradan görmüşler, türediler, ne oldum delileri ülkesi haline geldi. Nezaket, ruh asaleti, kibarlık, görgü, mürüvvet kalmadı.

Eski Müslümanlar sokakta, çarşıda, pazarda, herkesin gelip geçtiği yerlerde yemek yemeyi ayıp bilirlermiş. İslâm mahkemelerinde, sokakta yemek yiyenlerin şehâdetleri kabul edilmezmiş.

Bir buçuk asır önce bir kısım evlerin mutfaklarının sokağa penceresi yokmuş.

Şimdi eline para geçen, zenginleşen bazıları sanki kuduruyor.

Lüks mesken hastalığı… Lüks dekorasyon hastalığı… Lüks yazlık hastalığı… Lüks mutfak ve banyo hastalığı… Lüks giyim hastalığı… Lüks cep telefonu hastalığı… Lüks otomobil hastalığı…

Azgınlık o dereceye vardı ki, bazı zenginler evlerinin banyolarındaki muslukları altınla kaplatıyormuş.

Milyonlarca halk sefalet içinde sürünürken bazılarımız lüks restoranlarda filler gibi tıkınıyor.

Ben onlara “Gidin Küçükpazar’daki ucuz lokantalarda yiyin” demiyorum. Lakin her şeyin bir ölçüsü vardır. Yine kimseye Tahtakale’den giyinin demiyorum.

Dediğim şudur: İnsaflı olalım, orta yolda olalım, israftan ve lüksten kaçalım, paramız çoksa yoksullara yardım edelim, aşırı tüketimden kaçınalım…

Pahalı cep telefonunun bir sürü âfeti ve sakıncası vardır. Elinizde gören kapkaççılar onu almak isterken sizi öldürebilirler. Şimdiye kadar kaç can gitti lüks telefonlar yüzünden.Hâlâ ibret almayacak mıyız?

Biliyorum, bazıları:

-Ölsem de, lüks ve pahalı cep telefonundan vaz geçemem. Telefon benim canımdır, ruhumdur, şerefimdir, haysiyetimdir… diyeceklerdir.

Onlara ne cevap vermek gerekir:

-Öyle ise lüks telefonunuzla geberin!

Bu dünyada haysiyetle yaşamak, öteki dünyada ebedî mutluluk kazanmak isteyenler, ilâhî bilgeliğin üstadı ve hâce-i evveli olan Muhammed aleyhisselâmın emirlerine ve öğütlerine uymalıdır.

Allah ve Resûlü bize açıkça bildiriyor:

“İsraf yasaktır, israf haramdır, israf yapanlar şeytanın kardeşleridir…”

Gerçekten ihtiyacın varsa elbette bir milyarlık, hattâ iki milyarlık telefon alabilirsin. Lakin böyle bir ihtiyacın yoksa, sırf statü ve prestij için, sırf kendini tatmin için, sırf gösteriş yapmak ve magandalık taslamak için bu gibi pahalı âletler ve cihazlar alıyorsan vah sana, yazık sana, eyvah sana, efsûs sana! 14 Haziran 2005