Cep Telefonu Çılgınlığı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazartesi
Hürriyet gazetesinde okudum: On yaşındaki küçük çocuklardan müteşekkil bir okul dershanesindeki öğrencilerin yarısının cep telefonu varmış. Veletler bu cihazları derste kapatmıyorlarmış, öğretmen huzur içinde ders yapamıyormuş.
Tekniğin yeniliklerine, züccaciye dükkânına giren öküz gibi sarılıyoruz. Ülkemiz şu anda korkunç, dehşet verici, akıl almaz bir cep telefonu cinneti içindedir.
Bizim için otomobil de böyledir. Elbette ki, otomobilin bir ihtiyaç olduğunu kabul ediyorum. Lakin soruyorum: Ekonomisi bozuk, üretimi yetersiz, gırtlağa kadar borca batmış Türkiye’de, Almanya’dakinden daha fazla lüks Mercedes varsa, bu normal midir, anormal midir?
Ticaret, üretim, hizmet yoluyla para kazanan akıllı bir insan ne yapar? Bu paralarla işini daha düzgün hale getirir, yeni tezgahlar kurar, sermayesini çoğaltır. Bizde ise genellikle lükse ve israfa kaçılır, otomobil alınır, hattâ eski emektar eş terk edilir, genç ve fıkırdak bir karı bulunur.
Tarlasını villacılara, yazlık yapmak isteyen zengin şehirlilere satan köylüler, ellerine geçen paralarla ne yapıyorlar? Tezgah mı kuruyorlar? Seracılık, çiçekçilik, fidancılık, sebzecilik mi yapıyorlar? Heyhat! Tarla satışından elde edilen milyarlarla otomobil alıyorlar; oğullarını, kızlarını evlendiriyorlar, eski evlerini yıkıp beton hâneler inşa ettiriyorlar.
Üretmeyen, iyi çalışmayan bir toplum olduk. Milyonlarca vatandaş fiyaka peşinde koşuyor. Para put haline gelmiştir.
Ülkenin dev ticaret ve iktisat firmaları faize, ranta, repoya, spekülatif kazançlara yönelmiştir.
Japonya’nın, Güney Kore’nin, Taiwan’ın, Singapur’un yaptıklarının tam tersini yapıyoruz. Onlar kalkınıyor, zenginleşiyor, üretiyor, ihracat yapıyor. Onların paraları güçlü ve sağlıklı. Onlar yükseliyor. Biz ise battıkça batıyoruz.
Hiç şüpheniz olmasın, yakın zamanda görüntülü cep telefonları yaygınlaşacak ve milyonlarca Türkiyeli eski görüntüsüz cihazları atıp bu yeni aletleri alacaklar. Ülkenin milyarlarca doları verimsiz bir sahaya akıtılacak.
Cep telefonu ticareti yapan bir firma, bu ticaretle yedi milyar dolarlık bir birikim elde etmiş!
Milyonlarca vatandaş deliler gibi telefonlaşıyor. Efendi, görgülü, terbiyeli bir insan sokakta yürürken telefonla konuşur mu? Adam saatte 120 kilometre hızla araba sürüyor ve bir elinde telefon, konuşuyor.
Cami kapılarında kağıtlar, üzerlerinde “Aziz Müslüman camiye girerken telefonunu kapat ki, huzur içinde ibadet edelim” yazılı.
Gencin biri randevu aldı, ziyaretime geldi. Bir şeyler anlatmak üzere konuşmaya başladı. Zırt, cep telefonu çaldı, cihazı çıkarttı ve konuşmaya başladı. Konuşma bitti, cihazı cebine koydu ve tekrar meramını anlatmaya başladı. Bir dakika sonra telefonu tekrar çaldı, yeniden konuştu…
Bu ne terbiyesizlik, bu ne görgüsüzlük, bu ne küstahlık, bu ne edebsizlik, bu ne kendini bilmezliktir. A hergele, senden yaşça büyük bir kimseden randevu alıyor, ziyaretine geliyorsun, onunla konuşurken cihazı kapatman gerekmez mi?
Görmemişin birinin cebinde iki telefon varmış; biri şu, öteki bu kartla çalışıyormuş.
Kerestenin biri, cep telefonumun olmadığını öğrenince yüzüme tükürür gibi baktı.
Gerçekten ihtiyacı olan, bu âletlerle ticaret ve hizmet yapan, bunları faydalı bir şekilde kullanan vatandaşlara elbette bir şey demiyorum. Lakin on yaşındaki veledin cep telefonuna ne ihtiyacı var? İçmeye ayranı olmayan sürüngenlerin cep telefonuna para vermeleri doğru mudur?
Telefon çalıyor, geri zekâlı pişmiş kelle gibi sırıtıyor, cihazı çıkartıyor. He he… Aha oha… Hi hi… Telefon ederken morali düzeliyor, kendine geliyor.
Geçenlerde cep telefonu çılgınlığını anlattığım bir yazımı okuduktan sonra üniversiteli gençlerden biri cihazını satıp bu belâdan kurtulmuş. Kendisini tebrik ediyorum.
Milliyet gazetesinden beni cep telefonu, görgüsüzlük konusundaki yazım dolayısıyla arayan Ümran Avcu hanım anlattı: İmamın biri cenaze namazı kıldırırken cep telefonu çalmış, hoca kendisini arayana “Şimdi namaz kıldırıyorum, böyle bir zamanda niçin arıyorsunuz?” demiş. A mübarek, bu duruma düşeceğine, önceden şu mereti kapatıp da vazifeni doğru dürüst yapsan olmaz mı?
Mahallemizin muhtarı hanımla görüştüm, ona da tanıdığı biri gelmiş, çok yüklü cep telefonu faturasını ödeyemiyormuş, icracılardan kurtulmak için izini ve adresini kaybettirmek için yardım istemiş. Tabiî ki, muhtar hanım bu gayr-i ahlâkî ve gayr-i kanunî teklifi reddetmiş.
Ercüment Ekrem Tâlû Cumhuriyet’in ilk yıllarında
başlıklı gülünç bir hikaye yazmıştı. O zamanın telefonları santrallı idi. Ülkemizde güçlü edibler, romancılar, karikatüristler olsa da şu telefon ibtilâsını
hicv ve teşhir etseler.
Görgülü, terbiyeli, ruh soyluluğuna sahip, efendi, medenî, kibar, nazik bir vatandaş cep telefonu konusunda çok dikkatli davranır. İhtiyacı yoksa bu cihazı edinmez; varsa ancak gerek ve zaruret olduğu zaman kullanır. Sokaklarda, toplu nakil vasıtalarında, misafirliklerde kapatır.
İhtiyaç ve gerek olmadığı halde bu cihazların en pahalısını almak da bir hastalığın işaretidir.
İnsanı insan yapan kültürü, ilmi, irfanı, hikmeti, edebi, sanatı, hayr-u hasenatı, iyi vatandaş oluşu, insanlara yararı dokunuşu gibi ahlâkî haslet ve faziletlerdir. Şimdi milyonlarca insan bunları elde etmek, bunlarla ziynetlenmek yerine lüks otomobiller, lüks meskenler, lüks ve israflı bir hayat tarzı ve aşırı tüketim, nümayiş gibi fâniliklere yönelmiştir. Onları bu hale ülkemizdeki kötü ideoloji, kötü sistem, kötü eğitim, kötü üniversite, kötü medya getirmiştir.
Eğitimin iki vazifesi vardır: Bilgi ve kültür; ahlâk ve karakter terbiyesi. Bizim eğitim sistemimiz ne bilgi ve kültür verebiliyor, ne de ahlâk ve karakter hususunda genç nesilleri yetiştirebiliyor.
İki Asya ve doğu ülkesi, biri Türkiye, biri Güney Kore. Güney Kore iktisat, ticaret, üretim, ilim, irfan, teknik, araştırma, zenginlik, başarı zirvelerinde uçarken benim zavallı ülkem yüz milyar doların üzerinde borç, müzmin ve yüksek enflasyon, berbat bir iktisat ve sanayi, toplumsal dağılma ve çözülme, velhasıl bin türlü dert ve felaket içinde çırpınıyor. Türkiye’yi hangi felsefe, hangi kafalar, hangi kötü insanlar bu hale getirmiştir?
Allah’tan umut kesilmez ama işimiz çok zordur bizim. 26 Aralık 2000