Cumhuriyetin ilânından sonra Mustafa Kemal Paşa İzmirli Latife hanımla evlenmişti. Latife hanım, Paşa’nn yanında sımsıkı tesettürlü bir kıyafetle dolaşıyordu. Elimizde onun tesettürlü halini gösteren hayli fotoğraf bulunmaktadır. Acaba Latife hanımın kıyafetinin aynısını giymiş birkaç Müslüman kız üniversitelere gitseler, yine içeriye alınmazlar mı?

Latife

hanım

kıyafetli kızlar, ellerinde Mustafa Kemal Paşa’nın tesettür lehindeki sözleri yazılı pankartlar da taşımalıdır. Müslümanlar niçin böyle girişimlerde bulunmuyor?

Herkesin ağzında “Bundan sonra iyi olacak, çok iyi olacak, her şey düzelecek…” gibi lâflar dolaşıyor. Bizim halkımız iyilikle kötülüğü birbirine karıştırıyor. Türkiye o kadar bozulmuştur ki, bundan sonra iyilik olması, iyiliğin gelmesi mümkün ve muhtemel değildir. Durumun, işlerin çok kötüden kötüye, kötüden az kötüye gitmesi bizim için büyük nimettir. Tarihi okuyorum, yaşadığım yıllara bakıyorum da Türkiye’nin tam mânâsıyla iyi olduğu günleri göremiyorum. İyilik ne demektir? İyilik hürriyet, adalet, güven, huzur, refah, iç barış demektir. Bunların hepsi birden bir arada hangi devirde bulunmuştur? Yakın tarihte, merhum Özal zamanında biraz serbest kaldık, rahat ettik; o zaman da bir sürü aksaklık, pislik, kötülük vardı. Son seçimlerle tasfiye edilen koalisyon devri kötüydü. Anarşi, darbe, keyfilik yılları çok kötüydü. 1979’daki anarşi, kardeş kavgası, kan yıllarını Allah bir daha bu millete göstermesin. Çok iyiyi, iyiyi, az iyiyi bir kenara bırakın da, az kötü olabilirsek şükr edin.

Courrıer ınternational internet sitesinde, Avrupa Parlamentosu üyesi Daniel Cohn-Bendit ile bir röportaj yapılmış. Başlığı: “Avrupa Birliği’ni genişletmek, bir savaştan daha ucuz olur.” Avrupalı siyasetçinin sarfettiği bir cümle dikkatimi çekti. Başımı belâya sokmamak için Fransızcasını yazıyorum:

“La question à poser maintenant aux Turcs est la suivante: êtes-vous prêts à renoncer au kemalisme?”

Medya yazarlarının, ilgililerin dikkatlerini çekerim. (www. courrierinternational. com)

Zaman zaman soruluyor: “Bayramdan sonra cezaevine mi gireceksin? Aleyhindeki hapis hükmü kesinleşti mi?.. vs….” Yargıtaya itiraz ve bozma isteği dilekçemi gönderttim. Sanırım oradan, altı ay kadar sonra bir karar çıkar. Yüksek mahkeme aleyhimdeki hükmü bozarsa dava yeniden görülür. Bozmaz, tasdik ederse dört ay mehil isteme hakkım vardır. Ondan sonra da teslim olup cezaevine girmem gerekir. Bu arada hükümetin düşünce, tenkit, basın suçları için bir af çıkartması da mümkündür.

Beşyüz milyon liralık lüks ayakkabı giyen bir Müslümana açık mektup: Eskiden küçük çocuklar bayramlık ayakkabılarına çok sevinirler, arefe gecesi, yarın giyecekleri ayakkabılarla koyun koyuna yatarlarmış. Sizi biraz o çocuklara benzetsem darılır mısınız? Lüks ve pahalı ayakkabılara, elbiselere, gömleklere çocuklar gibi düşkün görüyorum sizi. Elli dolarlık, yüz dolarlık lüks kravatlarınızı rüzgarın ters çevirmesinden ve arkasındaki markanın görülmesinden ne kadar hoşlanıyorsunuz? Niçin, kravatla, gömlekle, elbise ile, ayakkabı ile, lüks otomobil ile iyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olamayacağınızı anlamıyor, idrak etmiyorsunuz? Yüz bin dolarlık otomobiliniz var ama, lüks hanenizde bir tek orijinal hüsn-i hat levhası yok. Siz lüks içinde yaşayan bir fakirsiniz de bundan habersizsiniz.

Irak ve Ortadoğu savaşının ayak sesleri duyulmaya başladı. İki senaryo var:Afganistan’da olduğu gibi Amerika vurur, ezer, ülkeye hakim olur, başına bir kukla hükümet geçirir… Yahut, savaş uzar, yangın her yere yayılır ve ortalık kan ve ateş içinde kalır… Her hâl ü kârda bu savaşın Türkiye’ye çok ağır, çok acı bir faturası olacaktır. Bugün İstanbul’da “Savaşa hayır!” mitingi yapılacak. Türk aydınlarının, halkının, gençliğinin şuuru olsa, böyle bir mitinge en az bir milyon vatandaşın katılması gerekir. Bakalım kaç kişi katılacak? Irak bizim komşumuz, din kardeşimiz; onunla asırlarca süren birlikteliğimiz ve beraberliğimiz var. Bizim o ülkeyle ticaret, turistik faaliyet, iyi komşuluk yapmamız gerekirken, Amerika ve İsrail bizi savaşa itiyor.

Bu ülke, bu halk kısa vadeli, ucuz, kolay çare ve çözümlerle, reçetelerle selamete çıkmaz. Uzun vadeli çalışmalar üzerinde durulmalıdır. Millete, devlete, vatana hizmet edecek çok kabiliyetli, çok zeki, çok akıllı (Zeka ile akıl ayrı şeylerdir), çok ahlâklı, karakterli, faziletli, çok istidatlı gençler seçilmeli ve Avrupa’nın, Amerika’nın, Japonya’nın en parlak üniversitelerinde okutulmalıdır. Türkiye’yi ancak böyle vasıflı, güçlü, üstün, seçkin kişiler ve onlardan oluşan kadrolar kurtarır, selamete çıkartır. Benim tavsiye ettiğim reçete seçkincilik mânâsına alınmamalıdır. Çok kaliteli insanlar yetiştirmemiz gerektiğini söylüyorum, o kadar.

Kültür Bakanlığı makamına ilimden, irfandan anlayan, ciddî kitapları olan gerçekten kültürlü bir zat getirildi. Kendisini tebrik ediyorum. Kültür işleri ile ilgili, bir vatandaş olarak bazı tekliflerim olacaktır. Bunları, önce bu sütunlarda yayınladıktan sonra küçük bir broşür haline getirip sunacağım. Şu anda bakanlıklar ziyaretçilerle, “iş takibi” için gelenlerle, bir menfaat edinmek isteyenlerle dolup taşıyordur. Doğrusu onların arasına girmek istemem. Bence kabinenin en önemli bakanlığı Kültür Bakanlığı’dır. Hayırlı başarılar temenni ediyorum.

Bu iktidar medyadaki tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi kırmazsa, bir müddet sonra canavar büyük medya onun hakkından gelecektir. Bugünkü yumuşaklıklarına kesinlikle aldanılmamalıdır. Çok açıkları var, malî durumları parlak değil, yıkıcı muhalefet yapacak halleri yok… Durumlarını düzeltir düzeltmez saldıracaklarından kimsenin şüphesi olmasın. 01 Aralık 2002