CumartesiBol miktarda turist gelmeye başladı. Bunlardan bir grubu Sultanahmet parkında gördüm. Güneşli havada çimenlerin üzerine sere serpile yatmışlardı. Bazısı iki yüz bin liraya aldıkları simitleri geveliyordu. Daha zengin olanlar, tramvay durağının arkasındaki büfeden beş yüz bin liraya yarım ekmek içinde tavuk döneri yiyorlardı. Türk parasının tepetaklak olması, doların çok değerlenmesi dolayısıyla ülkemize turist akını olacağa benziyor ama bunlar fakir, ucuzcu, fazla masraf yapmayan kalitesiz turistler olacaktır genellikle. İspanya, Portekiz, Güney Fransa, İtalya gibi ülkelere zengin, su gibi para akıtan milyonlarca turist gidiyor her yıl.

İslâmî kesimden halkla konuşuyorum. İslâmî hizmet ve hareketlerdeki aksaklıklardan, bazı yaygın rivayetlerden, din sömürüsünden, mukaddesat rantından çok üzgün ve şikâyetçiler. Yüksek sesle konuşmuyorlar henüz ama kısık sesle çok ağır hükümler veriyor, bazı kişiler hakkında ithamlarda bulunuyorlar. Bu kitlenin birgün gelip sesi yükselirse üstüste yığılmış bir sürü küp gümbür gümbür devrilecektir.

Salı günü öğle namazını Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa camiinde kıldım. Cemaat altı saftı. Birlikte namaz kılanlar eskisine nisbetle biraz arttı mı? İnşaallah daha da artar.

Bir ilâhiyat profesörü özel sohbetlerinde dostları ile konuşurken “Ben Allah’tan dâvacıyım. Niçin boyumu kısa yaptı? Niçin saçlarımı döküp beni kel etti?” diyormuş. Bu nasıl bir ilahiyat profesörüdür? Elbette ehl-i sünnet dairesinde bir âlim kişi değildir. İlahiyatçının reformcusu böyle olur.

Liseli kızların sokaklarda çok kısa mini eteklerle dolaşmalarına kızıyor, okul idarecilerine verip veriştiriyordum. Görüştüğüm liseli bir genç şöyle dedi: “Kızlar okulda bu kadar kısa mini etekli değil, dışarı çıkınca eteklerini bellerinden yukarı çekerek konsomatris ve manken kılığına kendileri giriyor…” Pes doğrusu!

İstanbul saraylarından birinde restorasyon ve tâmirat yapılırken oda ve salonlardaki kıymetli mermer çeşme yalakları ve aynaları sökülüyor, yerlerine uyduruk ve değersiz şeyler konuluyormuş. Tarihî ve kıymetli mermerler de kamyonlarla bir yerlere götürülüyormuş. İlgililere duyurulur. İsim ve yer veremiyorum, güçlü ve vatansever medyacılar araştırıp bulabilir.

Cağaloğlu’ndaki tarihî küçük bir camide “Re’sü’l-hikme mehâfutullah” yazılı güzel bir hüsn-i hat levhası vardı. Camide boyama ve temizlik işleri yapıldıktan sonra levha yerine konmadı. Yazık. Bir yere kaldırıldı ise tekrar yerine asılması gerekir.

Herif eskiden müftülük yapmış, sonra sapıtmış, dinden çıkmış, mürted olmuş. Bu adamın Allah, Peygamber, Kur’an, din, iman aleyhindeki kitaplarını militan dinsizler yayınlıyor, okuyor; İslâm’a karşı bunlardan medet umuyor. Avrupa’da da ateistler var, İslâm’a karşı olanlar var. Lakin hiç biri bu kadar âdice, bu kadar bayağı ve seviyesiz bir din düşmanlığı edebiyatına iltifat etmez. Son devrin büyük müsteşriklerinden Louis Massignon, Louis Gardet, M. Watt; üçü de dindar Hıristiyan olmakla birlikte (ikisi kilise mensubuydu) İslâm’a saldırmamışlar, aksine öğmüşler ve savunmuşlardır. Bizdeki din düşmanları çok kalitesiz, çok seviyesiz, çok nâmert.

Bir gram ilim bir ton aktüel (güncel) dedikodudan değerlidir.

Bir gram irfan bin ton gevezelikten kıymetlidir.

Bir gram salih amel (hayırlı iş) bir batman nazariyeden iyidir.

Hikmetli sükut, hikmetsiz laf salatasından hayırlıdır.

Sultan Abdülaziz’in, Sultan Abdülhamid’in, son Halife İkinci Abdülmecid bin Abdülaziz Han’ın, Hânedan-ı Âli Osman’ın, idam edilen ulema ve meşâyihin, zindanlarda süründürülen dindarların ve daha nice nice zulümlerin âhları çıkmaya başladı. Bu ahı çıkma işleri ne zaman son bulacak da, selamete kavuşacağız? Yooo, o kadar acele etmeyiniz. Daha yeni başladı.

Almanya’da toplanan sıcak ve taze marklarla kurulup inkişaf eden bir holding şimdi çok kötü vaziyetteymiş. Holdingin iyi zamanında başındaki zat 500 SEL Mercedes’e biniyormuş, kurumundan yanına yaklaşılmıyormuş. Reva mıdır desem.

Cani ruhlu adamın birini düşünün; karısının, çocuklarının yemeklerine, içeceklerine her gün azar azar gizlice arsenik karıştırarak onları zehirliyor. İşte ailesine, çocuklarına haram yediren adam da böyledir. Haram kazanç, arsenikli yiyecekten bin kere daha yakıcı ve zehirleyicidir. Arsenik dünya hayatına son verir, haram yiyecek ise kişinin dünyasını da âhiretini de yıkar, yakar. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Haramı ateş (cehennem) temizler” buyurmuşlardır. Hanımına, çocuklarına yakınlarına haram yediren kişi ne beyinsiz, ne câni bir kişidir.

Kriz dolayısıyla adamın işi bozulmuştu. Akşam yemeğinde tarhana çorbası, bulgur pilavı ve üzüm hoşafı vardı. Karısının suratı bir karış asıktı, çocukların ağızlarını bıçak açmıyordu. Tarhana çorbasını, bulgur pilavını, üzüm hoşafını beğenmiyorlardı. Bu karı ve çocuklar ne beyinsiz, ne nankör mahluklardır. Günlük rızık Allah’ın tâyin ve tesbit ettiği bir şeydir. Kuru ekmek de olsa buna şükr etmek gerekir. Başta Peygamberimiz olmak üzere bizim büyüklerimiz bazen aç kalsalar da şükürden ayrılmamışlardır. Bugün yer yüzünde tarhana çorbası, bulgur pilavı, üzüm hoşafı bulamayan, buldukları takdirde bayram yapan yüz milyonlarca aç ve sefil insan yaşamaktadır. Herkes haline şükretsin.

Gece saat on iki oluyor, anne baba yatmışlar, çocuklar hâlâ koşuşturup duruyor. Eğer sizin hâneniz böyleyse, çocuklarınızı kesinlikle iyi yetiştiremiyorsunuz demektir. Ben Almanya’da beş sene oturdum, orada çocuklar akşam olunca saat sekizde yatağa yatar. Çocukların gece yarılarına kadar ayakta olmaları, koşuşturup durmaları bize mahsus bozukluklardandır.

Çocuğuna en ufak bir yalan söyleyen, ona vaadde bulunup da sözünü tutmayan anne babalar evlatlarını kötü yetiştirmiş olurlar. En mâsum gibi görünen yalanlar bile kötüdür. Bir şeyi vaad edip de yerine getirmemek kötüdür. Siz çocuklarınızı iyi terbiye edebiliyor musunuz?

Bu kriz bir kısım halkımızı kanaate, tevazua, anti-tüketime, iktisatlı ve tutumlu yaşamaya yöneltirse çok faydalı olacaktır.

Benzin bir milyon liraya çıkmış, halk şikayetçi. Bir milyon azdır şok yeni bir zamla iki milyon olmalı. İçmeye ayranı olmayanlar borç harç otomobil alıp caka satıyorlardı. Her sabah, içlerinde sadece bir kişi bulunan yüz binlerce otomobil yolları mıh çıkını gibi dolduruyordu. Medenî milletler işlerine, evlerine genellikle toplu taşıma vasıtalarıyla gidip geliyor. Otomobil elbette bir ihtiyaçtır. Ama bizim toplumumuz oto konusunda kantarın topunu kaçırdı ve bir oto-toplum haline geldi. Lüks ve fantazi pahalı otomobillere ödenen yüz milyarlarca dolar sermaye olarak kullanılmış, üretime yatırılmış olsaydı, Türkiye Japonya’yı geçerdi. 29 Nisan 2001