Çete gibi parti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Siyasî partiler demokratik sistemin vaz geçilmez unsurlarıdır. Ne gariptir ki, bizde particilik demokrasiye zıt bir istikamette gelişmiş ve bugünkü ucube durum meydana gelmiştir. Gerçekten faziletli, namuslu, vatansever, ahlâklı, şerefli, hikmetli politikacıları tenzih ederim. Benim kasdettiklerim bozuk düzen partileri ve particiliğidir.
Bizde bazı partiler çete gibidir. Başlarındaki liderler de çete reisine benzer. Dedikleri dedik, astıkları astık, kestikleri kestiktir. Böyle liderlerin en nefret ettiği şey, çevrelerindeki kişilerden bazısının sivrilmesidir. Onlar tek adam olmak isterler; veliahd, ileride yerlerine geçecek adam istemezler. “Benden sonra tufan” derler. Milletvekili adaylarını seçerken ehliyete, liyakate, ülkeye ve devlete hizmet edecek kabiliyete sahip olmaya, namusa, dürüstlüğe bakmazlar. Kendilerine bağlı olan, itaat eden, dalkavukluk eden, evet efendimci, asla tenkit ve itiraz etmeyen kişileri seçerler.
Düzen partilerinin liderleri, doğru da olsa tenkitlerden, haklı da olsa itirazlardan nefret ederler. Onlar yalan da olsa övgülere ve pohpohlara bayılırlar. Böyle liderler, onların etrafı, partileri; milletin, memleketin, devletin menfaatlerini değil, sadece kendi menfaatlerini ve nüfuzlarını düşünürler.
Türkiye ağır bir kriz içindedir. Bugünkü sistemle, bugünkü düzen partileriyle, onların liderleriyle buhranı atlatmak mümkün değildir. Lider saltanatına son verilmeli, partiler kendi içlerinde demokratikleşmelidir. Aksi takdirde Türkiye’ye yazık olacaktır.
(……) gibi değerli, dürüst, vatansever, kültürlü, ciddî, milletin kendisine vermiş olduğu vekaletin hakkını veren bir zatın aday gösterilmemesi, bizdeki bazı düzen partilerinin ne korkunç bir keyfilik içinde bulunduğunu göstermeye yeter.
Birader, sen meşhur ve tarihî bir zatın izinden ve yolundan gittiğini söylüyorsun; “Onun prensiplerinden hiçbir tâviz veremeyiz” diyorsun. Lâkin biz, bu ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslüman halk da Hazret-i Muhammed’in yolundan gidiyoruz ve onun getirmiş olduğu din ve nizamdan vaz geçmeye hiç niyetimiz yoktur.
Biz Hazret-i Muhammed’in dinini yücelten, ona hizmet eden atalarımızın; Fâtih’lerin, Kanunî’lerin, Barbaros’ların izinden ve yolundan gidiyoruz. Ecdadımıza, tarihimize, dinimize, kimliğimize, kültürümüze, geleneklerimize bağlıyız. Seninki bir ideolojidir. Bizimki ise tarihî devamlılıktır, millî kimliktir, kendi kültürümüz ve kişiliğimizdir. Bunlar dışlanabilir mi, devre dışı bırakılabilir mi?
Türkiye’yi seninkinden başka ideolojilere bağlamak isteyenler de çıkmıştır. Meselâ Marksistler Marx’ın, Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun ideolojisini bu ülkeye hâkim kılmak istemişlerdi. Muvaffak olsaydılar ne büyük bir felâket meydana gelirdi.
Senin ideolojin din gibi bir şey. İnanmışsın bir kere. Fakat biz ona inanmıyoruz. Bizim kendi dinimiz var. Üstelik de gerçek ve hak bir din. Biz bu dinin gücüyle Anadolu’ya geldik, bu ülkeyi kendimize vatan edindik. Bu dinin verdiği enerji ile, Söğüt ve Domaniç kasabalarından ibaret küçük bir beylikten büyük bir cihan imparatorluğu kuruldu. Bu din ve inançla İstanbul’u fethettik, Viyana’yı iki kere kuşattık, Preveze zaferini kazandık, üç kıt’aya yayılmış bir nizam tesis ettik. Bu dinle Süleymaniyeleri, Selimiyeleri, Sultan Ahmed’leri inşa ettik. Bu din bize büyük bir devlet, büyük bir medeniyet, büyük bir kültür kazandırdı. Varlığımızı ona borçluyuz. Bizim dinimiz senin ideolojinden elbette üstündür. Hangi hakla bize tahakküm etmeye yelteniyorsun? Hukuk, ahlâk, insan hakları, akıl, mantık, iz’an, insaf, hikmet sana böyle bir hak veriyor mu? Zorbalığı bırak, aklını başına topla ve memlekete ve millete zarar verme. Devlet hepimizindir. Devlet ile kendi ideolojini özdeşleştirme. Vesselâm!
Komşumuz ve Müslüman kardeşimiz İran, Türkiye’deki Alevî vatandaşlar hakkında bazı emeller beslemektedir. İran, bizdeki Alevîleri kendi Şiî-Caferî itikadı ve mezhebi içine sokmak istiyor. Bu maksatla propaganda yaptırmakta, faaliyette bulunmaktadır.Türkiye Alevîleri Şiî’leştikleri takdirde ne olacaktır?
Şu anda Pakistan’da maalesef Sünnî Müslümanlarla Şiî Müslümanlar arasında gerginlik ve çatışmalar vardır. Irak’ta da böyledir. Lübnan’daki Sünnî ve Şiî cemaatler de birbirinden ayrıdır ve rekabet içindedirler. İran’ın istediği gibi Türkiye Alevîleri Şiî itikad ve fıkhına tâbi oldukları takdirde, kutuplaşma daha da artacaktır.
Alevîler, teolojik, ihtilâflara rağmen Muhammed ümmetinin bir parçasıdır. Türkiye’nin millî bütünlüğü, bölünmezliği, selâmeti açısından Alevîlerin dinî tatbikat sahasında Sünnî fıkha uymaları gerekir. Şayet bir Alevî namaz kılacaksa Hanefî veya Şafiî mezhebine göre kılmalıdır. Şiî-Caferî fıkhına tâbi olduğu takdirde, o mezhebin gereği olarak Sünnî imamların arkasında namaz kılmaması gerekir. Bu takdirde, ileride Alevîlerin ayrı camileri olacaktır. Böyle bir gidiş Türkiye’nin bölünmesine, halkın iki kampa ayrılmasına yol açar.
Türkiye Alevîlerini Şiî-Caferî yapmak için büyük paralar harcanmakta, hummalı bir faaliyet yapılmaktadır. Bütün bunlar İslâm’ın, Türkiye’nin, Alevîlerin hayrına, lehine, yararına şeyler değildir. Ben bu satırları mezhep taassubu ile kaleme almıyorum. İşin siyasî, kültürel tarafını düşünüyorum. İran ile Türkiye, Müslüman olmalarına rağmen asırlarca savaşmışlardır. Bu savaşlar yüzünden İslâm dini ve Muhammed Ümmeti büyük zarar görmüştür. İslâm dünyasının çoğunluğu Sünnîdir. Alevî kardeşlerimizden bazıları namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi dinî uygulamalarda Sünnî fıkhına tâbi olurlarsa bu tercihleri memleketimiz ve milletimiz için hayırlı olur. 01 Şubat 1999