Çevreciler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Cuma
Samimî, dürüst, ihlâslı çevrecilere büyük saygı besliyorum, çırpınmalarını hayranlıkla takip ediyorum. Ülke topraklarını korumak için, ormanların ve bitki örtüsünün yok edilmesini önlemek için, böceklerin ve her çeşit hayvan türünün kökünün kazınmasına mâni olmak için nasıl gayret gösterdiklerini hayranlıkla görüyorum, kendilerini takdir ediyorum, onlara teşekkür ve minnet duygularımı sunuyorum.
Ancak, her konuda ve sahada olduğu gibi çevrecilik sahasında da rantçılar, samimiyetsizler, gösteriş hokkabazları eksik değil. Çare ve çözüm arayacaklarına, beş yıldızlı lüks otellerde ziyafetler tertipliyor, çevrecilik gösterileri yapıyor, yalancı ve sahte ünler ve prestijler kazanıyorlar.
Kurban bayramından önce ne yaygaralar kopartılmadı ki. Kurbanlık hayvanlara eziyet ediliyormuş, kesmeden önce bayıltılmaları veya öldürülmeleri gerekirmiş. Sokaklar ve meydanlar mezbahaya dönüyormuş, kurban bayramı değil kavurma şöleniymiş… Daha ne hezeyanlar. Bu çıtkırıldım, kuşkonmaz çevreciler yılın 365 gününde mezbahalarda nasıl hayvan boğazlandığını bilmiyorlar mı, görmüyorlar mı? Zavallı tavukların tavuk çiftliklerinde nasıl kesildiği hakkında bilgileri yok mu? Yok mu ki, üç günlük kurban bayramı kesimlerine akıllarını takmışlar, sadece bu üç gün ile uğraşıyorlar?
İslâm şefkat, rahmet, merhamet dinidir.. Dinimiz, kurban edilecek hayvanlara eziyet verilmesini haram kılmıştır. İlmihal ve fıkıh kitaplarında, kesilecek hayvanın gözü önünde bıçak bilenmez diye yazılıdır. Kurban edilecek hayvanın gözleri bağlanır, asla itilip kakılmaz, kesilmeden önce yedirilir, içirilir, okşanır, sevilir.
Et yiyen bir kimsenin, kurban kesilmesi vahşettir edebiyatı yapması samimiyetsizlikten, iki yüzlülükten başka nedir?
Şayet bazı Müslümanlar kurban keserken yanlış işler yapıyor, hayvanlara eziyet ediyor, sokaklarda, meydanlarda kan döküyorlarsa bunun iki sebebi vardır:
Ya imkânları olmadığı için açıkta kesiyorlar,
Yahut da, kültürleri yetersiz olduğu için gereken inceliklere riayet etmiyorlar.
İslâm dini hayvan kesiminde, et yemede orta yolu seçmiştir. Ne bugünkü Amerikalılar ve Avrupalılar gibi aşırı et tüketmek; ne de Budistler gibi hiç et yememek…
Akıl ve hikmet sahibi bir Müslüman kuzu kesimine razı olmaz. Kuzuların büyümesi, koç veya koyun olması, yavrular yetiştirmesi, birkaç yıl hayattan kâm alması gerekir kesilmeden önce.
Yine, olgun Müslüman yetiştiren tarikatlarda, muhiblerin ve dervişlerin olta ile balık tutmaları iyi görülmez. Çünkü bu tür avlamada iki sakınca vardır:
-Oltanın ucuna takılan yem ile balığı aldatmak,
-Çok acı çektirerek avlamak.
Zevk için yapılan avcılık da ahlâken iyi ve övgüye layık bir iş değildir. Hele, paralı yabancı turistlere birkaç yüz veya birkaç bin dolar karşılığında, nesilleri yok olmaya yüz tutmuş yaban keçilerimizin, yaban koyunlarımızın dürbünlü tüfeklerle öldürtülmesi millî bir faciadır. Mösyö yahut Mister, ver doları, vur yaban keçimizi! Ne iğrenç zillet, ne aşağılık bir para kazanma yolu.
Ülkemizde, bilhassa Batı bölgelerinde tavşan, keklik gibi hayvanların kökü kurudu. Koskoca Kocaeli yarımadasında bir tek tavşan bulamazsınız. Gaddar avcılar bu hayvancıkların kökünü kurutmuşlardır.
Hayvanları sevmeyen insanları da sevmez. Merhametsizliğin sonu ilâhî gazab ve azabtır.
Çevrecilikten bahsetmiştim.Her yıl, Kıbrıs Adası büyüklüğünde verimli topraklarımız denize gidiyor, yerlerinde işe yaramaz taşlar, kayalar kalıyormuş. Asıl facia kurban kesimi değil, bu suya ve yele verilen topraklarımızdır.
Karadeniz’de sahil şeridine, denizle toprak arasına korkunç, dehşetli, cehennemî bir yol yapılıyor. Bu da başka büyük bir faciadır.
Bazı firmalar dış ülkelere ihraç için tıbbî bitkileri toplatıyor. Birkaç kuruş kazanmak için bu işi bilinçsizce yapanlar, o bitkileri köklerinden sökerek topluyor, bir sene sonra tekrar toplamak için geldiklerinde yerlerinde yenilerini bulamıyorlarmış. Dangalaklar! Sen bitkinin hepsini kökünden yolarsan, gelecek yıl orada onlar tekrar yetişmez elbette. Maalesef bir kısım halkımız bu kadar beyinsizleşmiştir.
Birkaç yıl önce Kastamonu vilayeti sahillerindeki Çatalzeytin ilçesine bir balıkçı teknesi gelmiş; yirmi gün kadar dip midyesi topluyorum diyerek denizi taramışlar. Meğerse ne kadar balık yuvası varsa tahrip etmişler, yumurtalarına, küçücük yavrularına kadar balık avlayıp nesillerini kurutmuşlar. Artık oralarda balık çıkmıyormuş.Böyle bir hıyanet ve cinayeti dış düşmanlar bile yapmaz. Lanet olsun yapanlara!
GAPbarajı ile binlerce bitki türü yok oldu. Binlerce böcek türü tarihe karıştı. Anadolu’nun çorak ve kıraç bölgelerinde hâlâ ağaçlar, yaprakları hayvanlara yedirilmek, dalları ve gövdeleri yakılmak üzere kesilip bitiriliyor. İstanbul civarında doğru dürüst orman kalmadı. Orman köyleri ziraati, hayvancılığı bırakmışlar, bütün geçimlerini orman kesmeye yönlendirmişler.
Bu sene, ağaçlar budanıyor bahanesiyle büyük bir katliam yapıldı. Elli yıllık, belki daha fazla büyük ağaçlar kökünden kesildi. Bazıları, hiçbir dal bırakılmamak suretiyle sözde budandı. Ağaçlar, yeşillikler hepimizin malı değil midir? Bu şekilde kesmeye, budamaya hakları var mıdır?
Son çeyrek asırda yanlış yapılaşma, yanlış şehirleşme yüzünden muazzam miktarda ziraat toprağı ve yeşillik yok edildi.
Bu çılgınlık, bu kuduzluk devam ederse elli sene sonra Türkiye çölleşir.
Günlük, kısa vadeli küçük menfaatler uğruna istikbalimizi yok ediyoruz. Fatih Sultan Mehmed’in “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” sözünü unutmayalım. Birtakım ahlâksız, beyinsiz, şerefsiz politikacılar ve büyük bürokratlar popülizm yaparak ormanlarımızı yeşil sahalarımızı ona buna peşkeş çekmiştir.
Çocukluğumda, Karadeniz şehirlerinden yolcu taşıyan büyük posta vapurlarıyla Boğaz’dan İstanbul’a girince Cihangir, Üsküdar, tarihî İstanbul yarımadası (Sur içi) hep yeşilliklerle donanmış olarak görünürdü. Ahşap evlerin bahçeleri vardı. O bahçelerde erik, ayva, dut ağaçları, mor salkımlar, hanımelleri bulunurdu. Şimdi onların yüzde doksan dokuzu tarihe karıştı, yok edildi. Her yer ruh karartıcı, kasvetli, iğrenç, mânen harabe beton yığınlarıyla doldu. İstanbul’u hangi kahrolasıca zihniyet bu hale getirdi? 11 Mayıs 2002