Pazartesi

CEZAYİR’den kötü ve çok üzücü haberler geliyor. Milyonlarca halk ekmek ve mesken istiyor. Ayrı bir lisan konuşan Kabili bölgesinde âdeta bir isyan var. Herkes karamsar, herkes ümitsiz. O güzelim ülke bu hale nasıl geldi?

Bundan dokuz sene önce Cezayir’de bir demokrasi faciası yaşandı. Seçimi İslâmcılar kazanmıştı; egemen güçler Müslümanların iktidar olmasına izin vermediler. Demokrasi demokrasi diye diye demokrasiyi katlettiler. O günden beri orada huzur, güvenlik, rahat yok. Şimdiye kadar onbinlerce insan öldürüldü. Bunların bir kısmını rejim kuvvetlerinin öldürmüş olduğunu artık herkes biliyor.

Cezayir’in petrolü var, yeterli miktarda verimli toprakları var, çok genç ve zinde bir nüfusu var. Her türlü imkan mevcut, iklim müsait, lakin o ülke batıyor, oradaki halk sefalet içinde yaşıyor. Ölüm ve zulüm kol geziyor. Kokuşma gırtlağa kadar. İnsanlar ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette. Halk iş, aş, ev, güvenlik istiyor; diktatörlük taraftarları ise “Yağma yok, kimse bizi ortaçağ karanlıklarına geri götüremez, ölsek de demokrasiden vazgeçmeyiz” diyor. Oradaki rejimin demokrasi ile ne ilgisi var? Demokrasiye göre serbest seçimler yapılır, hangi taraf ve parti kazandıysa ülkeyi o idare eder.

Peki Cezayir’de olup bitenlerde İslâmcıların kabahati yok mu? Olmaz olur mu? Seçimlerden önce delidana gibi hareket etti bazı dindarlar. Seçimi kazanırsak memleketi bildiğimiz gibi idare ederiz, dediler. İnce ve derin düşünmediler. Cezayir’de istikrarlı bir İslâmî rejimin kurulması için Fransa ve Amerika ile anlaşmak, onlara bazı konularda güven vermek gerekirdi. Militan, aktivist, pro-Vehhabî, selefî, ihtilalci, vurucu kırıcı bir tavır sergilememek; toleranslı, yumuşak, tasavvuf tarafı da bulunan geniş, kucaklayıcı, evrensel bir İslâm yorumu sergilemek gerekirdi. Bunlar yapılmadı. Birtakım fanatikler, gulatlar evliya türbelerini taşladılar, tahrip ettiler. Neymiş, şirkmiş…

Cezayir Müslümanlarının en büyük yanılgısı, “Seçimleri kazanır, iktidar oluruz” kuruntusu idi. Devlet idaresini, iktidarı ele geçirmek bu kadar kolay, bu kadar basit miydi?

Cezayir Müslümanlarının siyaset işlerinde mutlaka uymaları gereken birtakım prensipler vardı:

Birincisi: Bütün çalışmaları ilim, irfan, hikmet, kültür ışığında yürütmeliydiler.

 

İkincisi: Mutlaka ve mutlaka uzman, ehliyetli, mu’temen müşavirlerle istişare etmeliydiler. Siyaset işleri bakkalın çakkalın, seyyar satıcının, halk yığınlarının aklı ile başarıyla yürütülemez.

Üçüncü: Gayet tedbirli, yumuşak, ihtiyatlı hareket etmeleri gerekirdi. Züccaciye dükkanına giren kocaman bir fil gibi hareket edilirse elbette başarıya ulaşılamaz.

“Ya hep, ya hiç” demek kumar oynamaktır. Hiç çıkarsa her şeyi kaybedersin.

Yirminci asırda Müslümanlar siyaset konusunda fazla başarılı olamadılar, birçok büyük imtihanı kaybettiler. Bu başarısızlıkta Cemaleddin Afganî’nin metodunun, fikirlerinin, görüşlerinin büyük rolü olmuştur. Afganî takiyyeci bir aktivistti. Müslümanlara yalan söylemiş, onları aldatmıştır. İranlı olduğu halde, kendisini yalancıktan Afganistanlı olarak göstermiş, şiî olduğu halde yine yalan söyleyerek sünnî gibi görünmüştür. Şiddete ve teröre dayalı bir hareket planı vardı. İran şahını, Afganî’nin bir müridi ve hayranı katletmiştir! Afganî İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak Sultan Abdülhamid’i tahtından indirmeye teşebbüs etmiştir. Afganî, siyaseti diyanetin üstüne çıkarmıştır.

İslâm dünyasındaki bütün aktivist, ihtilalci, şiddete dayalı hareket ve cereyanlarda Cemaleddin’in rolü ve tesiri büyüktür.

Müslümanların, başarılı olmak için iki kanatlı olmaları gerekir. Bu kanatların birincisi Şeriat, ikincisi tasavvuf ve tarikattir. Tabii ki tarikatın mutlak şekilde Şeriat dairesinde olması, Şeriata uyması gerekir. On dokuzuncu asırda böyle hareketler olmuştur. Cezayir’de Emir Abdülkadir ve Kafkasya’da Şeyh Şamil hazretleri iki kanatla uçan ehl-i sünnet büyükleriydi. İkisi de, hem Şeriat âlimi, hem de tarikat şeyhi idi. Aynı zamanda, Müslümanlar tarafından emîr seçilmişlerdi.

Çağımızda da Çeçenistan’daki İslâmî hareket böyle zü’l-cenâheyn (iki kanatlı) bir harekettir. Ruslarla yapılan birincisi savaşta, bu iki kutsal kanatla uçarak zafer kazanmışlardı. Sonradan işin içine selefîler, aktivistler, şiddet taraftarları girdi; Dağıstan’da birtakım terör ve sabotajlar yaptılar ve Çeçen Müslümanlarını yaktılar.

Tasavvuf İslâm’ın çok önemli, çok muazzez, çok temel bir boyutudur. Tasavvuf, “Büyük cihad” yapmak ve bunu başarmak için zarurîdir. Nefsiyle cihad edemeyen kimse nasıl olur da küffar ile cihad edebilir?

Cezayir’deki İslâmî hareketin bazı taraflarını tenkid ediyorum diye beni oradaki Müslümanlara karşı gösterenler çıkabilir. Hayır, elbette Müslümanlardan yanayım. Ancak hayra yönelik özeleştiri yapıyorum.

İbn Teymiyecilere ve Vehhâbilere kalsa, dünyada çok az Müslüman bırakırlar. Bir kabrin başında Fatiha okuyup sevabını ölüye bağışlasan şirk olur. Evliyaya hürmet etsen yine şirk. Sağa baksan şirk, sola baksan şirk. Müslümanlar Tevhid ve Kıble ehlidir. Tasavvufa taraftar ve tarikata mensup olan, evliyaullah’a saygı gösteren Müslümanları müşrik ilan etmek büyük bir zulümdür. Bütün akaid kitaplarımızda “Mü’mini tekfir edenin kendisi kâfir olur” buyurulmaktadır.

İslâmî kurtuluş hareketlerinde tarikatların, tasavvufun büyük yeri olmalıdır. O güç olmadan savaş kazanılamaz, fütuhat yapılamaz.

Tasavvuf ve tarikat ibadet, ihlas, istikamet, ahlâk, yüksek karakter, nefsini dizginlemek demektir.

Gerçekten sûfî olan, gerçekten tarikatli (tarikatçi değil!) olan bir Müslüman yalan söylemez, haram yemez, rüşvet alıp vermez, devlet ve millet malını yemez, kokuşma pisliklerine bulaşmaz. İbadetlerini ihlasla yapar. Nefsinin azgınlıklarını kontrol altına alır.

Asıl fazilet, düşmanın da kabul, teslim ve tasdik ettiği fazilettir. Müslümanların Mevlânâ Celâleddin Rumî, Hacı Bektaş Velî, Hacı Bayram Velî ve diğer tasavvuf ve tarikat büyüklerinin ahlâklarıyla ahlâklanmaları gerekir. Böyle olabilirlerse düşmanlarının bile güvenini, takdirini kazanacaklardır.

Bir ülkede İslâmî hareketin başarılı olması için ilim, irfan, kültür, sanat, hikmet, ahlâk, fazilet, karakter bakımından çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün yeterli sayıda Müslüman bulunması gerekir.

Müslümanlar hikmet ve istişare prensiplerine riayet etmezlerse nasipleri hüsran ve ziyan olur. 06 Kasım 2001