Cumartesi

 

Ankara cinayetinin içyüzü konusunda şu anda kesin bir şey söylenemez.

Dinci bir avukat silahı almış, başörtüsü aleyhinde karar veren hakimleri taramış, birini öldürmüş, diğerlerini yaralamış…

İş bu kadar basit olmasa gerek… Tabancadan çıkan barut dumanlarının yanında Mossad kokuları da seziliyor. Avukat son günlerde bir uyur-gezer gibiymiş, onun eski halini bilenler kendisini tanımakta güçlük çekiyormuş… Tahminim şudur: Birtakım güçler Türkiye’yi karıştırmak istiyor… Düğmeye basılmıştır…

ABD ve İsrail güç durumdadır. İsrail bir ölüm-kalım problemi karşısındadır.


Ortadoğu’da iki büyük ülkenin ve devletin savaşması gerekmektedir. Bu savaşta milyonlarca Müslüman ölecek, iki ülke harap olacak, yüz milyarlarca dolarlık silah, cephane, savaş malzemesi satılacaktır. Savaş sonunda iki büyük ülke parçalanacak, Büyük Ortadoğu Projesi’nin önemli maddelerinden biri gerçekleşmiş olacaktır.

Ankara’da müessif bir cinayet sonunda hayatını kaybeden hakimin kanı üzerinde birtakım zihniyetler

tam tam çalıp dans etmektedir.

Gerginlik tırmandırılıyor… Büyük halk kesimleri arasında fitne ve fesat çıkartılıyor, kin ve nifak tohumları ekiliyor… Sorumsuzca beyanlarda bulunuluyor… Konu çığırından çıkartılıyor…

Şu ana kadar iktidarı kullananlar onu artık bertaraf etmek istiyor.

Önemli husus şudur:

Ankara’daki cinayet âni, fevrî bir hadise midir, yoksa birtakım iç ve dış güçler tarafından planlanmış, tertiplenmiş bir hareketin parçası mıdır?

Bundan sonraki günlere dikkat edelim… Yeni cinayetler, yeni tahrikler
(kışkırtmalar),
yeni fitne ve fesatlar olacak mıdır? Bu arada şu hususu da dikkatinize sunmak isterim: Tertipçi gizli güçler varsa, onlar manipülasyonları neticesinde katil olan kişiyi öldürtebilirler. Mâlum, ölüler konuşmazmış…

Muhterem Kadir Topbaş Beyefendiye

Dilekçe / Mektup

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş Beyefendiye:

Şehrimizi ve halkını ilgilendiren çok zarurî, çok hayatî, çok âcil bir konu hususunda zat-ı âlinizi rahatsız ediyorum. Mâlumunuz olduğu üzere şehrimizi büyük bir zelzele beklemektedir. Bu konuda fazla ayrıntıya girmek istemiyorum, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne hazırlatılan bir rapora göre 7 şiddetinde bir depremde İstanbul’da 40 küsur bin bina çökecekmiş. Ben rakam vermeyeyim, zat-ı âliniz bu binaların enkazı altında kalıp can verecek vatandaşların sayısını düşününüz. Allah saklasın, böyle bir âfet vukuunda bir milyon vatandaşımız çürük binaların altında kalacaktır.

İstanbul’da zelzelede yıkılacak binalar bilinmektedir. İlgililer, vazifeliler ve sorumlular için bu konuda bilmemek diye bir mâzeret yoktur. 1960’la 1975 arasında inşa edilen binalarda zelzeleye dayanıklılık hesapları yapılmamıştır. Ayrıca binlerce binada inşaat kurallarına ve normlarına aykırı olarak deniz kumu kullanılmıştır. Şu anda İstanbul’da binlerce okul, hastane, adliye, resmî bina resmen çürüktür.

Muhterem Beyefendi, zat-ı âliniz inançlı bir kimsesiniz, sorumluluğunuzu idrak ediyorsunuz. Bir vatandaş ve gazeteci olarak sizden dileğim, yaklaşan büyük İstanbul depreminde yıkılacağı bilinen 40 küsur bin binanın en kısa zamanda tahliye edilmesini sağlamanızdır. Eğer gücünüz buna yetmiyorsa durumu halkımıza açıklamanızı bekleriz.

Bilvesile selam ve hürmetlerimi arz ederim.

Mehmed Şevket Eygi

Ağlayan ve Gülen

Ya Rabbi ne modalar çıktı!.. Yolda giderken gazeteden elbise giymiş iki adam gördüm. Birinin elinde mendil hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yüreğim parçalandı. Hem ağlıyor hem birşeyler söylüyordu. Kulak verdim:

– Ah seksen iki yaşında zavallı Selanikli dedecik… Ata’nın evindeki deftere hükümet aleyhinde ağır hakaretler ihtiva eden bir yazı koymuş, söğmüş, saymış, ne kafirliklerini, ne vatan hainliklerini bırakmış… Şimdi o hain hükümet bu zavallı dedeciği mahkemeye verecekmiş… Bu yapılan laikliğe aykırıdır, Atatürkçülüğe aykırıdır… Bırakın Selanik dedecik söğüp saysın, içini döksün… Dedecik düşünce hürriyetinden yararlanamayacak mı?.. Avrupa Birliği’ne girme sürecinde böyle rezalet olur mu?.. Ah dedecik, vah dedecik, bu yaştan sonra hapislerde mi çürüyeceksin sen… Hü hü hü… Hıçkırıklar, salyalar, sümükler…

Üzerine gazete basılmış (emprime) kumaştan elbise giymiş ikinci adam çok neş’eli ve keyifli idi. Cebinde, yarısı görünen bir kına paketi vardı. Def çalıyor, oynuyor, kıvırtıyordu.

– Şıkıdım şıkıdım şıkıdım… Lay lom lay… Ha ha ho… Hi hi hi… Gerici yazar Mehmet Şevket Eygi hapse mahkum edilmiş… Heh heh heh… Oh olmuş… diyerek gülüyor, fikir fikir fikirdiyordu defli adam…

Kandiller Helva Aşure

Kandillerde, birtakım genel veya özel yıldönümlerinde, dinî günlerde helva veya aşure pişirmek ve bunlardan birkaç tabak komşulara hediye etmek…

Komşulardan birinin hastalanıp yatağa düştüğünü öğrenince ona hasta çorbası ikram etmek…

Eskiden bu gibi güzel âdetler çok yaygındı, şimdi komşuluk bağları zayıfladı, böyle ikramlar yapılmıyor.

Dostlarımdan biri helva pişirtmiş, apartmandaki komşulara göndermiş. Götüren on iki, on üç yaşlarındaki kızı. İnanmayacaksınız ama bir dairedekiler helvayı kabul etmemişler. Bazıları surat asmışlar, “Bu da nesi?”, “Nerden çıktı bu?” gibi laflar etmişler. Kızcağız çok üzülmüş, annesine, babasına “Ne olur, bir daha beni bu helva dağıtma işine göndermeyiniz…” demiş ve biraz da ağlamış.

Çok karamsar olmayalım… Helvamızı, aşuremizi, çorbamızı güler yüzle, teşekkürle alacak komşular çok şükür çoğunluktadır.

Hem biliyor musunuz, böyle ikramlar ne kadar küçük ve mütevâzı olurlarsa olsunlar, dostlukları, komşulukları, sosyal bağları pekiştirir, insanları mutlu kılar.

Farz edin, biraz üşütmüşsünüz, yatağa düşmüşsünüz, ateşiniz var, bütün vücudunuz ağrı, sızı içinde… Kapı çalınıyor, komşu size üzerinden dumanlar çıkan bir hasta çorbası yapıp göndermiş. Emin olunuz bu çorba size doktorun verdiği ilaçlardan daha şifalı olacaktır.

Peygamberimiz, “Cebrail Aleyhisselâm bana komşular hususunda o kadar çok öğüt verdi ki, neredeyse komşuların birbirlerine vâris olacaklarını sandım” buyuruyor.

Zayıflayan, hattâ kopma derecesine gelen komşuluk bağlarını yukarıda anlattığım gibi küçük ikramlarla, hediyelerle sağlamlaştıralım.

Bu gibi küçük iyilikler insanları mutlu kılar… Mutluluk… En büyük ihtiyacımız… 21 Mayıs 2006