Çarşamba

 

Vaktiyle “Çirkin Amerikalı” ve “Çirkin Rus” adlarıyla iki ayrı kitap yayınlanmıştı. Bazılarımız bunları okumuştur. Şimdi zamanımızda ortaya bir “Çirkin Müslüman” tipi çıktı. Çirkinlik Müslümana yakışmaz. Peygamberimiz “Allah güzeldir, güzeli sever” buyurmaktadır. İslâm güzellik dinidir. Müslüman da güzel olmaya mecburdur. Ahlâkı, davranışları, tutumu güzel olacaktır.

Ne kadar güzel huy, haslet varsa Müslümanda bulunmalıdır. Hele temsilci durumunda olan Müslümanların mutlaka güzel olmaları gerekir. Fizikî güzelliği kasdetmiyorum. Onu Allah herkese vermez. Ahlâk, karakter, davranış güzelliğinden bahsediyorum.

Suratından düşen bin parça… Önüne geleni haşlıyor… Kalp kırıyor, nefret ettiriyor, kaçırıyor, üzüyor… Böyle Müslüman olur mu?

Söylerse yalan söylüyor. Kendisine bir emanet verilirse o emanete hıyanet ediyor. Bir şey vaad ederse sözünü tutmuyor. Böyle Müslüman olur mu? Bunları Peygamberimiz (Sallallahu Almeyhi ve Sellem) münafıklık alâmeti olarak belirtmiştir.

Eskiler, “Kıblegâh-ı Kibriya’dır yıkma kalbin kimsenin” demişlerdir. Müslüman kalp kırmaz. Kalp kırarak, yıkıp devirerek insanlar İslâm’a, Hakk’a çağırılmaz.

“Ulan, Müslüman olsana be!” Böyle dâvet olur mu? Bu dâvet değil, anti-dâvettir.

Birtakım tarikatçi müsveddeleri “Bizim şeyhimiz en büyük, öbür şeyhler en küçük… Bizim tarikatimiz en hak, öteki tarikatlar berbat” şeklinde propaganda yapıyor. Bunlar eşekçe lâflardır. Tasavvuf edebinde böyle eblehçe lâfların yeri yoktur. Gerçek derviş, muhib, sûfî bir şeyhe biat ve itaat eder, bin şeyhe ve âlime de hürmet besler.

Son otuz yıl içinde islâmî kesimde birtakım çirkin herifler din adına ne yanlış işler yaptılar, ne korkunç hezeyanlar kustular. Tarikat, hizip, fırka, cemaat taassubu ile gözleri dönmüş, şuurlarına halel gelmiş fanatikler İslâm dini ile kendi meşreblerini özdeşleştirdiler. Müslümanları “Bizden olanlar ile bizden olmayanlar” diye şeytanî bir tasnife ve ayırıma tâbi tuttular. Bizden olanlar iyi, bizden olmayanlar kötü ve yabancı. Muhammed aleyhisselatü vesselâmın dininde böyle bir ayırım var mı? Kur’ân ne diyor? “İçinizde, Allah katında en üstün olanınız en fazla takvası olandır” buyurmuyor mu Kur’ân-ı azimüşşan? Arabın Acem’e (Arap olmayana), Acemin Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva, ilim, irfan, hikmet, ibadet, hayır hasenat, nefsiyle ve din düşmanlarıyla cihad etmek, ahlâkî kemal iledir.

Filan yerde bir şeyh zuhur etmiş, ona intisab ediveren selâmet ve saadet bulurmuş… İslâm böyle mi diyor, tasavvuf bu mudur?

Birtakım şeytan herifler cahil halkı kışkırttılar, mü’minleri birbirine düşman ettirdiler.

“Biz İslâm’a hizmet ediyoruz. Herkes bizi desteklemeye mecburdur. Desteklemeyen kâfirdir, münafıktır…” Böyle kırıcı ifadeler, böyle tekelcilik Kur’ân’a, Sünnet’e, hikmete uyar mı?

Desteklese de, desteklemese de bütün mü’minler kardeş değil midir?

Söylenmesi gereken doğru söz şu olmalı değil miydi:

“- Biz hizmet için ortaya atıldık, yola çıktık. Destekleyen kardeşlerimize teşekkür ederiz; desteklemeyenler de yine kardeşimizdir.”

Ya birtakım cahil, ilimsiz, irfansız, hikmetsiz döküntülerin dine dâvetlerindeki uygunsuzluklara ne demeli? Bundan yirmi beş sene evvel uzun saçlı, çizmeli bir genç camiye gelmiş. Çizmesini ayakkabı rafının alt gözüne sığdıramamış, üstüne koymuş. Meğerse buraya ayakkabı konulmuyormuş. Yobazın, terbiyesizin, çirkin adamın biri uzun saçlı ve çizmeli genci neredeyse boğacakmış. “Bre terbiyesiz, bre izansız, ayakkabını niçin rafın üstüne koydun!..” diye öyle bir bağırmış, öyle bir yaygara ve şamata kopartmış ki, çocukcağız yerin dibine girmiş, herkesin arasında rezil ü rüsvay olmuş. Ve tevbe etmiş, bir daha camiye gelmemiş. Bu gencin vebali o kırıcı, kaba, hoşgörüsüz, iz’ansız, idraksiz, edebsiz adamın üzerine olsun! Bu gibi adamlardan bu dine ne fayda gelir?

Yıllarca önce bir gün Bursa’da Ulucami’deyim. Adamın biri ayakkabılarımı elimde tutuş şeklinden memnun kalmamış, beni herkesin içinde azarlamaya kalktı. Ne kabalık!

İslâm güleryüz, müjde, teselli, nezaket, edeb, kibarlık dinidir. Elbette birtakım kaba kimseler de mü’min ve müslim olacaklardır. Lâkin onların din adına konuşmaya, din temsilciliğine soyunmaya asla hakları yoktur.

Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti gazabından üstündür. İslâm öncelikle rahmet dinidir. Önce müjde verilecek, ondan sonra korkutulacaktır.

Birtakım varoş kafalı, gecekondu zihniyeti, kırsal kesim kültürlü kaba ve nâkıs adamlar yüksek tabakayı kaçırmışlar, nice gencin mânevî bakımdan kanına girmişlerdir.

İslâm edeb dinidir. Kur’ân edebtir, Sünnet edebtir, tasavvuf edebtir. Eskiden tekkelerde, konaklarda “Edeb ya Hû!” yazılı levhalar vardı. Edebi olmayan kimse dâvet ve tebliğ yapamaz. Biraz sarf nahv okumakla, bir iki ibare ezberlemekle kişi din öğretmeni, İslâm mübelliği olamaz.

Bir çöl Arabı Peygamber Efendimiz’i görmeye gelmiş. “Allah’ın Resûl’ü sen misin? Bana dini anlat…” demiş. Peygamberimiz tatlı dille anlatırken adam kalkmış, Mescid-i Saadet’in içinde bir köşeye giderek tebevvül etmeye (işemeye) başlamış. Ashab fena halde öfkelenmişler, o kişiyi dışarı atmak için davranmışlar. Efendimiz parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yapmış, adama dokundurtmamış. İşini bitiren o kişi tekrar gelmiş, Peygamber dini anlatmaya devam etmiş. Gittikten sonra da ashabına, “Şimdi gidip o kirlenen yeri temizleyiniz” demiş.

O adamı, cahilliğinden dolayı Mescidi kirlettiği için döğüp, itip kakıp dışarı atmış olsalardı adam belki de hidayet bulamayacaktı.

Maneviyat dünyasının güneşlerinden Mevlânâ Celaleddin Rûmî kaddesallahu sırrahüssami efendimize yolda bir kötü kadın yanaşmış ve pîr hazretleri kadına gayet iyi muamele etmiş, “Kızım…” demiş ve tevbe etmesine, iyi bir insan olmasına sebebiyet vermiştir.

Gözleri kin ve nefretle büyümüş, ağzından köpükler saçılıyor, eli ayağı hırstan titriyor… Böyle adamdan İslâm’a ve Ümmet’e ne yarar gelir?

Zamanımızın büyük çirkinliklerinden biri de para çirkinliğidir. Dini imanı para ve maddî menfaat olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan çirkin adamlar din hizmeti yapıyoruz diye bir sürü hezimete sebebiyet vermişlerdir.

Çirkin İslâmcılardan illallah… Ah güzellik, ah güzellik! 20 Temmuz 2000