Çobanlar ve Sürüler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Çocukluğum bağlar, bahçeler, ehlî hayvanlar, kırlar içinde geçti. Civciv çıkartan bir tavuğun yavrularına ne kadar düşkün olduğunu görmüşümdür. Anne tavuk yemez içmez, ne bulursa yavrularına yedirirdi. Onları korumak için gerektiğinde kocaman bir köpeğe bile saldırır, tüylerini kabartır onu gagalar ve kaçırırdı. Kediler, köpekler de yavrularına çok düşkündür. Fedakârlıkta, feragatte, bekçilikte insanlara örnek olacak davranışları vardır.
İnsanlıktan ayrılmayan hakikî ve haysiyetli anneler de böyledir. Yavrularıyla ilgilenmeyen, onları terkeden anne hayvan bile değildir. O, hayvandan da aşağıdır.
Müslüman toplulukların çobanı durumunda olan âlimler, şeyhler, reisler ve önderler, peşlerine takılan, kendilerine emânet edilmiş bulunan cemaati maddî ve mânevî tehlikelere karşı koruyup gözetmekle mükelleftir. Bu gibi zevat, yiyen değil yediren, alan değil veren, devşiren değil üleştiren olmalıdır.
Dünya tarihinde gelip geçmiş en iyi, en güzel, en dirâyetli, en ehliyetli, en örnek çoban Resûlullah efendimiz olmuştur. Sonra diğer Peygamberler, Ashab-ı Kiram, diğer ashablar ve havariler, veliler ve sâlihler…
Bugün İslâm dünyasında öyle çobanlar görülüyor ki, onlar çobandan çok kurtlara yakışan işleri yapıyor. Öyle çobanlar var ki, koruyup gözetmekle mükellef olduğu sürüye büyük zararlar veriyor.
Bu ülkede milyonlarca insan sıkıntı içinde yaşıyor. Fakirler, işsizler, hastalar, güçsüzler, çaresizler var. Çobanların bir kısmı ise imparatorlar, krallar, racalar, mihraceler gibi yaşıyor. İslam dini lükse, israfa, gösterişe ve kibre dönük tüketimi, hedonist bir hayat tarzını yasak ediyor. Kendilerini örnek Müslüman gösteren bazı rüesa ise bütün bunları fütursuzca yapıyor. Şeriat dilinde bu adamlara
denilir, yâni günahları açıkça, çekinmeden, fütursuzca, utanmadan, küstahça işleyen günahkâr demektir.
Vefat ettiklerinde zırhı, Medineli bir Yahudide birkaç ölçek buğday
mukabilinde rehin bulunan Yüce Peygamber’in yolundan gittiklerini, bu devirde onun vekili olduklarını iddia eden adamların bu kadar lüks, israf, tüketim, konfor içinde yaşamaları doğru mudur? İşte mübarek Ramazan geliyor. Onların bir kısmı, bu ülkenin on milyonlarca fakiri, ezileni, sıkıntı çekeni, sürüneni ile alay edercesine lüks günah evlerinde şaşaalı, ihtişamlı, gösterişli iftar-show’lar tertipleyeceklerdir. Din baronları birbirleriyle, “Hangisinin iftarı daha şatafatlı oldu?” dedirtecek şekilde bu konuda rekabet ve müsabaka yapacaklardır.
Şu ondört asırlık İslâm tarihinde, Resûlullah’ın yolundan giden evliyaullah, süleha ve ebrar az yemişler, az uyumuşlar, az konuşmuşlar, insanlarla az ihtilât etmişler; fânî dünya nimetlerine tâlip olmamışlar ebedî kalınacak âhiret yurduna yönelik bulunmuşlardır. Zamanımızda Müslümanları selâmete çıkartacaklarını iddia eden bazı baronlar ise dünyaya, onun zenginliklerine, konforuna, aldatıcı oyuncaklarına ne kadar hırsla istekli bulunuyor. Fesubhanallah, böyle çobanlardan sürüye ne hayır gelir?
Zavallı Müslüman cemaatler, gruplar, sürüler başlarındaki baronları zengin etmek, doyurmak, saltanatlarını sürdürmek için var güçleriyle çalışıp veriyorlar. Trilyonlar, katrilyonlar, milyarlarca dolarlar, nefsâniyetler, enâniyetler, heva ve hevesler, şahsî ihtiraslar, dünya şehevatı, hesapsız kitapsız işler için israf ediliyor, ziyan oluyor.
Bazı çobanlar eski sultanlar gibi saraylarda oturuyor, en lüks ve ihtişamlı mefruşat (döşeme) içinde saltanat sürüyor. Sofralarında bir kuş sütü eksik. Gardropları en pahalısından giyim eşyası ile dolu. Mallar mülkler, şişkin cüzdanlar, dopdolu kasalar, içte ve dışta kabarık banka hesapları. Bunlar mı, son Peygamber’in yolundan gidiyorlar?
Son Padişah-Halife 1926’da İtalya’nın San Remo şehrinde sürgünde vefat etti. Esnafa, bakkala, kasaba borcu olduğu için cenazesine haciz konuldu… Ondan sonraki Halife, 1944’te, Almanlar Paris’i tahliye ederken garip bir şekilde can verdi. Cenazesi uzun yıllar Paris camiinin bir odasında, tahnit edilmiş şekilde mâdenî bir tabutta bekletildi. Yakınları, Türkiye’ye gömülmesi için Ankara’ya defalarca müracaat ettiler. Müsbet cevap alamadılar. Nihayet 50’li yıllarda Suudîlerin izni ile Medine’de, civar-ı Resûlullah’ta Baki kabristanına defnettiler. Allah rahmet eylesin, son iki halife böyle fakirane can verdi.
İslâm dini bağlılarına kanaati, tasarrufu, ölçülü yaşayışı emrediyor. Peygamber ashabı böyle yaşamıştır. Ümmet-i Muhammed’in önderleri, çobanları, reisleri de dinin kurallarına uymakla mükelleftir. Bugünkü din baronlarının hiçbiri kendisini eski sultanlarla kıyas etmesin. O sultanlar devlet sahibiydi, ülkeleri, halkları, orduları vardı. Belli kalıpların, belli geleneklerin, nizamların mahkumu idiler. Onların içinde bile nicesi, o zahirî şatafatın ardında zühd ve takva ile yaşamıştır. Padişahlar caddelerden, meydanlardan geçerken, ücretli tutulmuş münâdiler (bağıran kimseler) “Padişahım mağrur olma, senden büyük Allah var!” diye yüksek sesle nida ederlerdi.
Gurur, kibr, benlik, gösteriş, lüks, israf, aşırı tüketim, kendine tapınmak… bütün bunlar şeytan amelidir. Müslümanlara böyle şeylerden dolayı asla bir hayır gelmez, aksine bir sürü belâ, şer, felâket gelir.
İslâmî hizmet ve faaliyetleri bir hobi gibi yapan; din işlerinde futbol klübü hooliganlığı gibi fanatizm sergileyen ahmak bağlılar ve cemaatler uyarıcı tenkitleri, faydalı ihtarları dinlemezler. Gözlerini birçok gerçeklere yummuşlardır.
Ah bu çobanlar, ah bu sürüler…
Marketten beyaz peynir aldım. Bir Türk firması tarafından Danimarka’da üretilmiş. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye gibi geniş bir arazisi olan, tarım ve hayvancılık ürünlerini dışarıya satması gereken bir ülke, Danimarka’da yapılan peynirleri ithal edip yiyor.
Birtakım güçler Türkiye’yi batırmak için ellerinden geleni yapıyor. Gezdiğim köylerde
Lakin otuz hanelik küçücük mahallede bile
İstanbul civarındaki köylerde ziraat, hayvancılık, arıcılık son derece gerilemiştir.
Bahçede, inşaatta bir işiniz olsa yerli ahaliden yevmiye ile çalışacak işçi de bulamazsınız. Orman civarındaki köylülerin derdi büyük.
Bir yerde gizli bir define olduğunu söyleyin, binlerce insan onu bulup havadan para kazanmak için seferber olur.
Zavallı Türkiye. Seni bu hale
25 Kasım 1998 Çarşamba