Çocuklarımızı ve Gençleri İyi Yetiştirmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazar
150 milyon liraya dijital fotoğraf makineleri satılıyor. Filmle resim çeken klasik makinelerin ucuzları ise 10-20 milyon liraya. Akıllı, terbiyeli, efendi, yetişmek isteyen okul çocuklarımıza ve üniversiteli gençlerimize birer fotoğraf makinesi temin edilse; şehirlerin tarih ve kültürle ilgili yapılarını ve yerlerini fotoğraflasalar, albümler meydana getirseler, her resmin yanına kısa ve özlü bilgiler bulup yazsalar, ne kadar zevkli, faydalı bir meşguliyet olur.
İstanbul’un sur içi bölgesi, tarih ve kültür bakımından engin bir hazinedir. Gerçi son elli yılda bu bölge çok tahribata uğradı ama büsbütün yok edilemedi. On gençten meydana gelen bir kafilenin başına bir rehber bulunur, güzel bir günde gezmeye başlarlar. Mesela Ayvansaray’dan, yahut Yedikule’den işe başlanabilir. Camiler, çeşmeler, eski zaman evleri…
Çocuklarımızı ve gençlerimizi meraklı, dikkatli ve hafızası güçlü olarak yetiştirmeliyiz. Merak, dikkat ve hafıza eğitimle, çalışmayla güçlenebilen üç yetenektir.
Genç nesillerin büyük kısmı pek havaî yetişiyor.
Ne kadar yanlış bir düşünce, ne kadar kısır bir zihniyettir bu! Bilgili, kültürlü, gerçekten okur-yazar olabilmek için kişinin edebiyat bilmesi, tarih bilmesi, mimarlıktan anlaması güzel sanatlar sahasında kültürü ve birikimi olması gerekir. Felsefe de bilmelidir. Yeteri kadar mantık okumamış bir kimse, doğru dürüst düşünebilir, doğruyu yanlıştan ayırt edebilir mi? Bizim eğitim sistemimiz çocuklarımıza psikoloji, mantık, ahlak, metafizik, estetik okutmuyor. Bir kısım dindarlar da, felsefe kültürünü küfür gibi görüyor, islâm ilkelerine ve inançlarına ters düşmemek şartıyla, felsefe öğrenmekte hiçbir beis ve sakınca yoktur. Aksine Müslümanı güçlü kılar.
Kimse darılmasın ama, genelde, üniversitelerimiz dökülüyor. Delikanlı tarih bölümü üçüncü sınıfında okuyor, kendisine
diyorsunuz, afallıyor, şaşıp kalıyor. Bırakın tarih bölümünün üçüncü sınıf öğrencisini, parlak bir lise talebesi bile bunları bilmelidir.
bilmek için tarihçi olmak gerekmez ki.
Geçenlerde Çemberlitaş’tan geçerken, Kubbealtı vakfının kurslarıyla ilgili bir ilan gördüm,
de vardı. Çok sevindim. Okur-yazarlarımız içinde yeterli sayıda aruz bilen kimse bulunmamaktadır. Aruz bilen, şiir yazmasa bile Türkçe nesri daha güzel, daha ahenkli, daha edebî bir üslupla yazar, ve konuşur.
Tanıdıklarımdan bir genç kimya okudu, mezun olduktan sonra Milli Eğitim’de öğretmenlik yapamadı. Şu anda uzmanlığıyla hiç ilgisi olmayan yorucu bir işi var. Bu genç üniversitede okurken geleneksel millî sanatlarımızdan birini öğrenmiş olsaydı, o sanat sahasında eser ve ürün vererek, hem geçimini temin edecek, hem de zevkli, manalı bir çalışması olacaktı.
Ufuklarımız niçin bu kadar dar? Niçin okullardaki ve üniversitelerdeki gençlerimize hakkıyla rehberlik hizmeti verilemiyor? İlimler, fenler, sanatlar, kültür… Bütün bunlar rehberlikle, adayların ellerinden tutularak öğretilir, yayılır.
Diyelim ki, çatısı altında yüz öğrenci barınan bir talebe yurdumuz veya pansiyonumuz var. Bunların yüzüne birden sanat öğretmek mümkün olmaz. Lakin hiç olmazsa otuzuna sanat öğretilmelidir. Esas meslek ve uzmanlık itibarıyla doktor, hukukçu, mühendis, veteriner, işletmeci, bilgisayarcı olsun; onun yanında sayıları iki yüze yaklaşan geleneksel sanat veya zenaatlerimizden birini de öğrensin. Boş zamanlarında onunla uğraşsın.
Yakın tarihimizin ünlü doktorlarından Profesör Bediî Gorbon çok başarılı bir cerrahtı. Evinin bir köşesinde küçücük bir tezgâhı vardı, nefis ve değerli tesbihler yapardı. Hakkında nice sanat ve antika dergisinde yazılar çıkmış, kendisiyle röportajlar yapılmıştır.
Bazı anne babalara, kızmıyorum desem yalan söylemiş olurum.
Temenniler hep böyle. Niçin biraz da
demiyorlar.
Bugünkü eğitim sistemi ve üniversitelerle ülkemizin çocuklarını ve gençlerini vasıflı, kültürlü, ahlaklı, yüksek karakterli, sanatlı olarak yetiştirmek mümkün değildir. Mutlaka alternatif-paralel bir eğitime ihtiyaçları vardır. Sistem böyle bir eğitim vermez, bunu devletin dışındaki sivil güçler yapmalıdır.
Zaman zaman medyadan, bazı liseli çocuklarımızın matematik, fizik, kimya, mekanik sahasında başarılar kazandıklarını, icatlar yaptıklarını öğreniriz. Matematikle, fizikle, kimyayla, mekanikle kültür olmaz. Kültür lisan, edebiyat, tarih, güzel sanatlar sahasında olur.
Bir grup liseli gencimiz, İtalya’da uluslararası bir yarışmada matematik ve fizik sahasında birinci olmuşlar… Peki bu gençlerimiz anadillerinin en büyük şairi olan Fuzulî’nin divanını, manasını anlayarak, zevk ve haz alarak okuyabiliyorlar mı? Matematikte birinciymiş ama eline 1910’da basılmış bir Fuzulî divanı verin, aval aval bakacaktır. Dünyanın hangi ülkesinde parlak, zeki, çalışkan, başarılı bir lise öğrencisi, o ülkenin büyük bir şairinin ve edibînin 1910’da basılmış kitabını okuyamaz. Bu korkunç garabet, bu dehşetli cahillik Türkiye’ye mahsustur.
Filan taşra şehrinde üç liseli genç, güneş enerjisiyle çalışan devridaim makinesi icat etmişler… Geçenlerde bir gazetede buna benzer bir haber vardı. Bir kere fiziğin temel kanun ve kurallarına göre, devridaim makinesi olmaz. Enerji bir halden bir hale geçerken mutlaka kayıp verir, ikincisi bunlar fantezi şeylerdir, kabiliyetli, istidatlı, çalışkan gençlerimizin kültürün temelleri olan lisan, edebiyat, tarih, güzel sanatlar, sosyal düşünce sahasında ödül kazanmaları gerekir.
Eski liselerde otuz beş-kırk kişilik bir sınıfın, en az beş öğrencisi çalışkan, ciddî, kabiliyetli, meraklı, kültüre yönelik olurdu. Şimdi böyle mi bilmiyorum. Sokaklarda lise mekteplerinden çıkmış gençleri görüyorum, durumları hiç içaçıcı değil. Okulun kapısından çıkan, gömleğinin eteklerini pantolonunun üzerine çıkartıyor, kravatını gevşetiyor, ceketi omzuna alıyor, bir sigara tüttürüyor, yanındaki arkadaşlarıyla boş, manasız konuşmalar yaparak, ha ho hi diye kaba kaba gülüşerek, gayr-i ciddî şekilde yürüyor.
İslâmî kesim, çocuklara ve gençlere rehberlik hizmetleri vermek hususunda tıkanıklık ve kısırlık içindedir. Bir kısım gençlerimizin çok zeki, çok efendi, çok vasıflı, çok istidatlı olduklarında şüphe yoktur. Benim tabirimle bunların keresteleri, tahtaları kıymetlidir. Ancak kerestenin, tahtanın kıymetli olmasıyla iş bitmiyor, onların kesilip, biçilip yontularak vasıflı birer insan haline getirilmesi gerekiyor.
Bazı cemaatlerin gülünç bir edebiyatı ve kuruntusu var;
Efendiler boş lafları bırakın da, bu pırlantaları sanatlı bir şekilde yontup, mücevher haline, altınlardan da yine sanat eserleri meydana getirmeye bakın. Yontulmamış pırlantanın maddî kıymeti olsa bile, mücevher olarak kullanılamaz. Külçe altın da, depoda muhafaza edilir.
Gençleri yetiştirmek için yurt binası, yatakhane, yemekhane, mütalaa salonu, kalorifer, çamaşırhane, banyo dairesi yeterli olmaz. Bunlar yeme, içme, ısıtma, barındırma hizmetleridir. Amaç değil, araçtırlar. Siz himayenize aldığınız gençlere ilim, irfan, sanat, kültür, ahlak, karakter, fazilet olarak ne veriyorsunuz? 22 Mart 2004