Cumartesi

 

Çocuklarımızın geleceklerinin parlak, saadetli, iyi olmasını istiyorsak onları mutlaka dindar ve ahlâklı olarak yetiştirmeliyiz. Parlak ve mutlu gelecek ne demektir? Bu dünya hayatı gelip geçicidir. İnsan, bu dünyayı terk ettikten sonra, ebedî kalacağı âhiret âlemine girecektir. İşte asıl gelecek orasıdır. Bazı analar babalar, evlâtlarını çok para kazandıran, insanı zenginlik ve refah içinde yaşatan mesleklere yönlendirmek istiyor. Onların âhiretteki ebedî saadetlerini fazla düşünmüyor. Bu, çok yanlış bir zihniyettir.

İmanı yoksa, salâhı yoksa, ahlâk ve fazileti yoksa, yahut onda bunlar yeterli değilse dünya zenginliği, gözde bir meslek, şan şeref, debdebe ve tantana ne işe yarar?

Dünyası mâmur olmuş, âhireti ise harap ve berbat… Ne anladım ben bu hayattan?

İnsanın bu dünyada geçimini sağlamak için bir meslek ve iş sahibi oması, para kazanması elbette gereklidir ama asıl önemli ve hayatî mesele bu değildir.

Akıllı, şuurlu, uyanık, irfanlı, vicdanlı ana babalar öncelikle oğul ve kızlarının âhiretini, ebedî saadetini düşünürler; bu konuda hazırlık ve yatırım yaparlar.

Peygamberimiz

“Dünya için orada ne kadar kalacaksan o kadar, âhiret için de orada ne kadar kalacaksan o kadar çalış”

buyurmuşlardır. Âhirette ebedî kalacağımıza göre… Çocuklarını imanlı, dindar, ahlâklı hayırsever olarak yetiştiren Müslümanların öldükten sonra amel defterleri kapanmaz, çocukları hayır yaptıkça ebeveynlerine sevap yazılır. İşte buna sadaka-i câriye denir. Ne büyük saadet. Sen ölüyorsun, berzah âlemine göçüyorsun fakat amel defterin kapanmıyor, melekler sana sevap yazıyor. Bunun tersi de var. Dinsiz, imansız, densiz, donsuz, ahlâksız, faziletsiz, dini imanı para olan, para ve dünya için her haltı yiyen bir evlat yüzünden ana ve babasının defterine günah ve şer yazılır. Maazallah ne kötü şeydir bu!..

Hayır ve iyilik yapmak için zengin olmak gerekmez

Hayır hasenat yapmak için mutlaka zengin olmak gerekmez. Az para ve mal ile de hayırlı işler yapılabilir, Allah yolunda sadaka verilebilir. Muhterem okuyucularımıza bazı örnekler veriyoruz: Kışın aç kalan kuşlar için pencere veya balkon kenarına bir avuç bulgur, bir mikkar ekmek kırıntısı koyabilirsiniz. Kuşlar gelip onları yer ve Kirâmen Kâtibîn melekleri defterinize hayır yazar… Müslümanın, din kardeşine güler yüz göstermesi, tebessüm etmesi de bir hayır ve sadakadır…

Üzüntülü ve sıkıntılı birini teselli etmek, ferahlandırmak çok hayırlı bir ameldir… Hasta ziyareti de böyledir…

Kandillerde helva pişirip kapı komşularına ikram etmek… Fiyatı çok ucuz olan dinî ve ahlâkî broşürler, kitapçıklar alıp bunları tanıdıklarına hediye etmek… Hattâ susuz kalmış bir bitkiyi sulamak… Kuru ve küflü ekmekleri çöpe atmayıp, martılar ve balıklar yesin diye denize atmak… Siyasetçileri ve idarecileri uyarmak ve olumlu bir şekilde tenkit etmek maksadıyla mektuplar, dilekçeler, e-mailler göndermek (suç teşkil eden sözler ve ifâdeler bulunmamalı, edep ve terbiye dairesinde yazılmalıdır.) Peygamber Efendimiz “Yarım hurma ile olsun kendinizi ateşten koruyunuz…” buyurmuşlardır. Müslüman o kimsedir ki, karnını doyurmak için tek hurması olsa, onun tamamını yemez, yarısını başka aç bir kardeşine yedirir. İmkânı olan kardeşlerimizin evlerinde bir “Sadaka Kutusu” bulunmalı, zaman zaman (sık aralıklarla) buraya para koymalı ve ilk fırsatta bu parayı gerçek bir fakire Allah rızası için vermelidir. Peygamberimiz sadakanın belâları def edeceğini bildirmiştir. O bir şey söylediyse o söz, o haber mutlaka doğrudur. Gafil olmayalım.

Televizyon faydalı mı zararlı mıdır?

Televizyon çağımızda bir iletişim ve medya aracı olmaktan öteye gitmiş, dünyayı ve insanlığı pençesine alan bir canavar haline gelmiştir. Bu cihazı değerlendirmek hususunda elbetteki, bir Müslümanın bakış tarzı ile bir dinsizin veya ateistin bakışı bir değildir. Müslüman olaylara, eşyaya, kurumlara, sosyal ve kültürel hâdiselere din ölçüleri, din kıstasları, dinî gözlükle bakan kimsedir.

Bugünkü uygulamasıyla televizyon imana, dine ahlâka, insanlığın mutluluğuna, gerçeğe hizmet eden bir yapıya sahip midir, yoksa tahrip edici, bozucu bir faaliyet mi yapmaktadır?

Cihazı açıyorsunuz ve zaplamaya başlıyorsunuz. Bir kanalda açık oturum var, bir takım kakavanlar dine ve mukaddesata saldırıyor, irtica tehlikesi var diye bağırıyor. Onu geçiyorsunuz, ikinci kanalda film oynatılıyor… İçki sofraları, kumar, zina, fuhuş, çıplak kadınlar, şehvet, rezalet… Zap!.. Üçüncüsüne geçiyorsunuz. İncir çekirdeğini doldurmayan zevzeklikler, gevezelikler, boş laflar. Din bunlara mâlâyâni konuşmalar diyor. Günah ve haram… Haberleri seyr ediyorsunuz… Hep moral bozucu, üzücü, fitne ve fesada yol açıcı havadis.

Habbeler kubbe, pireler deve yapılıyor.

Araya bir sürü yalan dolan, çarpıtma karıştırılıyor. Evet soruyoruz:

Şu televizyon programları içinde Yüce İslâm dininin ölçülerine, kıstaslarına, değerlerine uyan temiz, ahlâkî, düzgün konular yüzde kaçtır?

İslâmi bilgelik ne diyor:

“Def-i mazarrat celb-i menâfiden evladır…”

Yâni zararlı ve fesatlı şeylerin uzaklaştırılması, faydalı şeyleri elde etmekten önce gelir…

Televizyonsuz bir hayata ne dersiniz? Alışmışsınız, mübtelası olmuşsunuz, terki çok mu zor olur? Unutmayın, âhiretteki hesabı daha zor olacaktır…

Özel Kitaplık Kuralım

Her Müslümanın evinde özel bir kitaplığı olmalıdır. Her Müslüman, her ay kitap satın alıp özel kitaplığına koymalıdır. Her Müslüman günde en az bir saat kitap okumalıdır. (Sadece gazete ve dergi değil, kitap…) Okunacak kitaplarda şu üç temel sıfat bulunmalıdır:

(1) Faydalı olması… (2) İçinde değerli bilgiler bulunması… (3) Kalıcı olması…

Müslüman faydasız, kıymetsiz, gelip geçici, fasa fiso kıraatlerle (okumalarla) vakit ziyan etmemelidir. Sevgili Peygamberimiz “Ya Rabbi!.. Faydasız ilimden Sana sığınırım” buyurmuşlardır.

Okunacak kitaplar Kur’ân’a, Sünnete, İcmâ-i ümmete uygun olmalıdır. Kitaplar İslâmî açıdan ikiye ayrılır:

(1) Rahmanî kitaplar… (2) Şeytanî kitaplar.

Yanılıp şaşırıp şeytanî kitaplar almayınız, aldanmayınız. Birtakım kitapların isimleri, kapakları, baskıları çekici ve göz boyayıcıdır ama içlerinde zararlı, bozuk bilgiler, fikirler, görüşler olabilir. “Zehri teneke kupa içinde sunmazlar…” Dikkatli olalım, uyanık olalım. 17 Aralık 2006