Çöküş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazar
Dostlarımdan biri Denizli’den telefon etti, orada sanayi ve iş hayatında büyük çöküntü başlamış. Çin’den gelen ucuz mallarla rekabet edemeyen tekstil fabrika ve atölyeleri çok zor durumdaymış. Birkaç ay içinde dört bin kişinin işine son verilmiş, oyuncak üreten birkaç işyeri kapanmış. Şehre gelen milletvekillerinden yardım istenmiş, onların tavsiyesi “İşinizi değiştirin”
olmuş. Doğrusu pek ucuz bir edebiyat yapmışlar…
Konunun uzmanı değilim; duyduğuma göre Çin’de üretimi teşvik için, fabrika kuracaklara bedava arsa veriliyormuş; 10 yıl vergi muafiyeti tanınıyormuş, bazen bedava, bazen gayet ucuza enerji sağlanıyormuş. Bizde de, batma ve kapanma tehlikesiyle karşı karşıya gelen işyerlerine vergi, işçi sigortaları ve başka konularda kolaylıklar sağlanması gerekmez mi? “Rekabet edemiyorsanız işinizi değiştirin…” İş değiştirmek o kadar kolay mıdır? Diyelim ki, bir tekstil fabrikası veya atölyesi… makinelere, tesisata büyük yatırım yapmış. Değiştirin demekle iş biter mi sanıyorlar?
Türkiye maalesef IMF tuzağına düşmüştür, biz Güney Koreliler gibi değiliz. Onlar birkaç yıl önceki kriz yüzünden IMF’nin pençesine düşmüşler, milyarlarca dolar borçlanmışlardı. Devlet, halk, hükümet el ele verdiler, vatanseverce hareket ettiler, IMF’den aldıkları muazzam miktardaki borcu vadesinden önce ödediler ve tuzaktan kurtulmasını bildiler. Biz bugünkü ahlâkımızla ve aklımızla böyle yapamayız.
Çin’le rekabet edemiyoruz, fabrikalar ve işyerleri kapanmak zorunda kalacak; geliniz işçi ücretlerini yüzde on miktarında indirelim denilse, sendikalar kızılca kıyamet kopartır ve kabul etmezler. Çin henüz büyük saldırısını yapmamıştır. 2005, 2006, 2007 yıllarında Türk sanayisinin üzerinden silindir gibi geçeceğinden korkulur. O takdirde, milyonlarca vatandaşımız işsiz kalacak, sanayimiz çökecektir. Çinliler her marka otomobilin yedek parçalarını, bazen dörtte bire kadar varan ucuz fiyatlarla piyasaya sürüyorlar.
Kazak yapmışlar, binlerce kilometre öteden buraya göndermişler, gümrük ödemişler ve pazarda tanesi 1 milyon liraya satılıyor. Akla, hayale gelen binlerce çeşit Çin malı, inanılmaz derecede ucuza satılıyor.
Bağ evinde kullanmak üzere bir jeneratör sordurttum, Çin’den gelenin fiyatı 250 milyon liraydı, diğerlerinin üçte bir fiyatı… Çin mallarının hepsi sağlam ve kaliteli değil. Bir kısmı çabucak bozulan kalitesiz imalat, lakin hepsi ucuz. Çin mallarına karşı bundan yıllarca önceden ciddî tedbirler alınması gerekirdi.
Akılsız toplumların fakirliği ayrı dert, zenginliği ayrı belâdır.
Diyelim ki, iktisadî kriz atlatıldı, zenginlik yaygın hale geldi. İnsanlarımızın büyük kısmı kazançlarıyla, zenginlikleriyle ne yapacaklar?
-Lüks meskenler edinecekler.
-Lüks yazlıklara sahip olacaklar.
-Bu mesken ve yazlıkları pahalı, lüks ve gösterişli eşya ile dolduracaklar. O kadar akılsızca yaşayacaklar ki, milyarlarca liralık mobilya, pahalı eşya, ıvır zıvır ile doldurdukları salonlarında, keyiflerince, sere serpe oturamayacaklar.
-Lüks, gösterişli, pahalı otomobiller alacaklar.
-Lüks, pahalı, “markalı” giyim kuşam eşyası alacaklar. Birtakım züppe, zonta, maganda, türedi herifler rengarenk, pahalı kravatlarının rüzgarla ters dönmesine itina gösterecekler.
-Lüks restaurantlara gidecekler, pahalı lüks yemekler yiyecekler.
-Bir kısmı seks konusunda azıtacak, kuduracak. Moldavya’dan, şuradan, buradan karılarla anlaşıp onlara ev tutacaklar, her ay milyarlar harcayacaklar.
-Ciğeri beş para etmez birtakım adamlar, kendilerine itibar ve prestij sağlamak için, büyük hava paraları vererek birtakım kulüplere üye olacaklar, iş dönüşü veya akşam yemeğinden sonra, oralara gidip “fiski” içecekler.
Ruh asaletine sahip, ahlâklı, karakterli, biyojenetik yapısı sağlam, iyi terbiye almış, kültürlü, vatansever, vicdanlı zenginler böyle mi yapar?
Onlar:
-Kazandıkları zaman azmazlar, kudurmazlar, çıldırmazlar.
-Kültür, sanat, edebiyat konusunda harcama yaparlar.
-Kütüphaneler, müzeler, imarethaneler, aşevleri, eğitim müesseseleri kurarlar.
-Hayırlı, faaliyetleri desteklerler.
-Kazançlarının bir kısmını fakir ve muhtaçlarla paylaşırlar.
-Devletlerinin, ülkelerinin, halklarının menfaatlerini göz önünde bulundururlar, onların haysiyetlerine asla gölge düşürmezler, leke sürmezler.
Batı medeniyetinde, kapitalizmin gelişmesinde Burjuva ahlâkının, Püriten Protestanlığın büyük rolü, tesiri, ağırlığı olmuştur.
Türkiye’miz maalesef, Akdeniz-Latin-Bizans kültür ve zihniyetinin bataklığı içinde çırpınmaktadır.
Japonya elli yıldan az bir müddet zarfında, Batı medeniyetinin bütün fenlerini, ilimlerini, aletlerini, silahlarını öğrendi, edindi ve 1905’te dev Rusya’yı yere serdi. 1945’te iki atom bombası yedi, kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı. Yine kısa zamanda kalkındı ve dünyaya parmak ısırtan başarılar sergiledi.
Bizim Japonlardan eksik neyimiz var?
Kafa yapımız, zihniyetimiz, eğitim sistemimiz, resmî ideolojimiz onlar gibi başarılı olmamızı engelliyor.
Japonya’da tarihî devamlılık vardır. Bizde ise tarihî kopukluk, ârıza… Japonlar millî kimliklerini, kültürlerini, kişiliklerini muhafaza etmişlerdir, bizde ise, tarihimize, mazimize, atalarımıza sövüp sayma marifet sayıldı.
Japonlar binlerce çetrefil şekilden meydana gelen, çok zor, çok karışık millî yazılarını muhafaza ettiler. Biz ise, Latin yazısıyla medeniyet şahikalarına fırlayacağımızı zannettik.
Japonlar sermayelerini lüks, geniş, şatafatlı meskenlere yatırmadılar. Otuzbeş-kırk metrekarelik mobilyasız evlerde yaşadılar, yer sofralarında yemek yediler, yer yataklarında uyudular.
Japonya’da dünya çapında dörtyüz üniversite var, onlar ülkelerine bir sürü Nobel kazandırdılar. Büyük ilim ve fikir adamları yetiştirdiler. Biz ise, YÖK güdümündeki üniversitelerimizi, resmî ideolojiye uygun robotlar yetiştiren fidelikler haline getirdik. 29 Mart 2004