Salı günkü yazı çıkmamıştır..

 

İstanbul’a yakın, Kocaeli yarımadasının ormanlık bir yerindeki asfalt köy yollarından geçiyoruz. Her taraf yemyeşil, toprak ekime, üretmeye müsait; iklim de iyi. Köylerden geçiyoruz. Yollar bomboş. O civarda üretilen tarım, hayvancılık, el sanatları ve sair malları ve eşyayı taşıyan bir tek kamyonet ve vasıta görülmüyor. Neden? Çünkü hemen hemen hiçbir şey üretilmiyor. Köyler bakkal dükkanı ve kahvehane dolu. Bütün dükkanlarda Coca Cola bulabilirsiniz. Lakin, o köyde yapılmış yoğurttan bir bardak ayran içemezsiniz. Bakkal dükkanlarında zarurî olmayan, fantezi tüketim eşyası bulunuyor. Çikolata, boyalı-gazozlu içecekler, ciklet, ıvır zıvır.

Tarlaların büyük bir kısmı artık ekilmiyor. Bazı yerlerde şehirliler arazi satın alıp üzerlerine villalar dikmişler. Tarla satanlar, elde ettikleri parayla çiftlerini çubuklarını, işlerini ilerletmek için yatırım yapmıyor. Bu paralarla ya beton hâneler ve apartımanlar yaptırıyor, yahut da otomobil, elektrikli ve elektronik eşya alıyorlar.

Eskiden bu bölgede, memleketin birçok yerinde olduğu gibi el tezgahları varmış, geleneksel usûlle bez dokunurmuş. Şimdi o tezgahların yerlerinde yeller esiyor.

Arıcılık, çiçekçilik, fidancılık, meyvecilik, el sanatı çalışmaları ya hiç yok, yahut da çok az ve yetersiz.

Gözlerim, topraktan saksı, testi, süs ve ev eşyası üreten bir atölye arıyor. Yok. Halbuki, İstanbul’daki bazı büyük müesseseler İtalya’dan, başka ülkelerden zenginlerin bahçelerini ve iş yerlerini süsleyecek toprak saksılar getirtiyorlar. Kimisi sırlı ve boyalı, kimisi çıplak toprak. Bizde, bu bölgede birkaç çalışkan vatandaş topraktan böyle eşya üretemez mi? İtalya yapıyor da, biz niçin yapmıyoruz?

Artık el tezgahlarında sıradan bezler, kumaşlar elbette dokunamaz. Fakat, bilgili, sanatlı, kültürlü aydınların yardımıyla böyle tezgahlarda çok kıymetli, çok aranılan, çok değerli keten, yünlü, ipek ve pamuklu lüks kumaşlar dokunabilir ve bunlar gerek yurt içinde ve gerekse dış dünyada iyi fiyatlara satılabilir.

Bazı köylere meyhaneler açılmış, bir köyde pavyon-bar tipi bir yer bile gördüm.

Orman köylerinde her aileye bir miktar ağaç kesme hakkı tanınmış, odunları satıp para kazanıyorlar. Hem ormanlar ziyan oluyor, hem de köylüler tembelliğe alışıyor. Bereket versin ki, İstanbul’da doğal gazın yaygın şekilde kullanılması odun satışlarını düşürmüş.

Türkiye yıllardan beri o kadar kötü idare ediliyor ki, benim gördüğüm kadarıyla köyler çökmüş vaziyette. Zaten fazla yazıp çizmeye hâcet yok. Artık ülke kendine yetecek buğdayı ve eti üretemiyor.

Züppelik, hedonizm, sorumsuzluk, vicdansızlık, vatan hâinliği almış yürümüş. Amerika’dan gemiler dolusu muz ithal ediliyor. Zengin bölgelerin marketlerinde Şili’den getirtilmiş elma satılıyor. Hayvancılığımızı öldürdüler, şimdi dışarıdan binlerce ton domuz eti ithal edilip, bunları halka yediriyorlar.

İpekböcekçiliğimiz ölmüş veya öldürülmüştür. Çin’den, Brezilya’dan, başka ülkelerden ipek ithal ediyoruz.

Vatan hainliği sadece gizli askerî haritaları düşmanlara, yabancılara satmakla olmaz. Böyle idare, böyle sistem de bir vatan hainliğidir.

Gazeteler, televizyon, resmî ideoloji eğitimi halkı bozmak, halkı uyuşturmak, halkı iş yapmaz hale getirmek için seferber olmuşlar. Onların bütün korkusu millî kimliğe bağlı, ahlâklı, dindar insanların Türkiye’ye hakim olmasıdır.

İslâmcı kesimin de köyler, kırsal kesim, iktisadî hayat konusunda çok ihmali var.

Türkiye çok imkanlı, çok büyük, çok müsait bir ülke. Bizde çaydan muza kadar nice şey yetişiyor. Üç tarafımız deniz, içeride de bir hayli nehrimiz, gölümüz mevcut. Biz Japonlar, Güney Koreliler, Taiwanlılar, Singapurlular, Hollandalılar, İsviçreliler gibi akıllıca çalışsak, Türkiye’miz ne mâmur, ne zengin, ne ileri bir ülke olur. Lakin yapamıyoruz. Bozan, çürüten, hastalandıran şer güçleri bizi içimizden yıkıyor. İyilik güçleri onlarla başa çıkamıyor. Çünkü iyilik cephesinde bir sürü moloz herif var. İşleri güçleri iyileri aldatmak, onların paralarını toplamak, onları yalanlarla oyalamak, onları uyutmak ve afyonlamaktır.

Yeni nesillerin ahlâkını bozuyorlar. Kimse emeğiyle, alnının teriyle çalışmak istemiyor. Filan yerde eski çağlardan kalma bir define varmış, küp küp altın gömülüymüş deseniz herkes kulak kabartır, kazmasını alan koşar. Milyonlarca insan define, hazine, piyango, loto, kumar, faiz, avanta, rant peşinde.

Birkaç yıl önce genç bir kimse ağlarcasına yalvarıyordu. Ağabey ne olur bana belediyede bir iş buluver… diye. Yahu belediyeler Darülaceze’midir?

Almanya’da bin kadar çöpçülük, lağımcılık, bulaşıkçılık işi olsa ve adam almak için gazetelere ilan verilse, bizden mutlaka birkaç milyon kişi müracaat eder. Halbuki orada böyle süflî, pis, düşük işlere hiçbir Alman talip olmuyor.

Bir daireye birkaç katip alınacak olsa seçme imtihanı stadyumda yapılıyor.

Türkiye’deki sistem, düzen, eğitim, zihniyet, kafa son derece bozuktur. Singapur’dakinin, Güney Kore’dekinin, Norveç’tekinin tam tersinedir.

Birkaç aileyi süper zengin etmek için yüzde yüz yerli ve millî bir otomotiv sanayii kurulmamıştır, kurdurulmamıştır. Birkaç et ithalatçısının trilyonlarına trilyon katmak için hayvancılığımız öldürülmüş olup dışarıdan domuz eti getirilmektedir. Velhasıl ziraat, sanayi, finans, ticaret faaliyetlerinde bin türlü sabotaj görülmektedir. Bunca hıyanet içinde yıllardan beri başörtüsü meselesi ile uğraşıyoruz, uğraştırılıyoruz. Türkiye’nin, milletin, ülkenin, devletin böyle bir meselesi yoktur. Ülkeyi soyanlar, bütçeyi hortumlayanlar böyle sun’î, faydasız gündem maddeleri çıkartıyorlar.

Adamın biri bir bankayı 700 trilyon lira dolandırdı. Borç devletin, yâni milletin üzerinde kaldı, iş mahkemelere intikal etti. Fakat adam pür tantana, alnı ak, yüzü açık bir şekilde yaşıyor. Özel jet uçağıyla resmî gezilere katılıyor. Ona kimse bir şey yapamıyor. Türkiye’nin asıl meselesi başörtüsü ve irtica değil, kokuşma ve vatan hainliği meselesidir. 02 Haziran 1999